Anna Bölüm 8
Tam yirmi gün sonra, Serhat’tan Anna Sedefoğlu’na arkadaşlık teklifi geldi.
Neyse ki Bilirtek’teydim. Yoksa barın ortasında yerde dizlerinin üzerinde kayıp yumruklarını önce havaya kaldıran, sonra dirseklerini kıvırarak geriye çeken kırk altı yaşında bir kadın, sanırım çok sansasyon yaratırdı.
Maçlarda gol atanların bu hareketi yaparken aldığı zevki ben hiç anlamamışım. Ne muhteşem bir duyguymuş bu arkadaş. Birileri üstüme çullansın, beni yere devirsin, ezileyim falan diye de bekledim ama yalnızdım, bu kadarıyla yetindim.
Şimdi ben kırk altı yaşında kadın diyorum ya, sizin aklınıza bildiğin kocaman kadın geliyordur. Kazın ayağı öyle değil ama. Bu Deniz Divanova dediğimiz yaratığa dışarıdan baktığınızda, otuz beş bile demezsiniz. Çünkü makyaj yapmıyor, blucinden başka bir şey giymiyor, kırıtarak yürümüyor, ben olgunum ayaklarına yatmıyor.
Kendisinin bir ağacın tepesinde meyve yerken görülmesi çevresi için hiç de yadırgatıcı değil. Çift kale maç yapabilir, havuzun yanından geçerken onun tarafından suya itilebilir, kırk yaşındaki kocaman teyzelere gayet inanarak Abla dediğini duyabilirsiniz. Hani okurken ona göre okuyun istedim.
Ne biçim rakam o kırk altı ya… İnanın ben de anlam veremiyorum. Neyse…
Masama geri dönerek ellerimi birbirine geçirip parmaklarımı kıtlattıktan sonra, uzun bir süre ekrandaki arkadaşlık teklifine baktım.
Öyle hemen olmaz. Bekle bakalım biraz. Anna kabul edecek mi? Anna seni mi bekliyor? Yoo, ne münasebet.
İki gün süründü o istek listede. Ancak ondan sonra kabul etti Anna Serhat Yıldırım ile arkadaş olmayı.
Şimdi artık daha dikkatli olmak gerekiyor. Yaptığım her hareket, Serhat tarafından izlenecek. Yazdığım her yazı, koyduğum her resim, onun duvarında görünecek. Aman diyeyim.
Peki, bu yirmi günde Deniz ne yaptı?
Baştan aşağı bir Anna Sedefoğlu yarattı. Kimdir, nedir, anası, danası, huyu, suyu, arkadaşları, iş çevresi, oturduğu yer, evin içi, kıyafetleri, görünüşü, daha aklınıza ne gelirse. Günün neredeyse on beş saatinde önünde kâğıt kalem, çizelgeler çıkararak, zamanları işaretleyerek, her olayın kaç yılında olduğu kadar o yılda Anna’nın kaç yaşında olduğunu, olaydan bugüne kaç yıl geçtiğini not alarak helak oldu.
İş sadece Anna ile bitmiyordu. Arkadaşlarına da birer kişilik, yaşam, posta adresi, bunlarla yazışmalar yapmak gerekiyordu. Öyle ki, Serhat Anna’nın eposta kutusuna bakacak olursa -ki bunu mutlaka yapacaktı- orada bu arkadaşlarla yazışmaları görmeliydi. Hepsi bu yirmi gün içinde değişik zamanlarda Anna’ya işle ilgili postalar attılar. Yazışmalar İngilizce ve kısaydı. Dosyalar gönderildi, fotoğraflar eklendi, ama özel hiçbir şeye girilmedi.
Yirmi günde Makedonya’nın coğrafi konumunu, tarihçesini, ekonomik, sosyolojik durumunu, dilini, dinini, anasının nikâhını çalışıp gerekli notlarımı almıştım. Artık masamda sayfalar dolusu not ve çizelge bulunuyordu.
389 32 Makedonya Stip alan kodu (telefon)
100.00 MKD = 3.25701 TL
…1928-1938 senelerinde fiyatlar sabit idi. Hatta gerileme vardı…
…borçlular borçlarını ödeyemez oldular. Bir memurun maaşı 1000 ilâ 2500 Dinar arası idi…
Günlük Yevmiye 6-10 Dinardır.
1 kg. Pirinç 8 Dinar
1 kg. Ceviz 8 Dinar
100 gr. Çikolata 2 Dinar
1 kg. Tuz 2 Dinar
1 kg. Sabun 12 Dinar
1 kg. Un 2 Dinar
1 Paket Sigara 4 Dinar
1 Euro = 60 Dinar
Makedonya’dan başka Makedonca kelimelerden oluşan bir listem bile vardı. Odam da ja fakjam brzata prica itrica……wish me luck tonight!
Polis 192
İlkyardım 193
Çekici 196
Gümrük Şikâyet Hattı 197
Makedonya Otomobil kulübü (AMCM) 00389 23 181 181
Bunlar lazım olacak mıydı? Hayır. Ama nerede ne gibi bir espride kullanılacağı elbet bilinmezdi. Alo 155 diyecek halim yoktu ya. Alo 192 diyecektim… Ben öyle dediğimde Serhat 192 de ne diyecekti. Ben dünya üzerinde bir insanın Alo 192’yi bilmiyor oluşuna çok fazla şaşırınca da bir daha bu tür şeyler sorup rezil olmamayı aklının bir kenarına not edecekti.
***
Yazar burada haşırt dı bilekbord tarzında sahneye giriş yaparak okura nanik yapar.
Hani… Seçilmemiş okuyanlar bilirler. Elif insanları yönlendirebildiği için sıkılırdı ya… O yüzden yönlendiremeyeceği insanlar arardı ya…
İşte yönlendirmenin nasıl yapıldığını Deniz’de uygulamalı olarak görmekteyiz.
***
Bara düzenli olarak gitmeye devam ediyordum. Tek farkla, gitmeden önce Yalçın’a mesaj atıyor, sonra toparlanıp Bilirtek’ten çıkıyordum. Ben gidene kadar o da mutlaka gelmiş ve ilk içkisini söylemiş oluyordu.
Oğlanların ve gelinin bu durumdan hiç memnun olmadığı çok açıktı. Geline de ne oluyorsa? Alt tarafı yaşananların hiç birine şahit olmamış bir kız arkadaş. En çok o takımın tribününde seyirci olması beklenir ama bu, oyun kuruculuğa heves etmiş, kraldan çok kralcı. En çabuk da onların tepiklenişine şahit olunur neyse ki.
Üzerimdeki planları her ne ise, beni yalnız yakalayamadıkları için hiçbirisini yapamıyorlardı. Yalçın ve arkadaşlarının yanında da bana zorunlu olarak sakin davranmak zorunda kalıyorlardı.
Bu dönemde Yalçın’ın hakkını asla ödeyemem. Barın müşterileri artık beni tanımış, arkadaşım olmuş, ortalıkta dönenlere de ufak ufak uyanmışlardı.
Ben hiç konuşmuyor, herhangi bir yorumda bulunmuyordum. Serhat’ın benimle konuşmuyor olması üzerine adeta beni ondan devir almış gibiydiler. Sanırım kimse oğlanları sevmiyordu. Hepsinin en az bir kere hesapla ilgili sorunu olduğunu da anlıyordum.
Benim olayların çok dışında bir kurban olduğuma karar vermiş, yanımda yer almışlardı. Bunda da Yalçın’ın aydınlatıcı rolü olduğunu düşünüyordum.
Hepsi, benim bardaki hissemi devredip kurtulmaya çalıştığım konusunda bilgilendirilmişlerdi. Bunu, istediğim parayı çok bulduklarını söylemelerinden anlıyordum. Kredi kartlarımdaki borç miktarını söylediğimde de benimle aynı gülümsemeyle, bu parayı verecek bir keki nasıl bulabileceğimiz konusuna yoğunlaşıyorlardı.
Tabii ki öyle bir kek yoktu. Tek kek bendim. Çikolatalı olaydım bari, her gün yenirdim.
Serhat bu kamplaşmayı anlamaya başladığında, bir süre ortamı yumuşatma çabasına girişti. Benimle hiç konuşmadan masamıza oturuyor, diğer müşterilerle arasını iyi tutmaya çalışıyordu. Ancak ben hala kahvemi termosumda içtikçe, yavruların hiç şansı yoktu. Mağdurun kim olduğunu o termos bas bas bağırıyordu.
Karadutumu barda cebimden hiç çıkarmıyordum. Gümüş Nokia’m masanın üzerinde masum bir ezik olarak yerini alıyordu. Onda kendi Facebook hesabım yüklüydü ve çok fazla kullanmadığımı da herkes bilirdi. Ancak kimsenin benimle ilgilenmediği her anımda masanın altından Anna’nın faaliyetlerini kontrol etme konusunda epey pratik yapmıştım.
Sol elimin başparmağı bu dönemde bedenimin en aktif parçası haline geldi. Ben sağlağımdır. O derece…
Barın içinde açık olan laptopta, Serhat’ın Anna’nın sayfasını açmış olduğunu uzaktan gördüğüm gün neredeyse zafer çığlığı atacaktım. Oturmuş, büyük bir dikkatle inceleme yapıyordu. O halde, Karadutumla bir şarkı paylaşımı yapmanın tam zamanıydı. Deniz Divanova bardaydı, elinde bilgisayar yoktu ve Anna Sedefoğlu Facebook’ta şarkı paylaşıyordu.
Karadut’uma harcadığım paranın kendisini amorti ettiği an, işte o andır. Artık Serhat için Deniz Divanova’nın Anna Sedefoğlu olmasının hiç mümkünatı kalmamıştı.
Oysa asla asla deme, bebeğim. Ben söz konusu oldukça olmazlar hep olmuştur, bilmez misin?
O an bile hala Anna’yı neden var ettiğimden, onunla ne kazanmayı umduğumdan emin değildim. Bilgi edinmek isteğiyle yola çıkmıştım ama ‘bankaya gidiyorum, notere gidiyorum’ türü bilgilerin ne işime yarayacağını da kestiremiyordum. Sanal bir karakterle başka ne öğrenilebilirdi ki? Sadece yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu ve ben elime ne geçerse ondan en büyük faydayı sağlamaya kararlıydım. O kadar.
Ben de Serhat gibi beni küçümsemişim meğerse. Bir sanal karakterle dünya yerinden oynatılabilir, bütün dengeler değiştirilebilirmiş.