Seksi Numara Bölüm 4
Çaylak
Lanet olsun! Üzerimdeki gömleğin göğüslerime dokunuşundan bile uyarılır haldeyim. Dokunulmak istiyorum. Sevilmek istiyorum. Öpülmek istiyorum. Bacaklarımın arası sızlıyor. Ayın belli dönemlerinde çok artıyor seks ihtiyacım. Doğanın çağrısı mıdır nedir? İçime tohumların bırakılmasını istemeye ve onları döllemeye ayarlı bedenim anlaşılan. Bulursam döllerim tabii. Neden yapmayayım? Manyak mıyım ben? Ama yok işte. Gel de doğa anaya bunu anlat. Sen de kadınsın be gülüm, anlaman lazım halimden. Bu kadar acımasız olmaya ne gerek var? İstediğimiz bir erkek karşımıza çıkınca azalım. Azarak erkek aramayalım. Ben senin dengene sıçayım.
Neyse, yapacak bir şey yok. Sızlaya sızlaya dolaşıyorum evde. Sutyeni falan çıkardım eve girer girmez. Sürtünüp duruyor, iyice delleniyorum. Hafif bir müzik açtım. Koltuğa uzanıp biraz gözlerimi kapatıyorum. Sızlıyor. Kendimi kasmadığım, dizginlemediğim, ayıp mayıp demeyip bedenimi özgür bıraktığım için akıyorum. Şimdi bakın, bunu ben yapmıyorum. Yani zevk almaya bedenim çoktan hazır ve ben her hangi bir şeyden uyarılıp bu duruma gelmedim. Ama bu haldeki bir bedenle başa çıkmak zorundayım.
İlkimden sonra bir daha açmadım telefonumu. Canım istemedi. İçim almadı. Garip bir ihanet duygusu çöreklendi üzerime. Sanki ben Erhan ile sevgili olmuştum, başkasıyla konuşursam ona ihanet edecektim.
Kadınız, kadın. Telefon seksine bile sadık kalma dürtümüz var. Normal mi? Değil elbette. Ama kadın dediğin, ait olmak istiyor. Dürtüleri böyle yani. Ait olmayı istediği o erkek tarafından hayal kırıklığına uğratıldığı anda da sanki ondan intikam almak istercesine önüne kim gelirse yatabiliyor. İçgüdü. Tamamen içgüdü. İntikam arzusu. Tabii o adamın bundan haberi bile yok. Ne işe yarıyor? Hiç. Kadın kendisine saygısını yitirdiğiyle kalıyor.
Neyse, Erhan benim sevgilim değil elbette. İkinci bir kere aramayacak bile. Arasa bile, hemen aramayacak. Erkek ya, çok yüz vermeyecek bana. Kıçımın kenarı. Bana Erhan da olur, Serhan da, Volkan da. Umurumda değil adı, sanı. Hıyar olmasın yeter. Sonuçta sadece seks yapacağız. Diyorum ama çok da doğruyu söylemiyorum. Sadece onun aramayacak olmasının burukluğuyla başa çıkmaya çalışıyorum.
Yine de dünyada sadece Erhan mı var? Adamın yüzünü görmedim, tenine dokunmadım. Mutlaka bir başkasıyla da aynı duyguyu yaşama ihtimalim var. Kendime bile inandırıcı gelmiyorum ama telefonun güç düğmesine basıp aktif hale getiriyorum.
Beni mi bekliyordunuz lan? Daha pini girer girmez telefon kendisini toparlayamadan çalmaya başladı. Kimmiş bakalım bu akşamki sevgilim?
“Alo Melis?”
Çocuk lan bu! Ergen sesi. Bir an kulaklarımda Erhan’ın sesi çınlıyor, gözlerimi yumup derin nefeslerle burukluğumun üzerini örtmeye çalışıyorum. Kapatmakla kapatmamak arasında bir süre bocaladıktan sonra, ona bunu yaşatmak istemeyip cevap vermeyi seçiyorum.
“Evet tatlım, ne iyi ettin de aradın. Adın ne?”
“Doğukan, abla.” Yuh! Abla ne be?
“Tatlım kaç yaşındasın sen?”
“On sekiz.” Ses nasıl tedirgin, nasıl titriyor, of ya. O kadar hevesle bekle, gelene bak. Neyse, sonuçta onun da derdi benimle aynı belli ki.
“Bir tanem, abla demene gerek yok. Çok da büyük değilim senden. Melis de de bir duyayım sesini.”
“Melis.”
“Hiç kız arkadaşın oldu mu Doğukan?”
“Oldu da, el ele falan tutuştuk, öpüştük o kadar.” Ağlamak istiyorum. Çikolata sürüp, gel bak sana burada tatlı bir şey var desem, üç dil darbesinde boşalacak haldeyim.
“İlkini telefonda mı yaşamak istiyorsun Doğukancım? Kız arkadaşınla daha iyi hissetmez misin?”
“Dokundurmuyorlar ki abla.” Abla yok! Deli olacağım.
Bu oğlan çocuğu kendi yaşıtına dokunamayınca ya geneleve ya yaşı büyük kadına gidecek. Sıkılmış, git gel bitir diyen bir kadınla gözünü açacak, sonra da sevdiğine sokulmayı asla beceremeyecek. Zavallı yurdum erkeği. Yurduma bir katkım olsun bari.
“Bebeğim, senin ilkin olacağım. Sen de benim üçüncüm olacaksın.”
“Nasıl üç?”
“İlkim kocamdı. Boşandıktan sonra da bir kere telefonda oldu. Sen üçüncüsün.”
“Atma be!”
“Atmıyorum. Yalan söylemekle ne kazanabilirim ki?”
“Doğru ya. Ne bileyim işte. Sandım ki hep bu işi yapıyorsun.” Kafamızda oturtmuşuz tabii beni bir yere.
“Bir kere, bu bir iş değil. Deliler gibi seks yapmak istiyorum şu anda. Sen neden o telefonun ucundaysan, ben de o yüzden buradayım anlayacağın.”
“Niye biriyle yapmıyorsun peki?”
“Kız arkadaşların neden yapamıyorsa ben de o yüzden yapamıyorum. Doğa ananın uygun gördüğünü küçük beyinli insanoğlu uygun görmüyor diye.”
“…”
Anlamadı büyük ihtimalle. Anlatmak benim işim değil. Ben sevişmek istiyorum. İstiyordum yani. Nereye gitti ki o kıpırtılar?
“Yatağına uzanır mısın?” Seslerden dediğimi yaptığı belli.
“Ben de yatıyorum şu an. Seni hayal etmek istiyorum. Üzerinde ne var Doğukan?”
“Pantolon ve tişört.” Mm, biraz hayal gücüne ihtiyacım var. Ergen, tamam da biraz yapılıymış mesela. Biraz önce de duş almış olsun.
Aklımdaki görüntü ergenden çıkıp bir anda heybetli, kara yağız bir erkeğe dönüşüyor. ‘Hayal edebileceğimden çok daha fazlasıymışsın sen.’ Yok, yapamayacağım. Ben harbi seks istiyorum. Sert. Hayvan gibi. İçimi dışımı deşecek bir şeyler. Erhan ile olandan… Doğukan ile olmaz.
“En hoşlandığın kız kim?”
“Derya.”
“Tamam. Derya var yanında. Ama kızı ürkütmek yok. Tamam mı?”
“Tamam.”
“Öpüştün mü hiç onunla?”
“Evet.”
“O zaman öp şimdi onu. Yumuşak yumuşak ama.” Ses yok.
“Onun da ilki olur belki. Hoşuna gitsin, korkmasın senden. Sev onun dudaklarını dilinle, minik minik.” Ses yok.
“Eğer hoşuna giderse, o da dokunur sana diliyle. Alt dudağını ağzına alıp em. Yumuşak ol.” Olabilir mi acaba?
“Derya zevk alıyor mu Doğukan?”
“B-bilmiyorum.”
“Bil. Bak ona. Gözlerine bak, orada görürsün. Sadece sen zevk almayacaksın, unutma.”
“T-tamam.”
“Gülümse ona. Eğer gözleri gülümsüyorsa yeniden öp. Üst dudağını em şimdi. Morartma ama. Yumuşak ol. Pamuk gibi. Dilinle yala dudaklarını.”
“Gülümsüyor.”
“Yüzünü öp Doğukan. Çok özel bir yüz o. Senin dokunuşlarını seven bir yüz. Çok değerli. Yumuşacık öpücükler kondur. Kokusunu iyice tanı. İçine çek derin derin.” Nefesi hızlandı, duyuyorum. Birazdan boşalır garibim.
“Sertleştin mi Doğukan?”
“Evet.”
“Kalk Derya’nın yanından. Devam edersen kız bir bok anlamaz bu işten.”
“N-nereye kalkayım?”
“Tuvalete. Elini kullanacağız artık.” Kalktı bebeğim ya. Hışır hışır seslerle kapı açtı, kapattı. Ay yerim ben onu.
“Çıkar o öpülesi aletini pantolonundan. Arkandayım ben.” Deli gibi nefesler.
“Dokun şimdi kendine. Kavra aletini sıkıca. Elim senin elinin üzerinde. Beni dokundurtma. Aldatma Derya’yı.” İnliyor bebeğim.
“Onu nasıl öptüğünü düşün. Bir gün o kadar çok öpeceksin ki, seni içinde isteyecek. O zaman elin yerine onun içini dolduruyor olacaksın. Seni sımsıkı sarmalayacak. Aşkla.”
Derya’nın adını sayıkladı bebeğim boşalırken. Önce hızlı, sonra giderek yavaşlayan nefesini dinledim Doğukan’ın. Ne olurdu benim şapşal kocam da böyle öğrenmiş olsaydı sevişmeyi. Severdim o zaman ben o hıyarı. Ama adı üzerinde, hıyar işte. Orta boy.
“Boşaldıktan sonra işin bitmedi Doğukan.”
“Hı?”
“Odaya dön, yanına uzan, sarıl ve öp Derya’yı. Sana bu zevki o verdi. Bunun için ona çok şey borçlusun.”
“Tamam abla.” Abla yok! Abla yok! Ağlayacağım! Yaş sınırı yok mu bu arama olaylarında ya?
“Hoşça kal Doğukan. Ama unutma. Senin telefonla birilerini aramaya ihtiyacın yok. Derya’ya ya da başka bir kız arkadaşına ihtiyacın var. Birlikte öğreneceksiniz sevişmeyi.”
“Evlenene kadar bekleyeyim mi yani?”
“Kızın bakire olmasını şart koşuyorsan, sen de bekleyeceksin şekerim. Ne istediğine dikkat etmen lazım.”
Güldü. Ben gülmedim. Ben ağlamak istedim. Kapattığım telefon anında bir daha çalınca korkudan aklım çıktı. Bu ne lan? Hepiniz sıraya mı girdiniz? Sırada Erhan var mı yok mu, bilelim de…
“Efendim?”
“Melüs Hanum ila mu görüşüyog?” Sıçtık, kim ulan bu! Ya da ne?
“Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim size?” Sekreter ağzı. Herifi azıcık ambale edip eğleneyim bari.
“Telefonugu pi argadaşdan aldum.” Git arkadaşını sik o zaman…
“Memduh Bey şu an müsait değil efendim. İsterseniz telefonunuzu bırakın, biz dönelim size.”
“Hönk!” Gerçekten bu sesi çıkardı. “Memduh kim la?”
“Memduh Bey şehrimizin en uzun aletine sahip olan muamelecilerindendir efendim. Sizin gibi değerli beyefendilerin ihtiyacı olan hizmetin en iyisini en kalın şekilde sunar. Biraz tahriş ettiği ve kabızlığa neden olduğu doğrudur ama müşterilerimiz bundan asla şikâyetçi…”
Telefonun o güzelim kapanma sesini mi duydum yoksa ben? “Orada mısınız beyefendi?” Hiç ses yoktu. Kesin kapatmıştı. “Oradaysanız da değilseniz de ebenizi beyefendi.”
Telefonu kapattıktan sonra sinirle güç düğmesine basıp tamamen susturdum. İçimdeki boşluğun beni yasa boğmasına hazırlıksız yakalanmıştım. Seks yapmak artık aklımda olan son şeydi. Bunun yerine köpük banyosunda bir kadeh beyaz şarap eşliğinde saçma sapan bir aşk romanı okumayı tercih edecektim. Hani şu konusu, mantığı, öncesi, sonrası olmayan, her yerde geçebilecek, herkesle yaşanabilecek, sunulan karakterle yaşananların birbiriyle çelişmesinin bizi rahatsız etmediği, adamla kadının illa ki birbirini sevdiği romanlardan…
Banyoyu hazırlarken telefon işinin benim düşündüğüm kadar çekici olmadığını düşünmeye başlamıştım. Ben bu numarayı güya sekse ihtiyacım olduğu zamanlarda sanal bir partnere sahip olmak için kullanacaktım. Oysa ben duvarları tırmalarken telefonu aklıma bile getirmiyordum. Kimin aramadığını görmek istemiyordum belki de. Hattın öteki ucunda duyacağım diğer seslere tahammül edemeyecektim. Aynen Doğukan’a edemediğim gibi… Şu işe bak, çaylağı boşalttık, kendimiz avucumuzu yaladık. E ne farkı kaldı bunun benim şapşal kocamla yatmamdan? Galiba telefonu iptal edip yine el marifetiyle idare edecektim.
Gerçi ellerim de fena değildir. Kendime güzel dokunurum. Nereye dokunmam gerektiğini benden iyi kim bilebilir ki? Boynumun hemen arkasında, kulağımın altındaki o noktayı okşamanın içimi titrettiğini bir erkek nasıl keşfedebilir? Hele tırnaklarımı batırıp oradan omzuma kadar izlediğim yolda tüm tüylerimin dikildiğini anlayabilir mi?
Küvete girip sıcak suyun içine kendimi bıraktım. Su omuzlarımın etrafında çalkalandı bir süre. Omzum öpülse çok hoşuma gider herhalde ama ben sadece yanağımı sürtebiliyorum. Olsun. Omzumu kandırmak kolay. Onun esmer, kara yağız bir erkeğin dudakları olduğunu sanabilir. Parmaklarım da bu sırada çeneme ulaşıp dudaklarıma ulaşabilir.
Dudaklar çok önemli. İlk ıslanma orada başlar. Çok bildiğimden değil, ben öyle olsun istediğimden. Önce kuruyacak o dudaklar, sen ıslatacaksın dilinle. Ya da erkeğinin dili dolaşıverecek üzerinde bir fırça darbesi gibi…
Dudaklarımı yalayan bir dili düşünmek anında ıslatır bacaklarımın arasını. Parmağım alt dudağımın üzerinde dolaşırken onun erkeğimin parmağı olduğunu düşünürüm. Dilimle dokunurum ona. Tadına bakarım. Duyarlıdır parmağı. Dilimin dokunuşu onun bedeninin her noktasına kızıl alevler gönderir. Dilimi o parmağın her yerinde dolaştırıp yalarım. Bir süre sonra bu yetmediğinde dudaklarımı etrafına kapatır hapsederim onu ağzıma. İçime çekerim iyice. Ben emdikçe o daha da fazlasına dokunmamı ister ve ağzıma daha çok iter parmağını. Ağzımın içinde emilirken bir yandan da dilimle yalanan bir parmak… Deli olmaz mı insan?
Emmek ilginç bir eylem. İnsan emdikçe daha çok emmek istiyor. Daha çoğunu emmek istiyor. Ağzında daha derine gitsin istiyor. Hayatımızın ilk besinini emerek aldığımız için mi bu kadar seviyoruz acaba bunu? Ben her parmak emişimde, ondan eninde sonunda besinimin geleceğini düşünürüm. Parmak ne kadar kalın ve uzun olursa, açlığım o kadar artar. Beyaz, harika bir sıvı, emişimle o parmaktan çıkıp benim ağzıma akacak zannederim. Belki de akar ve ben hepsini yalar, yutar, beslenirim.
Gözlerim kapalı, ağzıma parmağımı sokmuşken çalan kapı zilinin sesi gerçekten saçmaydı. Bacaklarım ayrık, dalgalanan suyla dans ediyordu. Göğüslerim dikleşmiş, suyun dışına doğru uzanıyordu. Ve o sersem kapı zili hiç susmayacakmış gibi çalıyordu.
Öldürmeye meyilli katil yanım banyodan çıkarak hışımla üzerine bornozu giydi. O kapı ziline basan parmak, şanslı bir parmak olmaktan çok uzaktı. Büyük ihtimal on saniye sonra kırılacaktı.
Gözüm o kadar dönmüştü ki, kapıyı bakmadan açtım. Geleni tanımıyordum. Ama o beni tanıyordu. Bana gülümseyişinden beni tanıdığını anlıyordum. Esmer, kalın bir şeydi. Filinta değildi ama erkek erkek duruyordu. Fazla erkekti. Hatta ben erkeğim diye bağırıyordu. Bunu yapan, sanırım gözleriydi. Yok, yakışıklıydı galiba. Gözlerine bakmaktan anlayamıyordum ki. Bunun bakışları benimle kapının önünde sevişiyordu!
Islandım. Zaten ıslaktım ama bu sefer bir değişik ıslandım.
“Merhaba öpücüğümü almaya geldim.”
Yüzümdeki bütün renk çekilirken sesi kulaklarımda yankılanmaya başladı.
“Kapalı bir telefonun beni durduracağını düşünmüş olamazsın değil mi Melis?”
“Erhan?”