Anna Bölüm 10
Patlarsam burada patlarım dediğim ilk problem Anna’nın gerçek fotoğrafının olmamasıydı. Fotoğraf koymakta bir sıkıntı yoktu. İnternetten herhangi bir kişinin fotoğraflarını indirip size ait olduğunu söyleyebilirsiniz. Ben de yapmıştım aslında bunu. Bir fotoğraf sitesinden ele yapılan dövmeyi göstermeyi amaçlayan bir fotoğraf serisini Anna’nın profiline koymuştum. Esmer, kahverengi gözlü, uzun saçlı bir kızın siyah beyaz fotoğrafları. Altı tane falandı ve aslına bakarsanız hepsi aynı kız olmayabilirdi bile. Kız, bakış açısına göre güzel de sayılabilirdi, avam da. Bakan gözün bir erkek ya da dişiye ait oluşuna göre değişirdi. Manken değildi. Amatör fotoğraflardı. Yine de… bir avcı gözünden bahsediyoruz ya… Serhat bunun kurmaca olduğunu içgüdüsel olarak anlardı.
– Profilindeki fotoğraflar senin mi?
– Hayır. Bir siteden indirdim. Elde dövme fikri hoşuma gitti.
O an, Deniz’in içgüdüleri de bir sınavdan daha kıl payı geçtiğini bas bas haykırıyordu.
– Görmüştüm ben de onları.
Sen çalışacağına orada burada gez zaten.
– Senin fotoğrafın yok mu profilinde?
– Yok.
O tısss sesi duyulabiliyor, değil mi durduğunuz yerden?
Beyimiz durmadan orada burada şurada çekilen fotoğraflarını koyuyordu. Arkadaşının üstü açık Mustang’inin üzerine sahiplenerek oturmuş mesela. Araba onun değil ama kim bilecek?
Yıllar önce kendi profiline de koymuştu bunu. ‘Neden?’ demiştim. ‘İnsanlarda yanlış izlenim uyandırıyorsun. Arabanın senin olduğunu düşünmelerine neden olacaksın.’ Bunun aklına bile gelmediğini söyledi. Bilinçaltım o anı hop dedi yuttu. O, resim güzel diye koymuş. E koy, altına onun arabası var, geyiği yap, tutan mı var? Yok, sildi.
Aynı duyarlılıklara sahip olduğunuz yanılgısı böyle oluşuyor işte. Kimse yanlış anlamasın diye sildi diye düşündüm. Deniz’i ürkütmeyeyim diye düşündüğü aklıma gelmedi. Her ilişkinin sadece bizim kafamızda yaşandığına en büyük örnek bence.
Kanka olmayan Deniz olarak Serhat’ın profiline yeniden baktığımda bu kez bambaşka şeyler gördüm. Ah… Bakış açısı azizim. Her şey sen nasıl bakarsan öyledir. Adamda tek bir şey vardı aslında. İmaj kaygısı. Sahip olmadığı her şeyi kendisine ait gibi göstermiş mesela. Zengin şirket sahibi. Çok karizmatik, çok başarılı bilgisayar uzmanı. Hiçbir kadınla fotoğrafı yok. Evli olduğu dönemlerde karısı arkadaş listesinde yok. Alt mesajlarda sanırsın İzmir’deki her hatunu götürüyor. Oysa yaptığı bir bok da yok çünkü parası yok.
Neyse. Bunu bu kadar geç görmek benim ayıbım olsun, ama herkes benim kadar aptal olmayacak elbette.
Anna mesela. O kesinlikle aptal değildi. Serhat’ın hem bu çabasına kıs kıs gülüyor hem de altına gizlenen psikolojik yönlendirmeye metelik vermiyordu.
Anna netti.
“Ruhumu sevecek biri gerek bana. Beden herhangi bir görüntüye sahip olabilir, benzerleri bulunabilir. Ama ruh… eşsizdir. İllaki fotoğraf dersen gönderirim, sonra da giderim.”
Woohooohoooo. Yavrum bu tehdide kim karşı çıkabilir? Zaten adam zar zor bulmuş Türkçe konuşan bir gâvur. Hem de genç. Kendisinden 22 yaş küçük. Hoyda bre…
Hemen etekleri tutuştu. “Yok, ben resim istemiyorum, tamam,” diye ön şartı imzaladı.
Ha bu arada, ben de herhangi bir teknik azizliğe uğramamak için, bilgisayarımdaki kamera ve ses aygıtlarını doğrudan iptal ettim. Kapatmak değil. Sürücüleri sildim. Yüklemeden hiçbiri çalışamaz.
Düşünsenize, tam Anna canım cicim yaparken elim çarpıyor ve görüntülü konuşma başlıyor, Serhat’ın ekranında Deniz… Ay kalbim sıkıştı. Ben gene de şu kameranın önüne siyah kâğıt falan yapıştırayım.
Anna telefon da vermiyor, sesli de konuşmuyor. Özel hayatına ait bilgi vermiyor. Diyor ki, “internet sapık dolu. Ben kimsenin gözlerini karşımda görmeden, içlerine bakmadan kendimi güvende hissetmem. Benimle böyle yazışacaksan yazış.”
Kabul etti abi ya. Ben bunu nasıl aşarım diye deli akıl oyunlarına dalmışken adam “tamam” dedi, konu kapandı. Bir daha da Anna ne adres, ne telefon, ne resim verdi. Gerçekten ecel gelmişse kaçarı olmuyormuş.
– Sen neler yapıyorsun peki, yalnız mısın?
Avcı…
– Evet, çalışıyorum. Akşamları diskoya gidip dans ediyorum, içiyorum.
Bu, üzerine serbest kız, özgür kız etiketleri yapıştırılacak bir yaşam tarzı değil. Yaşamayı seven, evde tek başına olmaktansa etrafında insan olmasını tercih eden, belli bir ölçüde de kendine eş arayan bir kadının davranışı. Günlük ya da ömürlük. O onun bileceği iş. Kim yalnız olmak ister ki?
– Evde facebook twitter falan bakıyorum. Bunların hepsini yalnız yapıyorum.
Çoğunlukla evden çalışmam yetiyor. Bir büroda saatli değilim yani.
Kendi koşullarımı farklı kıyafetlerle bambaşka bir görüntüde Serhat’a sunuyorum. Ayrıca, her an erişilebilir olduğumun bilgisini veriyorum. Kısaca biz buna ‘Gel vatandaş gel!’ diyoruz.
– Bilgisayar hep açıktır bende ama başında olmadığım da çok olur.
– Türkçen çok güzel neden?
– Türküm ben.
– Anna?
– Pollyanna’dan geliyor.
Sizin için bunları okumak güzel tabii. Oysa bu karakter kurgulanırken, her bir potansiyel sorunun cevabı sayfalarda hayat buldu.
– Çocukken hep pollyannacılık yaparmışım. Annem bana Pollyanna derdi. Ben de her yerde Pollyanna veya Anna oldum.
Meraktan çatlıyor, biliyorum. O bilgiyi de şuracığa iliştireyim de adam ordular ileri! aşamasına geçsin.
– Sedefoğlu kızlık soyadım. O gerçek yani. Evli değilim bu arada, idim.
– Şiirlerinden anlaşılıyor
– Umarım bir gün anlaşılmaz. Yaralarım iyileşecek
Puahhahahha. Çok damarım yaaa.
– Güler misin?
Giderek derine iniyoruz. Giderek özele giriyoruz. Emin adımlarla hatuna yürüyoruz.
– Çok fazla nedenim yok gülmek için.
– Sertsin yani.
– Hayır aksine kedi gibiyimdir. Yumuşacık. Kolay mutlu olurum. Ama pek fazla mutluluk nedeni yok hayatımda. Yabancı bir yerdeyim. Olmak istemediğim bir yer burası. Yabancı insanlarlayım.
E hatun şiirini yazmış bunun. O kadar yalnız yani.
– Bunların sebeplerini sormak istemiyorum, anlaşmamıza aykırı 🙂
Sınırı arada bir zorlamakta fayda görüyor avcı.
– Mersi =) Sadece bana ait kimse yok. O yüzden nedenim yok.
– Olsun bana gül o zaman, ben bir nedenim.
Bodoslama girdi artık konuya. Yakında sahiplenmeye de başlar bakın. Ben şimdiden diyeyim size bunu.
Biz bu arada şu Rus hatun arama işinin önünü bir keselim. Bunları çağırıp burada gezdirirse para yine benden çıkacak.
– Onların çoğunun erkek olduğunu biliyor musun?
– Ben yazışmadığım için bilemiyorum. Avcı mı hepsi?
– Çok fena, bildiğin gibi değil. Sektör var burada bununla ilgili. Milletin ne paraları gidiyor bilsen. Uçak bileti gönder yanına geleyim diyorlar.
– Evet dikkat ettim. Arkadaş olarak eklediklerimin çoğunda bir sürü Türk var listelerinde.
– Hatta gidip orada dövüp parasını aldıklarını bile duyduğum oldu. Adam kendini soyacak adama uçak bileti göndermiş oluyor.
– İyi yırttım desene 🙂 Kurtarıcım benim 🙂
Daha da kimseye bulaşmaz artık. Çünkü Anna gizliden onu tehdit etti aslında. Ruslara bulaşırsan beni unut.
Bundan sonraki günler bayatın bayatı konuşmalarla devam etti. Ana konu fotoğraf paylaşımıydı. Anna çıplak erkek fotoğrafları bulmakta zorlandığını söyleyince Serhat’ın günde yirmi saati ona fotoğraf bulmaya adandı.
Tam bir hafta sonra Anna ve Serhat artık kendilerini sevgili kabul ediyorlardı. Seviyeli bir ilişkileri vardı. (Bunu dediğimde de nedense aklıma hep Demet Akalın gelir. Onun da seviyeli ilişkileri vardı.) Canımlar cicimler havada uçuşuyor, kaçta geleceksin, kaçta gideceksinler rahatça sorulabiliyordu.
Serhat’ın profilindeki bütün arkadaşlar silinmiş, tek arkadaş olarak Anna kalmıştı. Anna da zevkle aynısını yapıp herkesi sildi. Zaten bunlardan başına bir iş gelecek diye aklı çıkıyordu. Makedon’un biri ya “Hey sen kimsin, Darko’nun profiliydi bu!” yazıverse, bunu da Serhat görse, bu kadar emek bir anda çöpe giderdi.
Üç dört gün sonra Serhat’ın geziye gideceğini de bu arada öğreniverdim. Ulan hıyar, paramız yok, borç içindeyiz, herif ev tuttu, içini döşeyecek, bir de araya on beş günlük gezi sokuşturuyor!
Ben ekran karşısında saçımı başımı yolarken, Anna “Aman beni habersiz bırakma canım, sensiz buralar çok boş olacak,” modunda miyavlıyordu.
Gitti gezisine pislik. Planı bütün Ege’yi gezmek, otellerde kalmaktı. Aslında bu, kız tavlama turuydu. Tabii Anna olmasaydı.
Anna onu tam bir hafta arkadaşının evinde tuttu. Anna ile yazışacağım diye evden dışarı çıkamadı. Böylece para da harcayamadı. Sonunda, Anna “böyle çok zor oluyor, sen dönene kadar ara verelim” diye bıdırdanınca hafta sonuna kalmadan geziyi kesip İzmir’e döndü. Sanırım bu seferlik sadece yol parasıyla kurtarmayı başarmıştım…
Yaşam normale döndüğünde, tahmin ettiğim gibi ilk kontrolü yapmak üzere bana yemi attı.
“Benim yahoo adresime girer misin?”
“Neden?”
“Girmeni istiyorum. Ben yokken gir dolaş, bak, senin de orada olduğunu bilmek beni mutlu edecek.”
Hayır yani bir kız ne yapabilir bir başkasının posta kutusunda? Tavra bakar mısınız? Sayfiye evinin bahçesine çaya çağırıyor sanki. Sanırsın kız bahçede dolanırken o da pencereden onu seyredecek…
Lan. Yahoo da IP adresini kaydediyor. Serhat bunu kontrol edecek! Makedonya’dayım ya hani…
“Sonra bir ara yaparım,” diyerek oyaladım ve kendime hemen bir Yahoo adresi aldım. Bakalım o IP’leri nasıl gösteriyormuş.
IP gizleme programıyla Yahoo’da da Makedonya IP’sini gördükten sonra, bunun posta adresine girmek için ilk girişimimi yaptım. Ops! Şifre yanlış diyor! Seni çakal!
“Serhatçım, giremedim ben, şifre hatası veriyor.”
“Aaa, yanlış vermişim şifreyi, dur bununla gir bir de.”
Pezevenk. Uyarı gitti tabii ona, hesabına girmeye çalışan var, ülke bu, IP bu, siz değilseniz haberiniz olsun, diye.
Hakikaten de biraz sonra bana, gelen uyarı postasının resmini çekip gönderdi. Makedonya’dan hatalı bağlantı. Çaylak. Kiminle dans ediyorsun baby?
İşte şu anda, Bilirtek’teki statik IP numaramın göründüğünü bir düşünür müsünüz? Hani Serhat’ın ezbere bildiği. O anda da Deniz kucak olurdu işte.
Neyse, IP kontrolünü de yaptıktan sonra, Serhat artık 30 yaşında, Makedonya Stip’te yaşayan dul bir hatunu kafeslediğinden çok emindi. Artık rahatça konuşmaya, çekinmeden yaptıklarını anlatmaya başladı.
Ev düzüyordu geri zekâlı. Benim paramla. İğne bile eksik olmadan. Ben ne yapıyordum? Aniden tutumlu bir Anna konuya hâkim oluverdi.
“Bulaşık makinesine gerek yok, elde yıka.”
“Paranı çar çur mu ediyorsun yoksa sen hep böyle?”
“Gönderdiğin resimlerdeki koltuklara baktım. Kaç lira demiştin bunlar?”
Lan. Kırmızı takım çok pahalı.
“Bej olana bittim. Tam benim hayalimdeki takım. Ama ben olsam bütün takımı almazdım. Üçlüye ne gerek var ki? Tabii bu benim düşüncem.”
Ucuz olan takım, bir ikili iki de tekli parçalarıyla alınıp eve yerleştirildi, resmi çekilip Anna’ya gönderildi.
“Ben boş ev severim. Fazla eşya beni boğuyor.”
“Halı koyma ya, hiç sevmem halı.”
“Perde şöyle küçük küçük olsa…”
“Yatak dediğin küçük olacak ki sevdiğinle kucak kucağa uyuyabilesin.”
Çamaşır asma zamazingosunun bile ucuzunu bu şekilde aldırdıktan sonra, Serhat Bey’in evi olabilecek en düşük fiyata döşenmiş oldu.
Şimdi ben benim paramla ödeniyor diyorum ya… Şöyle oluyor. Bunları kendi kartıyla alıyor ama ay sonunda benim kartların ödemesi yapılacağına onun kartları zıbardan gelen paradan ödenip kapatılıyor. Benimkiler yine tefeciden kapattırılıp daha da yükselmiş olarak bana geri dönüyor. Sana para harcattırır mıyım ben o eve be.
Görüyorsunuz değil mi, hayat çok zor. Bir kere Anna konuya hâkim olabilmek için saatlerce bununla bıdır bıdır yazışıyor. Atlamayın hemen bilmiş bilmiş. Seks yok. Sıçtığımın herifine bir de ışıltılı geceler mi yaşatacağız? Cinsellik Anna’nın kırmızı çizgisi. Zaten aralarında ruhani birleşme var. Adamın her hamlesinde konu ‘Ay sen benim resmen ruhumu görüyorsun’a bağlanıyor, avcımız cascavlak ortada kalıyor. Tabii başıma da ağrılar giriyor. Hem açık vermeyeceğim, hem adamı yönlendirip istediğimi yaptıracağım… Çok yıprandım çok. Hayatım boyunca bu kadar uzun bir ipin üzerinde yürümemişimdir herhalde.
Konuştuğumuz konuları da bir duysanız. O durmadan beni deşeleyip hakkımda bilgi edinmeye çalışıyor, ben de Anna’nın ondan öğrendiği bilgilerden fazlasını ağzımdan kaçırmamak için sürekli önümdeki dosya kâğıtlarına bakıyorum. Adam Anna’ya daha babasının adını yeni söylemişken, sekiz sülalesinin adını ağzımdan kaçırırsam olmaz, değil mi?
Neyse ki sonunda kendimizi anlatma, tanıtma faslı bitti, günlük konuşmalar dışında bir şey konuşulmaz oldu da ben de rahata erdim.