Seksi Numara Bölüm 25
Telefon
O binaya neden gittiğimi bile saatler sonra hatırladım desem… Erhan’ın ardından ben de binayı terk etmiş ve yüzümde salak bir sırıtışla sahilde yürümüştüm. Bir kafeye oturup deniz havasını içime çekerken sanki benden mutlu bir insan bulmak mümkün değilmiş gibi hissediyordum.
Kadınım, demişti. Kadınım.
Bir kadın için sevdiği erkeğin bunu söylediğini duymak ne demektir, bili… Bir dakika ya, ne o öyle sevdiği erkek falan! O kadar uzun boylu değil tabii. Dil sürçmesi. Yoksa ne yaşadık ki onu seveyim ben?
Açık olalım. Âşık olabilirim. Altına yatmak için çıldırabilirim. Hayatımın sonuna kadar beni sadece o becersin isteyebilirim. Ama sevmek… O başka. Üç gün tanıdığın birine sevgi olmaz. Sevgi dersem ayıp ederim. Birbirine yıllarını vermiş insanların sahip olabildiği o saygıdeğer duyguyu kirletirim. Bence haddimi bilip, duygularımı erdemli sıfatlar ardına yaslamamalıyım.
Aşk. Ota da duyarsın, boka da. Seks. Severek de yatarsın, sevmeden de. Sevgi… İşte o biraz sıkar. Bir insanı sevmek çok özel bir duygudur ve bu kelime her hormon dalgasında kullanılmamalıdır. Sevgi için, emek ve zaman gerekir. Yaşanmışlık gerekir. Daha da ötesi, paylaşım gerekir.
Ya ben arada kendimi kaybedip böyle kavramlar arasında kayboluyorum, hikâyenin de ucu kaçıyor. Sıkılırsanız söyleyin… Ama önemliydi konu. Bana, kadınım demişti. Bir erkek kaç kadının kadını olduğunu düşünür ki? Orospu adamlardan bahsetmiyorum. Kadınım kelimesini hakkıyla hissedip kullanan adamlardan bahsediyorum. Erhan o kelimeyi boşa kullanmazdı. Öylesine kadınım demezdi. Onun için bu kelime, annem demek kadar kutsal bir anlama sahipti. Bunu biliyordum. Ta içimde hissediyordum. Benim erkeğim, bana olan duygularıyla barıştığı an hata yapmaktan, öküz olmaktan vazgeçecekti.
İnsanlar değişmez, bunu elbette biliyorum. Ama anlam veremedikleri şeylere verdikleri tepkiler, o anlamı yakaladıklarında gerçek bir karşılığa kavuşur. İşte Erhan’da da böyle olacaktı. Benim telefon seksimle barışacak, onu benim karakterim içerisindeki mantığına oturtacak, sonrasında da bana ulaşacaktı.
Nedense çözülmek üzere olduğunu hissediyordum. Benden kaçma dönemi bitmişti sanki. Bugün asansörde bunu kabullenmişti. Bir anlamda bana da beyan etmişti…
Kadınım.
Senin o ağzını dilini yerim ben, sersem şey.
Çalan telefonuma gülümseyerek baktım. Hoş ben elimdeki çay bardağına da gülümsüyordum ki… Telefonumun ekranında kadınım yazacak sandım, sadece Eray Çınar yazdığını görünce gerçek dünyaya hızlı bir düşüş yaşadım.
“Neredesin sen?”
“Ben… eee… şey…” Etrafıma baktım. Bulunduğum yer hakkında bir ipucum olsa hemen söyleyecektim ama “Bilmiyorum desem… Bir kafe sanırım. Keppos yazıyor menüsünde.”
Sessizlik bir an tırsmama neden oldu. “Melis seni Alzheimer başlangıcı için bir kontrol ettirelim, olur mu?”
“Yok, öyle değil. Yani ben gelmiştim ama asansörde şeyle karşılaşınca…”
Sessizlik merak doluydu. Şeyle. Neyle? Adını söylemek mi istemiyordum yoksa söylemeyi mi beceremiyordum? Kim bilir Eray ne düşünüyordu bu konuda?
“Anladım ben. Sen en iyisi eve git, gelme bugün. Her karşılaşmanızda bir kriz geçiriyorsun çünkü.”
Sırıttım. “Ama güzeldi bu kez.”
Sanırım o da sırıttı. “İyi bari. Yine de eve git, riske girmeyelim. Belki sonradan çarpılacaksındır.”
Bu adam beni ne zaman bu kadar iyi tanıdı ki? “Yarın görüşürüz.” diyerek kalktım. Evime gidecek, yatağa uzanacak, gözlerimi kapatacak ve o kadınım kelimesini sonsuz tekrarla zihnime kazıyacaktım.
Bahçe kapısında taksiden indiğimde, yerlerde uçuşup duran kâğıt parçaları bir an sinirime dokundu. Kapımın girişine kadar yayılmışlardı. Sinirle eğilip toplamaya yeltendim. Sonra üzerlerindeki yazıya gözüm ilişti birden… Ezbere bildiğim bir numara ve altında
Sesinle dokun
Ara beni
Erhan
yazıyordu. Anırdım. Yemin ederim anırdım. Gülmeye çalışıyordum ama çıkan ses kibar bir kahkaha falan değildi. Bildiğin anırmaydı ve susamıyordum. Umarım etrafta bir yere gizlenip beni seyretmiyordur yoksa ilk iş gidip telefon numarasını değiştirirdi.
Of, darmadağın oldum. Aklımı toparlayamıyorum. Elimdeki kâğıda salak salak bakıyorum. Özür mü diliyor şimdi bu? Bence öyle. Benim kelimelerimi aynen kullanmış. Kâğıdı hala saklıyor mu yoksa? Saklıyor olmalı. Yoksa kelimeleri nereden hatırlayacak? Dokuz ay oldu ya. Bu adam bana sırılsıklam âşık olduğunu ne zaman anlayacak?
Şimdi ben bu adamı aramaz mıyım? Telefonda evire çevire becermez miyim? Hı? Yapmaz mıyım? Salondaki koltuğa yerleşip bir de buz gibi kola aldım elime. Yüzümde pis bir gülümseme, kalbimde pır pır kelebeklerle numarayı aradım. Çalıyor.
“Alo?”
“Merhaba Erhan, Melis ben.”
Gülümsüyor. Yemin ederim gülümsüyor.
“Sevdim sesini. Seni de severim bence.” Bak ya! Benim kelimelerimle oynuyor.
“Telefonda mı sevmek istiyorsun beni?” Aslında öyle yapacaktım ama… Sevişmek istemiyorum ki ben. Konuşmak istiyorum sadece.
Gülümsüyor. Ruhumun en derininde hissediyorum bunu.
“Telefondaki halim daha sevilebilir gibi sanki.” Doğru söze ne denir. Karşıma çıkar çıkmaz bok etmişti her şeyi.
“Hm…” dedim, “Yani kapına gelsem hoşlanmaz mıyım senden?”
“Bilmiyorum, denememiz lazım. Ama telefon kesinlikle iyi bir başlangıç olabilir. En güzel başlangıcı orada yapmıştım bir keresinde.”
Bak sen. “Sonu iyi gelmedi mi?”
Hüzünlü bir suskunluktu sanki duyduğum. “Her şeyi berbat ettim.”
Evet ettin. Salak şey. Benim salağım. Kurabiyem. Yerim. “Düzeltemiyor musun?”
“Çalışıyorum. Ama anlamak çok zor. Sormak çok zor. Yanlışları düzeltmek çok zor.”
“Çok mu anlayışsız?”
Gülümsedi. “Sorma. Kendisinden hiç taviz vermiyor.”
“Akıllı kızmış.”
“Çok. Çok akıllı. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı benimle. Ona yaptığım yanlışların içinde boğdu beni.” Ben mi? Aferin bana da… Ne yaptım ki? Sadece ben olmaktan vazgeçmedim. Pes etmedim. Hepsi bu.
“Eğer çok yanlış yapıyorsan, onun doğruları sana uymuyordur belki de.”
Sessizliği düşünceliydi. “Öyle olsaydı bu kadar bağlanır mıydım ki ona?”
Bana mı? Bağlanmış mı bana?
“Tek sıkıntım, ben hala nerede, ne yanlış yaptığımı bilmiyorum. Ne dersin? O önyargısız yaklaşabilir mi bana? Hatamı bulmama yardımcı olur, yanımda yer alır mı?”
Sizce de çok ciddi bir şey yaşanmıyor mu şu anda? Adam çözümsüz kaldığı yerde pes etmek yerine, benden yardım mı istiyor? Telekız olarak gördüğü birinden… Hala öyle mi görüyor onu bile bilmiyorum ama biz galiba ikimiz de birbirimiz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Bir inatlaşmadır sürüp gidiyor.
“Arkadaş olmayı deneseniz bir süre? Belki arada seks olma…”
“Saçmalama Melis. Yanına geldiğim ilk anda içine dalacağımı biliyorsun.”
Oha! Ya tamam. Dediğimi kabul etse burun kıvırırdım zaten. Ama tepki çok şiddetliydi. Öyle ki insan erkeğin bütün arzusunu, duygularının şiddetini hissediveriyor. Böyle şiddete can kurban… Sesim kesildi iyi mi. Evet diyemiyorum, hayır diyemiyorum, evet ya da hayır anlamına çekilebilir diye tek bir kelime edemiyorum.
“Melis.”
Çatallaşmış sesimle “Efendim?” deyince genzimi temizlemek zorunda kaldım.
“Seni çok özledim.”
Ağlarım bak. Yani şimdi biz ayrı kalmış iki âşıkmışız gibi triplere niye giriyoruz ki? Kalk gel, hıyar. Salatalık hıyarı değil. Orta boy hiç değil. O benim hıyarım, siz karışmayın.
Ağlamışım meğerse. “Hey, ağlama.” dediğinde fark ettim.
Burnumu çeke çeke susarken, çekingen bir sesle “Gelebilir miyim?” diye sordu.
“Gel.” dediğim anda telefon suratıma kapandı. Yerimden kalkmadım. Ağlıyor muydum, gülüyor muydum, mutlu muydum yoksa korkuyor muydum… Bilmiyordum. Tek bildiğim, Erhan beni tamamlıyordu. O olmazsa ben çok eksik kalıyordum.
Şimdi bakın, an çok önemli. Bu an o an olabilir. Bu an, benim hayatımın sağa ya da sola döndüğü, tepetaklak olduğu ya da durduğu an olabilir. Ve ben muhtemelen kızarmış gözlerim ve çıplak ayaklarımla, ana hazır değilim. Belki de önce terliklerimi bulmalıyım.
Salonun ortasında sağa sola amaçsızca koştururken bir anda durdum. Sakinleşmem gerekiyordu. Alt tarafı bir Erhan’dı. Bu kadar büyütmeye gerek yoktu. Ama gel de sen bunu şaşkın tavuk modunda çırpınan kalbime anlat.
Zayıf bir insan değilimdir. Erhan olmadan da hayatımı sürdürebileceğimi bilirim. Sadece onunla hayatımın daha da güzelleşeceğini hissettiğimden, ona sahip olmak istiyorum.
Sahip olmaktan kastım Sen benimsin, şrakkkk -tokat sesi- modu değil elbet. Kimse, diğeri dedi diye birisine ait olmaz. Benden başkasına gözün ilişmeyecek! diye tepinen bir adamın seksi olacağı yanılgısını besleyen romanları da aklım almıyor. Böyle şeyler söyleyen bir erkek bence acizdir. Beynim bir başkasına ilişmişse, gözüm ilişmese ne olur? Bunu bilemiyorsan, kadın ruhunu anlamayı nasıl becereceksin ki? Peh…
Erkeğimi kıskanır mıyım? Evet. Hoş Mert’i kıskanmadım çünkü ben ona hiç erkeğim demedim, o ayrı. Ama Erhan’ı kıskanır mıyım? Kıskanırım, hem de deli gibi. Benden başka kadına bakmasın ister miyim? E herhalde.
Ama bunu kim yapacak? Erhan mı? Hayır. Ben yapacağım. Başkasına bakamayacak kadar aklını başından alamıyorsam, bakar da, gider de… Evli de olsak gider.
O zaman benim ruhum, hayatım zengin olmalı. Saf salak bir bakire, bir erkeğin ilgisini sadece bir süre çeker. Sonrasında sıkar.
O yüzden kızlar, zenginleşin. Okuyun. Öğrenin. Her konuda konuşabilecek kadar fikriniz olsun. Uzmanlaşın demiyorum, fikriniz olsun. Mal mal oturmayın başkaları konuşurken. Kitap okuyun. Kitap dedim ama. İnternetteki komik aşk hikâyelerinden ya da beyaz dizilerden bahsetmiyorum. Sadece seksi ya da aşkı değil, hayatı anlatan, bunu yaparken zekâ ve deneyimle yoğrulmuş kitaplarla zenginleşin. Yaşamadığınız deneyimlere okuyarak şahit olun, bilgilenin. Yeni insanlar tanıyın. Her çeşit insan var o kitaplarda. Sadece sert erkekler, mafyalar, zengin CEO’lar yok zaten hayatta. Eziği var, dürüstü var, şapşalı var, iyisi var, kötüsü var… Tanıyın ki onların karşısında güçlü olmayı öğrenin.
Kavramlar arasındaki ayrımı anlayın. Gözünüzün önünde birisini gözünü kırpmadan öldürebilen mafyatik bir adamın iyi insan olmasının mümkün olmadığını kendi başınıza düşünüp Yok artık, ebesi, deyin. Sırf yazan kişi, o insanların gözlerinde aşkla birlikte güzel pırıltılar var dedi diye, bunun doğru olmasını beklemeyin. Çünkü onlar sallıyor. Bir insanı eli titremeden öldürüp bundan rahatsızlık duymayan bir insanın içinde ne iyiliği bulacaksınız? Bu mudur kendinize layık bulduğunuz aşk?
Beni de okumayın zaten. Bir Erhan peşinde terliğini bile bulmaktan aciz bir kadına ne gücü yakıştırıyorum ki ben? Şu heyecana bak. Ya kızım alt tarafı Erhan! Ne bu panik atak, koşturmaca? Aç kapıyı, dur önünde, sevdiyse gelsin, sevmediyse siktirsin gitsin. Seni ayağında terlik var diye daha çok sevecekse hiç sevmesin. Herkes bir gün terliğini kaybedebilir çünkü…