Perşembe Bölüm 9

Perşembe Bölüm 9

Sabahın ilk saatlerinde eve gidip bir duş aldıktan sonra biraz uyudu Selen. Gece boyu içinde süregelen hesaplaşmadan yorulmuştu. Özellikle de yaşananların tümünde kendisini bir dış göz olarak inceleyip eleştirmeye özen göstermekten…

Uyumadan önce aklındaki son düşünce, dört senedir ilk defa zihninde kendisine Yiğit’ten daha fazla zaman ayırmış olduğuydu.

Hastaneye geri dönüşü, biraz da günlüğü okumaya devam etme sabırsızlığını taşıyordu. Artık bir aşk hikâyesi okuyacaktı. Zeyra eve ve Yiğit’in hayatına yerleşiyordu…

Hemşire ve doktor trafiği azalıp odayı sadece monitörden gelen nabız sesine terk ettiğinde, Selen bilgisayarı dolaptan çıkardı. Bu kez huzursuz değil, meraklıydı.

“İlginç bir karaktermiş bu Zeyra.” dedi Yiğit’e. Sanki duyacakmış gibi… Sanki Selen’in ne düşündüğü önem taşıyacakmış gibi…

“Seveceğimi hiç sanmıyorum ama nedense ona saygı duymamı sağladın.”

Açılan programda kaldığı yeri ararken yaptığı sıradan bir sohbetti. Bilgi vermiyor, boşluğu dolduruyordu. Ve işte… Bulmuştu.

“İsteğinle aranda duruyorsam, beni oraya ‘O’ koymuştur.”

Tamam, Zeyra Yiğit istediği için vardı. Ve Selen de bu yüzden var olamamıştı. Okuduğunu çok iyi anlamıştı. Artık devam edebilirdi.

O an, Berfin’in hayatımızdan tamamen çıktığı an oldu. Teşekkürler Zeyra.

Önce dönüp Batu’ya bir şeyler söyledi, dinlemedim. Sonra bana döndü, ilgilenmedim. Ağladı ağlayacak bir yüzle Batu’ya bakıp destek bulamayacağını anladığında, Berfin çantasını toparlayıp masayı terk etti. Şehre nasıl döneceğini ne Batu ne ben umursadık. Onu bir daha hiç hatırlamadık aslında.

Akşama doğru eve döndüğümüzde, Zeyra’nın içeri girmemesi beni sandığımdan fazla sarstı.

“Gün çok güzeldi. Teşekkür ederim. Şimdi kendimle olmam gerek.”

Elini uzatıp yanağıma dokundu, bir süre tenimi hissetti, gülümsedi ve arkasını dönüp yürüdü.

Her şey bir anda tepe taklak olmuştu sanki. Oysa birlikte eve girmemiz, sevişmemiz, duş almamız, sevişmemiz, gülüşmemiz, aşk yeminleri etmemiz gerekiyordu. Bugün bir çizgiyi geçmiş olduğumuzu sanmıştım. Bugün Zeyra ile ‘biz’ olduk sanmıştım. Demek böyle olmuyormuş.

Tamam, biz olmakta acele etmiş olabilirdim ama başa dönmek de beklediğim en son şeydi. Yarın onunla konuşacaktım. Yarın, onun hayatının her detayını öğrenecek, bir daha gitmemesi için elimden geleni yapacaktım.

Ona anahtar vermemiş olduğumu hatırladığımda bütün gece kendime küfür ettim. Yatarken kapıyı kilitlemeyecektim. Yarın da o gelene kadar bahçede oyalanacaktım.

Yaptım da. O gece ve ondan sonraki her gece kapıyı aralık bıraktım. Ama Zeyra gelmedi.

Aşka dair bütün inancım sonraki dört hafta içerisinde toz olup uçtu. Ben onu hayatımın başköşesine yerleştirmek için çırpınırken, Zeyra beni umursamıyordu. O halde ben de onu umursamayacaktım.

O Perşembe, inatla terasa çıkmadım. Perdenin gerisinden bakıp gelişini görmeme rağmen, parka da gitmedim. O bana gelmemişti, ben de ona gitmeyecektim.

Akşama kadar bir kez olsun başını çevirip eve bakmadı. Onun tüm ilgisi gökyüzünde, benimki ise banktaki siyah elbiseli kadındaydı.

Akşam yerinden kalkıp yürümeye başladığında, kalbim öyle hızlı attı ki, duracak sandım. Eve yönelmesini bekledim. Nefesim ciğerlerimde hapis, kapının çalmadığını ve çalmayacağını anladığım an, gittiği yönü görebilmek için dışarı fırladım. Yoktu. Hiçbir yerde yoktu.

O an, içimde Zeyra’ya karşı biriken öfke patlamasına kimsenin şahit olmaması en büyük şansım olmalıydı. Montumu aldığım gibi kapıdan çıkıp bizimkilerin takıldığı bara gittim. Öfke, nefret, intikam duyguları arasında dalgalanıp duruyordum. Eren’in yanındaki kızlardan birini kucağıma alıp öpmek bunu yatıştırmadı. Ben can yakmak istiyordum. Zeyra’nın canını yakmak istiyordum. Benimkinin yandığı kadar onunki de yansın istiyordum.

O gece adını bile hatırlamadığım kızı eve götürüp sabaha kadar seviştim. Uyandığımda kendimi kirli ama galip hissediyordum. Aşk beni yenememişti. Zeyra beni yenememişti. Ama içimdeki öfke de dinmemişti.

Adını sormaya gerek duymadığım kızı her gün eve getirdim. Adını sormadan her gece seviştim. Evin kapısını neden açık tuttuğumu sorduğunda cevap vermedim. Sadece seviştim.

Bir ayın sonunda, Çarşamba gecesi uyumadım. Adını umursamadığım kızı da uyutmadım. Aralık ayında olmamıza rağmen sabaha kadar bahçede oturup günün aydınlanmasını bekledim. İntikamın soğuk yenen bir yemek olduğundan çok emin, gözümü yoldan hiç ayırmadım.

Yolun ucunda göründü Zeyra. Sakin adımlarla parka yaklaşırken, bir an tereddüt ettim. Öyle masumdu ki. Ve öyle zalim…

Adı olmayan kızı bahçe kapısına kadar götürüp öpmeye başladım. Sanki o da yeni gelmiş gibi… Ya da yeni gidiyormuş gibi… Adını biliyormuşum gibi…

Zeyra’nın parka girmeden önce bizi gördüğü anı hafızam kayda aldı. Adımların yavaşlayışını, duraklayışını ve bize bakışını an be an izledim. Yüzünde değişiklik olmadı ama ruhunda olduğunu biliyordum. Onun önünde, görünüşünü bile hatırlayamadığım bir kızı öpüyor olmak benim ruhuma da iyi gelmiyordu.

Kızı bırakıp gözlerimi Zeyra’ya diktim. İhanetim benim canımı yaktı. Onun gözlerinde göremediğim acı benim kalbime aktı.

Âşık olduğum kadın, parka girip her zamanki banka oturdu. Yabancı kadın biraz daha öpülmek için bedenime sokuldu. Onu kendimden uzaklaştırıp bittiğini söyledim. Aslında biten bendim, bunu söylemedim.

Bir kadın kızgın adımlarla taksi durağına yürürken, erkek orospuların bedenlerinin su ile temizlenip temizlenmeyeceğini merak etmekten kendimi alamadım. Bunu görmek için dakikalarca duşun altında durdum ama bir daha temiz hissedebileceğimden hiç emin olamadım.

***

Ekrana donmuş gözlerle bakan Selen’in, okuduklarını sindirebilmek için oldukça uzun bir zamana ihtiyacı oldu. Canı yanıyordu. İhanete uğrayan kendisiymiş gibi nefesi kesiliyordu.

“Bunu neden yaptın?”

Anlamak zorundaydı. Zeyra’nın Yiğit’e yaşattığı, onun kendisine yaşattığından farklı değildi. Ama Selen bunun için öfkelenmemişti. Selen bunu seçmişti.

“Belki kız korkmuştu? Belki seninle bu kadar yoğun bir ilişkiye hazır değildi? Belki koşulları uygun değildi? Hakkında bir şey bilmeden, ona sormaya gerek duymadan neyin intikamı bu?”

Hep bu yapılıyordu değil mi? İnsanlar, hayatına almaya karar verdiği kişinin koşullarıyla kendisininkini harmanlayıp ortak bir yol açmayı düşünmeden, onu kendi hayatına monte etmek istiyordu. Mevcut düzen bozulmadan, o da sevgili ya da eş bölümüne yerleştiriliyordu.

Yiğit’in istediği buydu. Selen’e yaptığı, Zeyra’dan beklediği buydu… Zeyra yirmi yaşında bu tuzağa girmemeyi başarmıştı. Selen ise ondan iki yaş daha büyük olmasına rağmen kendisini yok edeceğini bildiği bu talebe hayır dememişti. Neden? Çünkü çok sevmişti.

‘Gerçekten mi?’

Bilmiyordu. Herhalde sevgiydi… Ya da saplantı. Yiğit’in Zeyra’ya olan duyguları gibi… Saplantı. 

Ve saplantı, var olanı da yok ederdi.

Saatler sonra cesaretimi toplayıp parka inmeyi başardım. Yanına yaklaştığımda Zeyra bana bakıp gözlerini yeniden gökyüzüne çevirdi.

Ses çıkarmamasına güvenerek yanına oturdum. Kalbim sıkışıyor, nefesim tıkanıyordu. Ama o koordinattan başka hiçbir noktada bulunmak istemiyordum.

Konuşmadı benimle. Bakmadı da. Yüzünü inceleyip karşılaşacağım tepki ile ilgili bir ipucu yakalamaya uğraştım, yoktu. Zeyra’da bana karşı hiçbir tepki yoktu.

“Yukarısı daha sıcak. Orada bekle babanı.” diyerek elinden tuttum ve banktan kaldırdım. İtiraz etse bile hiç olmazsa konuşacaktık.

Cevap vermedi. Elinden tutup yanıma çektim, direnç görmeyince şaşkınlığımı göstermemeye çalışarak eve doğru onunla birlikte yürüdüm.

Eli elimdeydi ama tutan bendim. Teni tenimdeydi ama ısınan bendim. Zeyra ilk günden de uzaktı artık. Pes etmedim.

Eve girdiğimizde siyah paltosunu aldım üzerinden. Altında yine siyah elbisesi vardı. Elbise hep aynı elbise miydi, bunu bilemezdim. Detayları fark etmezdim. Ama hep siyahtı, hep mis gibiydi, hep Zeyra’ya özgüydü.

Bana bakmadan çıktı terasa. Hava hala yumuşak olsa da terası kış aylarının düzenine geçirmiştim. Üç yanın camlarını kapatmış, güneşlik yerine cam tavanı örterek küçük bir camekâna sahip olmuştum. İçerisi ısıtılıyordu ve sıcaktı. Zeyra burada üşümezdi.

Küçük sandviçler, sıcak soğuk içecekler… Su ısıtıcısı… Bir anda donatıvermiştim yanındaki masayı. Rüşvet veriyordum. Kandırmak istiyordum. Burada kalsın, babasını burada beklesin istiyordum.

Dönüp bakmadı bile masaya. Gözleri üzerime ilişmedi.

Akşamüstüne doğru oturduğu şezlongun yanına çömeldim. Gözleriyle aynı hizaya yaklaşıp içlerine ulaşmak istedim. Onları benden saklayan saçlarını kenara çekmek için elimi uzattım. İrkilmedi. Çekilmedi. Kalbim duracak sandım. Eğilip dudaklarının kenarına kendiminkilerle dokundum. Öpmedim. İzin istedim. Ne evet, ne hayır… Kokusunu içime çektim. Dayanamadım.

“Özür dilerim Zeyra.”

Cevap vermedi.

“Benimle olmayı reddetmen canımı çok yaktı. Seninki de yansın istedim. Özür dilerim.”

Hiç konuşmadı.

“Sen ne şekilde dersen kabul edeceğim. Seni hiçbir şey için zorlamayacağım. Lütfen sadece gel. İstediğin zaman. Sadece gel.”

Dönüp bana baktı. Yüzü ifadesiz, yabancıydı. O yabancılığı silmek istedim. Bana yeniden ışıl ışıl baksın istedim. Dudaklarına uzandım, öpmek istedim.

“Yola yeni eşinle devam etmelisin.”

Kalbimi ellerine almış sıkıyordu. Bıçağı sokmuş buruyordu. Ateşe atmış yakıyordu.

“Benim eşim sensin. Senden başka eş istemiyorum.”

“Teninde başka tenin kokusu var. Başka kokular arasında kendi kokumu kaybederim.”

Gözlerimi kapattım. Bunu bağışlatmanın bir yolunu bulmak zorundaydım. Nasıl yapılır bilmiyordum.

“Sen olmayınca kayboldum ben. Kokum kalmadı. Tenim kalmadı. Ruhumu bulamadım. Sen benim eşimsin. Çünkü hepsi senin yanında özüne kavuşuyor. Lütfen Zeyra. Canını acıtmaya çalıştığım için beni bağışla. Bir daha asla olmayacak. Söz veriyorum sana.”

Cevap vermedi. Gözlerime uzunca bir süre bakıp bakışlarını yeniden gökyüzüne çevirdi.

Cevabı bilmek zorundaydım. Bilmeden nefes alamayacaktım. Uzanıp dudaklarının kenarına yerleştim. Kokladım tenini. Çekilmedi.

Dudaklarımla dokunmaya devam ettim. Tenimle sevdim onu. Çekilmedi.

Dilimle izin istedim, süzüldüm sıcaklığına. İtiraz etmedi.

Cevabımı almıştım, yüzsüzlük etmedim. Onu orada bırakıp evin içindeki günlük yaşantıma geri döndüm.

Yatak odasına girip yatağa iğrenerek baktım. Adını bilmediğim bir koku her yeri istila etmişti. Yüklükten iki yorgan ve yastık aldım. Salona götürüp yorganın birisini ortaya serdim. Çarşaf getirip üzerini örttüm. Yastıklara, diğer yorgana kılıf geçirdim ve ikimizin kokusuna sahip olacak yatağımızı hazırladım.

Zeyra için yaptırdığım anahtarı yastığının yanına koydum.

Hava karardığında, elinden tutup salona götürdüm. Hiçbir duygu yansıtmayan gözleriyle yer yatağına baktı.

Anahtarı işaret ettim. “O senin. Ne zaman istersen gelebilmen için. Almak istemezsen, kapıyı açık bırakacağım. O olmadan da girebileceksin.”

Onaylamadı, itiraz etmedi. Kucağıma alıp yer yatağımıza yatırdım. Kendime çekip sarıldım. Kokusunu derin derin içime çektim ve sadece onu kollarımda tutabiliyor olmanın huzuruyla yetindim.

“Yarın yeni bir yatak alacağım. İkimizden başka kimsenin kokusunu barındırmayan bir yatak. Ve tenime bundan sonra senden başka hiçbir ten dokunmayacak.”

Bilgisayarın kapağını sertçe kapatıp bir süre Yiğit’i seyretti Selen. Acının yoğunluğundan, artık hiçbir şey hissedemediği bir noktadaydı.

Gözünden tek bir damlanın süzülmesine engel olamadı.

Dilinden de tek bir kelimenin…

“Yalancı.”