Seçilmemiş Bölüm 15
Bir hafta boyunca Sinan kudurmuş öfkesiyle ortalığı yakıp yıktığında, herkes bunun gerçekleşmeyen evliliğiyle ilgili olduğunu düşündü. Sadece Doğan sorunun Zeynep değil öteki kadın olduğunu tahmin ediyor ama Sinan’ın net tavrı nedeniyle hiçbir soru sorma girişimde bulunamıyordu.
Onun içine yerleşen öfke, gün geçtikçe daha da büyüdü. Kendisine öfkeliydi. Elif’e öfkeliydi. Elif’siz kalmasına öfkeliydi.
O da yaşamını nasıl sürdüreceğini bilememenin çaresizliğine kapılmıştı. Ne işi, ne arkadaşları, ne kadınlar anlam taşımıyordu. İş çıkışı tek başına bir bara gidip saatlerce içiyor, yanına kimseyi yaklaştırmıyor, sadece düşünemeyecek kadar sarhoş olmaya çalışıyordu.
Yatağa yattığında uyuyamıyor, sonunda dalmayı başarsa bile, ‘Seni istiyorum Sinan, lütfen’ diyen bir yakarıyla sertleşmiş olarak uyanıyordu. Bir daha da gözüne uyku girmiyordu.
Uykusuzluk, alkol, öfke, çaresizlik bileşimi ölümcül olabilirdi. Ama Elif’sizlik daha ölümcüldü. Aklından çıkacağına içine giderek daha da fazla yerleşiyor, Sinan’ı artık her şeyi göze alabilecek bir moda getiriyordu.
Bir haftanın sonunda, içki içmediği tek günün gecesinde Sinan kendisini Elif’in evinin önünde arabada otururken buldu. Oraya ne zaman, nasıl geldiğini bilmiyordu.
Sarhoş olmak belki de bu yüzden daha iyiydi. O zaman insan bir şey yapamayacak kadar uyuşuyordu. Şimdiyse Sinan bütün hücreleri ayakta, ne yaptığını bilmeden öylece evi seyrediyordu.
Zaten Elif söz konusu olduğunda kendini her zaman plansız, silahsız bir hareket yaparken bulmuş, hepsinde de zor durumda kalmıştı. Âşık olunca insan düşünme yeteneğini kaybediyordu galiba. Ama ona düşünmek değil, Elif lazımdı.
Elif’e olan ihtiyacının her şeyin önüne geçtiği ve artık onun dışında hiçbir şeyi umursamadığı bir noktadaydı. Ne olursa olsun, ama bir şey olsundu. Elif’i görmek zorundaydı. Onun gözlerine bakıp içindeki duyguları anlamak zorundaydı.
İçkiyle uyuşmamış beyninde bir şey sürekli kendisini rahatsız ediyor ama bunun adını bir türlü koyamıyordu.
Bir şey yanlıştı. Sinan bir yerlerde çok önemli bir şeyi atladığını biliyordu. Çok önemli. Çok çok önemli.
Gözlerini kapattı. Kalabalık gürültülü bir bardaydı. Bardak şıkırtıları… Yüksek sesli kahkahalar… Keskin bir alkol kokusu… Uğultu halinde konuşmalar… Tam arkasında berrak bir ses…
‘Nasıl davranmasını istersem ona göre kuruyorum mantığı. O da kendi kararı olduğunu düşünerek kuzu kuzu yapıyor.’
Bir anda gözleri açıldı Sinan’ın. ‘Nasıl davranmasını istersem…’ Anahtar buydu lanet olası. Elif Sinan’ı yaşamından çıkarmak istemiş, bunun için de onun gururuna oynamıştı. Canının yanması pahasına Sinan’ı geri dönülmez bir davranışa itmişti. Evinden arkasına bakmadan çıkıp gitmesini sağlamıştı.
İşte şu anda bir şişe Jack olsa, hiç düşünmeden bir nefeste hepsini içebilirdi. Kadın iyiydi. Çok iyiydi. Sinan’ı büyük bir ustalıkla oyuna getirmişti. Yüzüne yerleşen gülümseme, değerli rakibine hakkını teslim ediyordu.
Kuzu kuzu onun istediğini yapmıştı. Eğer Elif kendisi için gerçekten çok değerli olmasa, yönlendirilmiş olduğunun farkına bile varmadan yaşamına devam ederdi Sinan.
Tanrım bu kadın muhteşemdi.
Neden Sinan’ı yaşamına sokmaya direniyordu? Neden bu kadar ölümcül bir yarayı göze almış olabilirdi?
Bu neden Zeynep olamazdı. Elif’in nedenleri bu kadar basit olmazdı. Her ne ise, daha ilk bakışmalarında aralarındaki duvarı çektiğinde vardı ve tamamen Sinan ile ilgiliydi.
‘Onu tedirgin ediyorsun.’
Neden?
‘Onun dengisin.’
Bunu aramıyor mu?
‘Arıyor ama bunu sende bulmuş olmaktan mutlu olmadı.’
Benim farkım ne?
‘Sana güvenmiyor.’
Güvenmiyor, evet. Kendisini bu kadar şiddetle korumaya çalışmasının tek nedeni bu olabilirdi. Sinan’a güvenmiyordu. Nedeni Elif’te gizliydi.
O Elif için doğru erkekti. Elif’in bedeni bunu kabul etmişti. Şimdi geri kalanı için savaşma zamanıydı. Bedeni kadar ruhu da kabul edene kadar, Sinan varını yoğunu ortaya koyacaktı.
Kapıyı açıp arabadan dışarı çıktı. Elif’in dairesinin önüne gidebilmek için on dakika kadar apartman kapısının önünde dikildi. Sinan Özhan korkuyordu. Dudaklarının arasından bir kahkaha fırladı. Kadınları parmağında oynatmayı rutini bilmiş adam, şu an küçücük bir kızın kapısının önüne yaklaşamıyordu.
Derin bir nefes alıp adımlarını attı ve kapının önüne kadar geldi. İçeriden gelen sesleri dinlemek için nefes bile almadı. Kapının altından çok cılız bir ışık sızıyor ama içeride bir canlı yaşadığına dair tek bir belirti görülmüyordu.
Zilin sesini duyduğunda Elif oturduğu yerde korkuyla sıçradı. Kapı zilinin melodisine o kadar yabancıydı ki, kendisine ait olduğunu bile anlamadı bir süre. Kimse gelmezdi ona. Görüştüğü komşusu falan yoktu. Görevli sadece kapıya bırakılan çöpleri alır, zil çalmazdı. Satıcıların giremeyeceği bir sitede yaşıyordu. Zeynep Antalya’da, Sedef İzmir’de, Ceren ajanstakilerle sinemadaydı.
Evde yanan tek ışık olan koridordaki priz lambasını söndürüp söndürmemeyi düşündü bir süre ama kapıdaki her kimse, ışığın söndüğünü fark edebilirdi. Belki ses çıkarmazsa evde olmadığını düşünüp giderdi.
Kapıya kadar parmak uçlarında yürüyüp dışarıdaki seslerden, gelenin kimliği hakkında bir ipucu yakalamaya çalıştı.
Zil tekrar çaldığında korkudan attığı çığlığın dışarıdan duyulmamasının olanaksız olduğunu anlayarak kafasını birkaç kez sessizce kapıya vurdu.
“Kapıyı aç Elif.”
Sinan. Oh Tanrım! Sanki Sinan kapının kendisiymiş gibi dehşetle iki adım geri kaçtı. Kalbi atmayı, nefesi içine sığmayı, dünya dönmeyi bıraktı.
Bu adam neden bırakmıyordu peşini, daha ne kadar zarar verecekti kendisine, neden vazgeçmiyordu, neden yaralarıyla baş başa bırakmıyordu onu?
Konuşabileceğine emin olamadığından bir süre gözleri kapalı cesaretini topladı, sonra kapıya yanaşarak elinden geldiğince otoriter olmasına çalıştığı sesiyle bağırdı.
“Git buradan.”
Sinan, Elif’in sesindeki gizleyemediği titremeyi algıladığında vicdan azabıyla gözlerini kapattı. Elif korkuyordu. O korkusuz kadını sesi titreyen, kapısını açmaya korkan bir kadına çevirmeyi başarmıştı.
İçinden bir küfür salladı. O kapıdan girmek zorundaydı. Elif’e kendisinin bir tehdit olmadığını anlatmak zorundaydı. Bunun için de önce onu tehdit etmek zorundaydı. Düşüncelerindeki ironiyle dalga geçerek derin derin nefes aldı.
“Kapıyı aç Elif. Açmazsan kırarım.”
Kulağını kapıya dayayıp Sinan’ın hareketlerini anlamaya çalışan Elif’in sinirleri bunu duyduğu an boşaldı. İçinden yükselen panikle düşünemedi. Yapabilir miydi, bu kapı kırılabilir miydi?
İçeri koşup yatağın altına saklanıp gözlerini sıkı sıkı yummak istiyordu. Bunun yerine zincirin izin verdiği kadar araladı kapıyı. Siyah deri montunun içindeki yeşil gömleği ve bluciniyle ölümcül derecede yakışıklı ve tehlikeli görünen adam, kapının daracık aralığından bile ona hâkim olmuş, istediği her şeyi yaptırabileceğinden emin görünüyordu.
Dimdik ve kararlı bir duruş sergilemeye çalışarak, “Git buradan Sinan, yoksa polis çağırırım,” dediğinde Sinan’ın gözlerinin neredeyse siyaha dönüşmesi boğazına bir yumrunun oturmasına yol açtı. Adamın şakağında bir damar bağıra çağıra atıyor, sıktığı dişlerinin gıcırtısını duyamıyor olmak Elif’i şaşırtıyordu.
Bir değişiklik vardı onda. Öfkeli değildi. Sadece çok kararlıydı. Sinan bakışlarını kapıdaki zincire indirdiğinde onun yüzünde gördüğü ilkellikten ürken Elif bir adım geriye kaçtı.
Sinan’ın tekmesiyle zincir, inci bir kolye gibi kopuverdi. Elif, yerde zıplaya zıplaya yuvarlanıp dağılan hayali inci tanelerinin sesini duydu. Duvara çarpıp geri gelen kapı, Elif’in donup kalmış bedeninin incinebilirliğini iyice vurgular gibiydi.
İçeri girip kapıyı kapattı adam. Aradaki engelin kalkmasıyla tatmin olmuş ela gözler, son kalenin de kaybedilmesiyle donuklaşmış şehla gözlerin içine baktı.
Konuştuğunda sesinde otoriter bir kesinlik, yumuşacık bir sıcaklık vardı.
“Bir daha sakın bana kapını kilitleme.”