Perşembe Bölüm 34

Perşembe Bölüm 34

Hayaller, küçücük şeylerle yerle bir olabilir. Çok önemsiz. Minik bir detay. O kadar minik ki, dikkat bile çekmez. Kapıdaki zincir gibi. Koskoca kapıdaki minicik bir zincir.

Ama işte o zincir, Selen’in kalbini mutlulukla dolduran bir hayali yerle bir etmeyi başarmıştı. Sadece hayaller zinciri takılı bir kapıdan girip çıkabilirlerdi. İnsanlar değil.

Zorlukla giyindi, cüzdanını cebine atıp aşağı indi. Güvenlikten taksi çağırmasını isteyip en yakın hastaneye gitti. Sabaha karşı bedenine verilen serum etkisini birkaç saat içinde göstermişti. Hemşirelerden salgın olduğunu, birçok kişinin aynı belirtilerle hastaneye geldiğini de öğrendi. İlaçlarını hastanenin eczanesinden alıp eve döndü.

İlk iş, patronuna telefonunun bozulduğunu bildiren bir mail attı. Serkan Bey’i tanıyorsa, evine yeni bir telefonun gönderilmesi bir saati bile bulmazdı. Bulmadı da. Maili attıktan tam 45 dakika sonra yeni telefonuna bilgileri indiriyordu.

Bulut denilen olay muhteşemdi. Eski telefondaki bütün bilgiler… hatta programlar… yeni telefonuna gelmişti. Yiğit’in günlüğe yüzükle ilgili yazdığı yazı da bulut sayesinde Selen’e görünmüştü ya zaten.

Bir anda oturduğu yerde dikilip yılan görmüş gibi mutfak masasındaki bilgisayara dikti gözlerini. Günlüğe haykırdığını hatırlıyordu! ‘Hayır!’ demişti, ‘Yapma!’ Dememişti, yazmıştı.

Kalbi sıkışarak bilgisayarı açtı. Yiğit görecekti. Programı açtığı an, Selen’in yazdığı şey onun bilgisayarında da görünecekti.

Bilgisayar tamamen açılınca programı açtı. Doğrudan günün tarihine gelmişti sayfa.

26 Mayıs.

‘Tarihe Git’ 1 Haziran 2013.

Oradaydı işte. Yarım sayfa boyunca isyanı, zavallılığı. Sildi bütün satırları. Yiğit programı açmadıysa güncelleme de yapmış olamazdı. Bundan sonra… görmesindi. Gerek yoktu.

2 Haziran.

Sergiye gitmek bile gelmedi içimden. Başka bir kadına kaçmanın ne anlamı var ki?

4 Haziran.

Siktir!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Ne? Ne küfrüydü şimdi bu? Ne olmuş olabilirdi o gün? Merakla ajanda programına girerken, sergideki kadına gitmemiş olmasının mutluluğu yüzünden okunuyordu.

Ne vardı o günlerde? Toplantılar… görüşülen kişiler… Hayır. Anormal hiçbir şey yoktu. Ertesi gününde bir emlakçı görüşmesi olmuş sonraki gün de yeni evi tutmuştu Yiğit. O zaman… Tabii ya. O küfür Selen’in öpücüğüneydi.

Tık. 5 Haziran.

Buraya kadarmış. Artık kaçacak bir yerim de yok gitmek istediğim bir yer de… Zihnimi toparlayamıyorum.

Selen odama gelmiş, o günün programını okuyordu bana. Dalıp gitmişim sanırım. Öyle bakıp kalmışım ona. Sustuğunu fark edemedim. Gözleri benimkilerle dudaklarım arasında gidip geldiğinde hareket edemedim. Arkamı dönsem… geçip giderdi o an. Bense bekledim.

Parmak uçlarında yükselip dudaklarını dudaklarıma dokundurdu. Öpmek değildi. Dokundu öylece. Nasıl öpüşüldüğünü bilmediğini anlamam biraz zaman aldı. Birbirimizin dudaklarında asılı kaldık o sürede. Gözleri açıktı. Seyretti beni. Tepkimi. Hayatımda bu kadar yumuşak, tapılası bir duygu hissettiğimi hatırlamıyorum. Bedenim değil ama ruhum şahlandı o an. Hayatımın hiçbir döneminde, erkek sıfatının anlamını bu kadar kavradığımı sanmıyorum. İnanılmazdı. Nirvana’ya ulaşmak gibi. Ulaşmak istenilen nokta neresiyse kendini orada bulmak gibi…

Hissettiklerimi kelimelere dökmem mümkün değil. Doyum amaçlamayan bir ereksiyondu ruhumda dolaşan. Bana sanki ‘Bak,’ diyordu… ‘Erkek olmanın en yüksek noktası burası.’ Öyleydi.

Dudaklarını dudaklarımla tanıştırdım yavaşça. Her bir hücrem onunkine dokundu sanki. İki tenin temasını dudaklarımda tanıdı. Önce sürtünerek. Uzaklaşıp yakınlaşarak. Hiç hareketsiz iki çift dudak… Sadece birbirine değerek…

Sonra koku duygusunu hissettirdim ona. Nefesimi onun teninden aldım. Taklit etti beni. İçime çektiğim her nefeste onu içtim. Gözlerim, dudaklarım ve tenim dışında hiçbir şey algılayamadığına eminim. Ben öyleydim çünkü. Sadece Selen vardı. Dudakları… kokusu… irislerine kadar titreyen gözleri.

Dakikalar sürdü. Dudaklarımı araladığımda dilimi ona dokundurmamak için çok çaba harcamam gerekti. Sadece ağzımla dokunmaya devam ettim. Ona da öğrettim. Dudaklarının dışı kadar içinin de dokunmayı seveceğini… İlk onun dili uzandı bana, ölüyorum sandım. Bilerek yapmamıştı, şaşırmasından anladım. Dilimle dudaklarını sevince gözlerini kapattı ve sanki dünyam sarsıldı. Çektim kendimi. Ben o gözleri istiyordum. Onlardaki duyguları. Şaşkınlık, merak, heyecan, aşk… Gözlerini açınca devam ettim, kapatınca durdum. Konuşmaya ihtiyacımız yoktu, görüyordum. Onunla böyle olacağını hep biliyordum.

Ağzının içine süzülmem orgazmların en büyüğü idi sanırım. Eğer âşıksan, bir kadının içine süzülmekle aynı hazzı veriyor. Ben âşıktım. Onu öpmek de hayatımdaki en büyük doyumdu.

Ne ellerim ne bedenim dokunmadı hiç ona. Ama ağzının her noktası artık benimdi ve o da beni en ücra köşelerime kadar kendinin yaptı. Bedenim, Selen’in tadını almıştı ve benim için dünya üzerinde bir daha hiçbir şey aynı olmayacaktı.

O an… Park Yolu’ndaki evin benim için bittiği an oldu. Artık duramazdım. Selen’in bedeninde kendimi kaybetmeden hayatıma devam edemezdim. Bunu da o evde yapamazdım.

İçinde sadece Selen’in olacağı bir evim olması gerekiyordu. Selen’in o eve ait olması gerekiyordu. Selen’in bana ait olması gerekiyordu. Hayatımın sonuna kadar Selen’in içinde olmak istiyordum. Kendimi durdurmam gerektiğini biliyordum. Ama artık durmayacağımı da biliyordum.

Bu kararı verdiğim an onu öpmeyi bıraktım. Dünyaya geri dönmesi bir on dakikayı buldu sanırım. Seyretmesi bile her şeye bedeldi. Değişmişti. Kadın olmaya bir adım atmıştı. Benim kadınım. Karım.

Bazı kelimelerin, içinde aşk barındığında ne kadar farklı anlamlara kavuştuğunu da o an öğrenmiş oldum.

Karım.

Bu kez oyun değildi. Sadece şefkat içermiyordu. İhtiyaçtı. Benim ona olan ihtiyacım. Hayatımın sonuna kadar içinde olmak istediğim kadını ifade ediyordu. O an bununla öyle birleşti ki bu kelime, onun içine süzülmeyi istediğimi yüksek sesle bağırmakla aynı anlama sahip oldu. Bu kelime, Selen ile kutsal oldu. Selen oldu.

Benim kelimelerim sadece Selen’e ait olacaktı. Bunu da sadece ben bilecektim. Selen… Bu dünya üzerinde bu beş harf kadar beni sarhoş edebilecek bir kelime daha yoktu. Selen, her şey demekti. Selen ben demekti. Mutluluk, huzur, ait olmak demekti. Bu dünya üzerinde söylenmeye değecek tüm sıfatların öznesiydi. Karım. Kadınım. Aşkım. Anlamım. Özlemim. Korkum. Her şey. Ben o her şeyin ardına soyadımla ilişecektim. Selen Ünsal. O ve ben… İkimiz… Biz.

Eğer ardı ardına tokat yemiş olsa, Selen kendisini bu kadar hırpalanmış hissedemezdi. Bu düzeyde bir duygu yoğunluğunu tahmin etmesi mümkün değildi ama… bunu hiç fark edememiş olmak… aksine, yokmuş sanmak… Eksikliğinde ezilip solmak…

Bunun suçu kime aitti?

Suç, evet. Bu bir suçtu. Bu bir katliamdı. Yiğit’in olağanüstü duyguları neye takılarak Selen’e ulaşmadan kaybolmuştu?

Selen’in olgunlaşmamış çocuk-genç kız bakış açısına fazla mı gelmişti Yiğit’in duygu zenginliği? Yoksa Zeyra’nın matematiğin aczi olarak tanımladığı da, Selen’in acizliğinin bir benzeri miydi?

Her şey baştan aşağı yanlıştı. Bilerek, isteyerek, kasıtlı değildi ama yanlıştı. Selen Yiğit’i sevmiş ama hiç görememişti.’ Zeyra’nın dediği gibi… Hayalimdeki sevgili… Sevdiği o muydu?

‘Yine kendini Yiğit’e kurban ediyorsun. Yapma.’

Yiğit’in Zeyra’nın zekâsı karşısında kendi zekâsını hiç ezdirmeyişi geldi aklına. Ne demişti hep? ‘Fazla olan Zeyra idi. Yiğit eksik değildi.’ 

İşte Yiğit’in özel oluşu bundandı. Hep kendisine saygı duymuştu Yiğit. Daha iyi olan hiçbir şey karşısında ezilmemiş, sahip olduklarına inanmıştı.

Selen mi? O Yiğit’in sevgisi karşısında ezilip gitmişti.

‘Yapma.’

Tamam. Tamam. O zaman, Selen de öğrenirdi. İyi bir öğrenciydi. Daha basitinden olsa da onunki de sevgiydi. Onun Yiğit kadar birikimi yoktu. Zeyra gibi sınavları olmamıştı. O el bebek gül bebek, ailesinin bir tanecik kızıydı.

Ama o, Yiğit’i kendisine âşık etmişti. Öyle güzel anlatılan bir aşkı Yiğit Selen’e duymuştu. Bu bir hiç yüzünden olmuş olamazdı. Hem Selen mücadele etmeyi de iyi bilirdi. Yiğit’in kendisinden kaçmasına asla izin vermemişti. Onu köşeye sıkıştırmış, çaresiz bırakmıştı. Güçlü olan Selen idi. Sadece bunu hiç bilmemişti.

Artık değil.

Yiğit’in ruhunu okuduğu o kelimeler, Selen’in çocuk-genç kız çağının sonunu getirmişti. Selen şimdi kadın olmuştu. Gücünün farkına varan, ne istediğini olduğu kadar bunu elde edebileceğini de bilen bir kadın. Ve Selen, kendisini bu kadar özel seven o erkeği yaşamında istiyordu.