Seçilmemiş Bölüm 16

Seçilmemiş Bölüm 16

Ne yapacaktı? Dilediği gibi yakıp yıkıp yok etmeye gücü olan bu adamı nasıl durduracaktı? Nasıl koruyacaktı kendisini? Neden bu kadar yalnız ve çaresizdi?

Titreyen ince bedeni içinde öylece baktı. Sesi yoktu, nefesi yoktu, kimsesi yoktu. Yüzü bembeyaz, kaçmaya gücü yoktu.

O geceden beri düşünmeyi inatla reddettiği görüntüler bilincine akın etti.

Banyo kapısındaki Sinan, onu yatağa fırlatan Sinan, öfke dolu Sinan, canını yakan Sinan, yüzüne bile bakmayan Sinan.

Bir haftadır akıtmayı kendisine yasakladığı gözyaşları şehla gözlerde birikti. Kocaman adamın tedirgin ama tetikte görüntüsü bulanıklaştı. Son gücüyle yaşları geri itmeyi denedi, ama ilk damla, acıyı içinde saklama sorumluluğunu daha fazla taşımayı reddederek aşağı yuvarlandı.

Umudu kaybetmek, savaşı kaybetmekten daha yıkıcıydı. Bu yüzden ilk damlanın ardından, Elif teslim oldu. İkinci damla daha hızlı geldi. Sonra üç, dört, beş…

Bir haftadır hapsedildikleri yerden kurtulan gözyaşları coşkuyla dışarı taşarak acıyı özgür bıraktı.

Artık hiçbir şeyin önemi yoktu. Artık Elif yoktu. Hiçti.

Sinan her şeyle başa çıkabilirdi ama hiçle değil. O, duvarlarının ardında öfkeli, nefret dolu, kendisini aşağılayan bir Elif bulmaya gelmişti. Oysa karşısında kırılgan, yapayalnız, korumasız bir kız çocuğu vardı.

Bu kadının hiçbir tepkisi normal olmaz mıydı?

‘Belki de bu yüzden ona âşığım.’

Bayıldığı o gözlerden kayıp giden yaşlara ipnotize olan genç adam içinden taşan koruma güdüsüyle uzanıp Elif’i göğsüne çekti.

Ona bunu yapan, şimdi onu kurtarmak zorundaydı. Elif’e sımsıkı sarılıp kulağına “Ağla,” diye fısıldadı.

Kendisine sunulan şefkatle donup kaldı Elif. Canını acıtan eller miydi ona sarılan? Direncini sonuna kadar yıkmaya oynayan adam mı ona yumuşacık sesiyle fısıldıyordu? En son ne zaman böyle sarılmıştı biri ona?

Bir anda darmadağın olan Elif, sanki nedeni o değilmişçesine boş bir çuval gibi bıraktı Sinan’a kendisini ve sessiz gözyaşları hıçkırıklara dönüştü.

Sinan, ne yapıp edip, içindeki yaşam enerjisini, ruhu boşalmış bu bedene aktarmanın bir yolunu bulmak zorundaydı. Elif’e dokunan elleri ‘Bana güven,’ dedi. ‘Kendini bırak. Seni koruyacağım. Seni seveceğim. Seni bırakmayacağım.’

Ne kadar güzeldi ona yaslanıp ağlamak. Ne kadar huzur doluydu. Stockholm Sendromu böyle bir şey miydi? Canını yakan ten, canına can katıyordu. Tam olması gerektiği yerde bulunmanın getirdiği dinginliğe kavuşmuştu. Her duygusunun ötesinde nedense mutluydu.

Neden mutluydu?

‘Ona âşıksın.’

Hayır, saçma olurdu bu!

‘Âşıksın.’

Adamı tanımıyordu bile.

‘Ona ait oldun. Onun kadını oldun.’

Ama Sinan kendisine ait değildi.

‘O zaman neden senden uzak durmuyor? Neden yaşamına zorla girmeye çalışıyor?’

Nedendi gerçekten?

‘Seni seçmiş olabilir mi?’

Elif’in ağzından fırlayan kahkaha hıçkırıkları arasında kaybolup gitti. Sinan tarafından seçilecek kadını deli gibi kıskandığını hissetti. Ama o kendisi değildi. O hiçti.

Dakikalar sonra genç adam ona daha fazlasını verebilmek, daha yakın olmak istediğinde, Elif’i kucakladığı gibi salona yöneldi. Koridordan gelen cılız ışıkta gördüğü koltuğa otururken, Elif’in iç paralayıcı hıçkırıkları hiç kesilmemişti. Uzanıp sehpanın kenarında duran kutudan birkaç mendil aldıktan sonra yüzünü yeniden adamın boynuna gömdü.

Elif’in yıllardır özlemini çektiği güven ve şefkat duygusu Sinan’ın okşayışlarıyla genç kadının yüreğine akıp içindeki acının yerini almaya başladı. Hıçkırıkları da yavaş yavaş tükenerek içli burun çekişlere dönüştü.

Gürültülü seslerle burnunu silen bir kadının bu kadar sevimli olması inanılmazdı. Gülümseyerek Elif’in sakinleşmesini izleyen Sinan, aniden kendisini mutluluktan sarhoş eden bir gerçeğin farkına vardı. Elif ne kadar kabul etmese de, Sinan’a ait olduğunu biliyordu. Hiçbir kadın, kendisini ait olmadığı bir kucağa bu kadar büyük bir güvenle bırakmazdı. Derin bir çaresizlikle geldiği bu evde, hayallerinin bile ötesine geçen bir armağana kavuşmuştu. Elif onundu.

Kalbi mutluluktan durmak istese seve seve izin verebilirdi. Herkese her şeyi verebilirdi. Kollarının baskısını biraz daha artırarak kokusunu içine çekti. Elif onundu.

Bu anın tadını çıkarması gerektiğini biliyordu. Gözyaşları dindiğinde Elif yine tırnaklarını çıkaracak, Sinan’la savaşmaya devam edecekti.

Gülümsemesi arttı. Bu kadının kendisiyle savaşmasına bayılıyordu. Ne kadar süreceği umurunda değildi, onunla savaşın kendisi bile çok güzeldi. Kazanmak önemini çoktan yitirmişti.

İçindeki huzurun bozulmasını istemeyen Elif, gözlerini açmadan aldığı derin nefeslerin arasında adamın kalp atışlarını dinledi. Sinan’ın alnını öptüğünü hissettiğinde fark etmeden ona biraz daha sokuldu ve genç adamın nefes almayı bıraktığını duydu.

Sertleşiyordu lanet olsun! Elif onu bir anda ateşlere boğmuştu. Bunu nasıl gizleyeceğinin telaşına kapıldığında, kanı çoktan damarlarında hızla akmaya başlamıştı.

Oturduğu kucaktaki hareketi algıladığı an Elif de olduğu yerde şaşkınlıkla donakaldı.

Sinan onu istiyordu.

Sadece sokularak onu uyandırmayı başarabilmişti. Kadınlığının etkisini ilk kez deneyimleyen genç kadın, bundan büyük bir haz aldı.

Artık arzunun ne olduğunu biliyordu. Kasıklarındaki ıslaklığı zevkle karşıladı. Bacaklarının arası zonklamaya başlamış, bütün hücreleri tanıdık bir beklentiyle dolmuştu.

Sıcak dudaklar yüzünü öperken o da ne istediğini biliyordu. Sinan’a ihtiyacı vardı. Onu içinde istiyordu ve Sinan bunu biliyordu.

Elif’in bedenindeki uyanışı izlemek, Sinan’ın bu dünyada isteyebileceği her şeyin ötesiydi. Soluklarının hızlanması, kendisini ellerine itişi hayalindekinden bile güzeldi.

Elif dokunulmak istiyordu. Elif öpülmek istiyordu. Göğüs uçları dikleşmiş, Sinan’ı bekliyordu.

Elini genç kadının boynuna kaydırarak başparmağıyla okşadı. Hafif bir iç çekiş duyduğunda burnunu onunkine sürttü.

Elif bir kedi gibi mırıldanarak ona daha fazla sokuldu, kımıldanıp kavrulan hücreleriyle onu daha çok hissedebileceği şekilde yerleşti.

Sinan’ın ağzından adı, bir yakarı gibi döküldü, “Elif!”

Bu bir uyarıydı. Kontrolünü kaybetmek üzere olan bir erkeğin, ‘devam etmeyeceksen başlama,’ yakarışıydı.

Bunun olacağını düşünmemişti. Ona gücünü aktarmak isterken yolun sonunun Elif’in içinde kaybolmak olduğunu hesaplamamıştı.

Şimdiyse Elif onu çağırıyordu. Hesapsızca, tüm saflığıyla arzularını açık ediyordu.

Elif’i görmek zorundaydı. Gözlerine bakmadan, onlardaki çağrıyı görmeden ona dokunamazdı. Sonradan yaşanacak bir pişmanlığı göze alamazdı.

Kucağında Elif’le kalkarak yatak odasına yürüdü. Karanlıkta belli belirsiz seçilen yatağa yürüyüp kadını bıraktı ve sağ tarafta olduğunu hatırladığı lambayı el yordamıyla açtı. Yanına oturdu, ellerini başının iki yanına dayayarak eğildi ve şehla gözlerin içinde bir kez daha kayboldu.

İşte oradaydı. Gözleri buğulanmış, ilacı Sinan’mış gibi kendisine bakıyordu. Her hücresinden teslimiyet ve arzu yayılıyordu.

Elini uzatıp dudaklarını okşadı. Parmağının değdiği yerde çiçek açılıyor, Sinan’ı içeri davet ediyordu. Gözlerini gözlerine kilitledi, dudaklarını parmağıyla uyarmaya devam ederken “Söyle,” diye fısıldadı.

Sinan’ın gözlerinden yayılan ateşle Elif’in içinden çığlıklar yükseldi.

“Seviş benimle.”

Mutluluktan samba yapan kalbi duyduğunu coşkuyla sindirirken Sinan Elif’in dudaklarını kutsal bir dokunuşla öptü. Her anını aklına kazırcasına yavaş, tek bir noktasını ihmal etmeyecek kadar bonkör, bir daha bırakmamacasına ısrarlı.

Elif bu kez içinden yükselen sese karşı çıkmadı.

‘Âşıksın.’

Evet, âşıktı. Sinan için bu bir oyunsa bile âşıktı. Elif’e gülecekse bile âşıktı. Yalansa umurunda değildi.

İşte bir kez daha kadındı Elif. Erkeğini her hücresiyle hisseden, isteyen, arzu dolu bir kadındı.

Buna alışabileceğini, hatta gittiğinde özleyeceğini düşündü.

Sinan’la kadın olmayı sevmişti. Yoksa Sinan’ın kadını olmayı mı sevmişti? Yanıtını bilmek istemedi. Onun dudaklarından, ellerinden başka hiçbir şey düşünmek istemedi.

Sinan yatakta uzanmış kadınını seyrederek önce onun, sonra kendisinin kıyafetlerinden kurtuldu. Bakmak bile onun için bambaşka bir uyarıcıydı. Üzerine uzandığında bedenindeki arzuyu, temas edebilmek için kendisini yukarı kaldırışını, ellerini dolaştırdığı her yerdeki titremeyi, ağzından kaçırdığı ufak çığlıkları sadece seyrederek doyuma ulaşabilirdi. İçindeki meniyi dışarı salmak umurunda değildi. Hiç boşalmadan saatlerce bu kadınla sevişebilir, yine boşalmadan kalkıp gidebilir, ama hayatındaki en büyük doyuma ulaşırdı.

Elif bu kez, dokundu ona. Elleriyle bedeninin her yerini tanımak istercesine aşkla dolaştı. Sinan yıllardır her dokunuşun boşunalığını bu dokunuşlarla anladı.

İçine girerken, ‘O benim kadınım. Ondan başkası olamaz artık,’ diye geçirdi içinden. Dünyanın en güzel kadınıydı o, bunu nasıl olup da görememişti daha önce? Elif’in boşalmasını gururlanarak seyretti, gülümseyerek o da bıraktı kendisini.

Günlerdir yaşadığı stresin, Sinan’ın kolları arasında yaşadığı ağlama krizinin ve kendisini alt üst eden orgazmın yoğunluğuyla anında uyudu Elif.

Uyuyan meleğini uyandırmamaya çalışarak saatlerce öpen, koklayan, dokunan adam; Elif’e yılların en güzel uykusunu hediye ettiğini bilmeden, yanından kalkmayı hiç istemedi.

Onu bir daha uzun bir süre öpemeyeceğinin farkındaydı. Bu çarpışmayı kazanmış olabilirdi ama geri çekilecekti Elif. Hemen teslim olmayacaktı. Defalarca çarpışma yaşanacaktı aralarında. Her seferinde yeniden kırması gerekecekti onun direncini. Ama Sinan için savaş bitmişti çoktan. Sadece Elif’in pes etmesini bekleyeceklerdi ve bu hemen olmayacaktı. Çabuk teslim olmak Elif’in doğasında yoktu.

Onu yatakta bırakıp kalkmak çok zor gelse de sabahın ilk ışıklarıyla harekete geçti. Elif’i seyrederek giyindi. Uyandığında yanında olup onu, kendisiyle henüz hazır olmadığı bir konuşma yapmak zorunda bırakmayacaktı. Ona kendisini tehdit altında hissettirmeyecekti.

Bekleyecekti. Sessizce odadan çıkmadan önce eğilip kokusunu derin derin içine çekti, ışığı söndürdü ve gülümseyerek ‘giderken kapıyı kapattı’.