Anna Bölüm 9
Sanal ortam gerçek hayattan farklıdır. Orada herkes ekrandaki bir resim ya da satırdır. Resim başkasına ait olabilir. On dört yaşında bir çocuğun altından kırk sekiz yaşında bir erkek çıkabilir. Avcı bunu herkesten iyi bilir, o yüzden de temkinlidir. Avını seçer, inceler, konuya giriş yapar, sonra kapıp götürür.
Bu aşamalardan herhangi birinde aksama olursa… Mesela o avı değil de av onu seçerse ya da konuya girişi av yaparsa o iş güvenli olmaktan çıkar, avcı avdan vazgeçer. Yeni bir av peşine düşer.
Serhat ile ilgili dikkatli olmam gereken nokta buydu. Ona, avcının hep kendisi olduğunu düşündürtmek zorundaydım. Anna’yı kendisinin bulduğuna inanmasını sağlamıştım. Rahatça inceleyip hakkında fikir edinmesinin yollarını da açık bırakmıştım. Şimdi konuya giriş yapma aşamasındaydı ve bu noktada asla hata yapmamam gerekiyordu.
Bekledim.
Sonraki günlerde Serhat Anna’nın yayınladığı her şarkıyı, her fotoğrafı beğendi.
Bekledim.
Kendisini Anna’ya hissettiriyor, onunla ilgilendiğini bu şekilde belli ediyordu.
Bekledim. Avcı avına adım adım yaklaşıyordu. Av da oturduğu yerde tırnaklarını törpülüyordu.
Anna iki gün boyunca hiçbir beğeniye sesini çıkarmadı. Üçüncü gün, Serhat tarafından seni durdurabilecek olsaydım şiirine beğeni gelince, törpüsünü kenara koydu, ellerini birbirine geçirip parmaklarını kıtlattı ve başladı.
– Bunu niye beğendin ki?
Bu, Anna Sedefoğlu’nun Serhat Yıldırım’a yazdığı ilk cümle oldu. Şiirin altına… Azarlama formatında olduğundan, konuya giriş yapanın, konuşmayı başlatanın Anna olduğunu Serhat hiç anlamadı. Aksine, cevap aldığını sandı.
– E sen neden yazdın ki 🙂
– Ben yaşadım yazdım.
– Peki o zaman beğenmeyeyim 🙁
Av, tırnaklarını törpülemeye devam etti. Avcıya şimdilik bu kadar mama yeterdi.
Avcıyla zıtlaşmak iyidir. Bu onu tahrik eder. O fotoğrafa ‘Beğendiğin için teşekkür ederim.’ falan yazsam, döner arkasını gider. Ama terslersem artık istese de gidemez.
Bunu herkesin çok iyi biliyor olması gerek aslında. Hepimiz bize kul köle olanları ezip geçerken köpek çekenin peşinde helak olmaz mıyız? Fanatik aşklar istenmediğimiz yerlerde yaşanır. İstendiğimiz yerler bize ya yüktür ya ayrıntı.
Bir iki kişi itiraz edebilir şimdi buna da işte… hepsi hepsi bir iki kişi. Oysa tarihe bakın. Onu geçtim Wattpad’de yazılan hikâyelere bakın. Aşklar hep nefretlerden, intikamlardan, zorlamalardan doğmuyor mu?
İşte Anna da Serhat üzerinde bu zaafı kullanıp ona köpek çekti. Salladığı kırmızı bayrağa Serhat’ın dayanması mümkün değildi. Ertesi gün Facebook sohbetteki ilk özel mesajın o-ooo’su Bilirtek’te çınladı.
– Selam nasılsın?
Ehe.
Ehe ehe.
Zuhahahahahahahah.
Tamam Deniz. Sen mükemmelsin.
Zuhahahahahahahah.
Alış artık buna.
– İyiyim sen nasılsın? Sadık beğenicim.
Görüldüğü üzere hemen biraz mama veriyoruz. Her koyulan resmi beğendiği için onu bir güzel ödüllendiriyoruz. Ve artık köpek çekmeyi de rafa kaldırıyoruz. Avcımız başarı üzerine başarı kazanmak için rahat rahat yürüsün hedefine.
– Evet, hoşuma gidiyor seni beğenmek 🙂 Kızıyor musun yoksa 🙂
Şimdi. Kuzey yönünden gelen çapkın erkek saldırısını hemen tespit edelim bir önce. Kız yazıların beğenilmesinden bahsederken, adam anında kızın beğenilmesine taşıyor olayı. İtiraz görmezse aynı çizgide devam edecek.
Hemen kabul etmeyelim. Azıcık Araf’ta tutalım.
– Yazdıklarımı beğeniyorsun. Bu güzel bir şey.
– Evet hepsinde fırtınalar esiyor.
Ay sen fırtınadan ne anlarsın acaba? Şeytan diyo git ensesine bir tane patlat!
– Profilinde Ankara demişsin. Neresi Ankara’nın?
Tabii o şu an sizin okuduğunuz kadar düzgün bir Türkçe ile yazmıyor. Bu benim size özel kıyağım.
– Çankaya’ydı bir zaman. Bundan bahsetmeyi sevmiyorum. Üzüyor beni boş ver.
İki üç damla gizem damlatalım sohbete, değil mi ama… Niye üzülüyor acaba bu kız, dı dı dı dııııın.
– Peki Türkiye’de bir takım tutuyor musun?
– Beşiktaşlıyım (inadına. Serhat Fener’i tutar. Bu onu kahredecektir.)
– 🙁
– Siz erkekler! Ne fark eder ki surat asılıyor?
– Bugün FB GS maçı var ya ondan sordum. Ayrıca tabii ki pek fazla bir önemi de yok. Neyse sen sevmiyorsun, bunu da kapatalım o zaman 🙂
Sen ne dersen ben ona uyarım, modu. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı olayından farkı yok yani.
– Düşünceli beğenicim =)
Şimdi burada gülüşe dikkatinizi çekeceğim. Deniz Divanova 🙂 güler, Anna =) gülüyor. Serhat’ın alışık olmadığı bir gülüş ve artık Anna’nın simgesi olacak.
– Sen yaz ben beğenirim, okurum. Sen bana aldırma. Ama yazdıklarının içten olması hoşuma gittiği için takipçin olacağım. Neticede seni beğenmek çok da zor değil hani 🙂
Ba ba ba ba.
Şimdi bu herif bu işi yıllardır yapıyor ve her zaman en az dört beş sevgilisi oldu. Denizkızı, Kara Melek, Sarı Tavşan, Pembe Turna, Turkuaz Balina… Artık ne renk hayvanat varsa. Bu ucuz konuşmalarla becerdi bunu. Oysa internette biri bunları bana, Deniz’e söylese, cevabım
– puahahahahhah
olurdu. Bende kesin ve şükür ki bir eksiklik olmalı. Eh bu da beni Deniz yapıyor zaten.
Ama Anna farklı elbette. Lütfen. Deniz ile hiç karıştırmayalım onu. O, ağdalı bir vakarla avcıyı sosyal ortamına kabul etti.
– Teşekkür ederim. Sadece gerçekten beğendiklerini beğen. O zaman içim ısınır. Her şeye beğen basanlara gıcık oluyorum. Seçmek lazım.
Mesaj 1. Yeterince uyanık değilim. Sana kanıyorum. Aynen devam et.
Mesaj 2. Kendimi, beğenilmesi kaçınılmaz paylaşımlar yaptığımı düşünecek kadar seçkin buluyorum. İyi bir avım.
Dip not. Burası dip değil. O zaman ara not.
Anna’yı severim. Sonuçta onu ben yarattım ama paylaşımları özellikle iğrenç. Ağlak ağlak. Çünkü o bir kurban profili.
Deniz Divanova’nın profilinde böyle şeyleri asla bulamazsınız. Vardır elbet benim de paylaştıklarım ama onları bu aptallar gibiler değil sadece siz anlarsınız.
Mesela… Ben çok severim bu şiirimi.
sevgiyi, sadece sarılıp öpmek sanan yalnız ruhlar…
yergiyi, yapanı yererek yok edeceğini sanan sığ ruhlar…
iyiliği, karşılığını vermek gerekirmiş sanan cimri ruhlar…
kendisinden verecek tek bir şeyi bile olmayan balon ruhlar…
çocukken kumdan kalelerimizi yıkanlar işte hep o ruhlar.
Bir de şu kalmış hatırımda.
Kimse, sandığı kadar çok değil.
Dünyaya sunduğu, kendi değil.
Dünyanın gördüğü, onun sunduğu değil.
İlişkiler bu yüzden sürekli değil.
Oysa çocukken neysek oydu.
İlişkiler sunumsuz kurulurdu.
Bugün, kendimizi yutturamadıklarımız hala onlardır.
Elimizde kalanlar da hala onlardır.
Kendimce tanımlarım olur arada.
Zaman; kimini vezir, kimini rezil olarak gördüğümüz değişim süreci…
Tarih; yaşamları, verdiğinden daha fazlasını almak üzerine kurulu insanlara hadlerini bildirmek üzerine yapılanmış bir manzume…
Ve sanki onca olayda Deniz hiç isyan etmedi mi?
hep bana diyor herkes
hep bana hep bana
öyle alışmış ki almaya
verdiğin zaman bile
kızıyor sana
daha daha!
öyle verme böyle ver
şunu verdin bunu da ver
tabii neden olmasın,
alsana,
al sana!
Çünkü kankaların yeri farklıdır insanın hayatında. Aileden biri ama değildir. Seçilmiş sevgidir. Değer verilen, paylaşılandır. Hayatları, bedenleri birleştirmeden birlik olunandır. Tanımı yoktur. Çoğu ortamlarda kabulü bile yoktur. Sadece o acırsa siz hissedersiniz, mutluluğuna omuz verirsiniz, ayrı düşseniz de hep bıraktığınız yerden devam edersiniz. Şimdi size anlatırken gülüp eğleniyorum ama her sevgi biterken çok acıtır aslında. On senelik kankamın bir hayal olduğunu keşfetmek hazmedilir mi kolayca?
hazmedemiyorum
hiç şarkı dinleyemiyorum, biten sevgilere o ağıtlar
keşke bile diyemiyorum, yok’a uymuyor pişmanlıklar
sana baksam, bulamıyorum
anılarla avunamıyorum
mezarın yok, gidemiyorum
ağlamayı hazmedemiyorum
yokmuşsun ki sen, yalanmışsın baştan sona
benim duygularım dolmuş senin sandığım yıllara
senden nefret etmiyorum
çünkü sen’i sevmiyorum
hiç varolmamış biri için
ağlamayı hazmedemiyorum
hayatın dışında kaldı geriye kalan yıllar
umut bile edemiyorum, çer çöp oldu duygular
bir boşlukta kanıyorum
buz oldum, ısınamıyorum
doyasıya ağlayabilmek için
kendi mezarımı arıyorum
Güzel güzel Anna’yı anlatırken neden delirdim ki ben bir anda?
Korkuyorum sanırım. Şimdi sizler okudukça Anna ve Deniz karakterleri içinizde yavaş yavaş birbirine karışmaya başlayacak ya… Onu ben sanacaksınız. Beni o kadar sanacaksınız. Bu yüzden buraya bu saplamayı yapalım. Hatta en iyisi biz buna iyi polis kötü polis diyelim ve Deniz’in mottosunun ne olduğunu hep aklımızda tutalım.
İyiyim diyenden korkacaksın.
– Neden sınırlama getiriyorsun? Ben beğenmezsem zaten tıklamam, sen kafanı yorma.
Ay bu da hala konuşuyormuş ekranda bıdır bıdır.
– Anlaştık arada sen de yaz ama. Belki ben de beğenirim.
Ne beğeneceksem? Yalanımı… neyse.
– Yazma işi bir kabiliyet gerektirir. Ben daha çok okurum. Bir de senin kadar duygusal olabilecek kadar kimseyi de sevmedim.
Hoşt! Ne sevmesi lan? Daha ilk selamını on dakika önce verdin! Ben buna cevap falan yazamam. Ben buna kafadan girerim!
– Neyse boş ver, zorla yazarsam sahte bir şeyler çıkar ortaya. O da ilişkilerin sahte başlamasına sebep olur. Bu yüzden ben yazmayayım olur mu?
İnanın ağlamak istiyorum. Kızı sevme moduna anında girdi, bu bir. İlişkilerdeki sahtelikten bahsederken midem bulandı bu iki.
Suratındaki ifadeyi, gözlerindeki pis bakışı karşımdaymışçasına gözümde canlandırabiliyorum. Her bir hücresinde nasıl bir düşüncenin dolaştığını adım gibi biliyorum. Nereden mi? Eskiden olsa ve o anda çişi gelse, tuvaletten dönene kadar Anna ile yazışmaya devam eden ben olurdum da… oradan.