Anna Bölüm 7
“Hisselerimi sana devrederim,” cümlesinden sonra ilk işim anneme koşmak oldu.
“Annem, seni bilgisayar şirketimin ortağı yapacağım.”
“Yap tabii kızım. Bir barım da olsun istiyorum aslında.”
Zekâmı kimden aldığımı söylememe gerek var mı? Hümeyra Akan dünya üzerinde kendimi borçlu olduğum tek insandır. Taparım.
Annemle konuştuktan sonra, yüzüme bakmayan ortağıma “Pazartesi annem gelecek, birlikte notere gidersiniz.” dediğim an o surattaki ifadeye bittim.
Aha, noluyo lan, çok kolay kabul etti bu Deniz?
Pazartesi günü, Bilirtek’teki hisselerini tamamen anneme devretmiş, böylece bulduğu ilk evi de o gün tutup çıkmak zorunda kalmıştı. Benim içinse sorunun yüzde ellisi çözümlenmişti.
O gün akşam laptopumu alıp Zıbar’a gittiğimde içeride altı ana figür dışında kimse yoktu. Baba, dört oğlan ve gelin. Yüksek sesle kavga ediliyor, Serhat ile büyük oğlan birbirlerine bağırıyorlardı. Sesleri dışarıdan duyuluyordu.
Masalardan birine oturdum, laptopu açtım, Bilirtek’ten gelirken yanımda getirdiğim termostaki kahvemi yudumlamaya başladım, çünkü artık kahve istediğimde getirmiyorlardı. Sesler kesildi ama Serhat Bey yüzüme bakmıyor, diğerleri de hain bakışlarla bana olumsuz elektrik gönderiyorlardı.
Olsun. Ben tek olmayı iyi bilirim. Etrafımdaki her şeyi unutmayı da.
Çok sonra, barı açmamızdan önce de tanıdığım bir müşteri gelip yanıma oturunca laptopu kapattım.
“Nasılsın Deniz? Hayırdır neden boş böyle?”
“İyiyim Yalçıncım. Bilmem, ben geldiğimde de kimse yoktu.”
“Seni gördüm de arabayı park ettim hemen şuraya. Bu saatte burada olmazdın sen.”
“Bundan sonra gelmeyi planlıyorum. Her gün.”
Önümdeki termosu görünce sustu. Bir süre sohbet ettik. Birasının sonlarına doğru içeridekilere bakarak kıvranmaya başladığını fark ettim.
“İçinde kalmasın söyle. Beni şaşırtamazsın.”
Zeki gözler üzerime dikilip bir süre düşündükten sonra konuşmaya karar verdi Yalçın.
“Ben buradan çıkıp gidince dayak yemenden korktum bir an, desem.”
Kahkaham gerçekten içtendi.
“İnanırım. Umalım da olmasın. Canım acır çünkü ve ben yine de burada oturmaya devam ederim.”
Gözlerimde gördüğü şey hoşuna gitmiş olmalı, rahatladı o da.
“Sıkıntı var galiba.”
“Evet. Buradaki hissemi devir almak isteyecek kimseyi tanıyor olma ihtimalin olur mu?”
Kaça devredeceğimi sorduğunda üzerimdeki borç miktarını söylediğim an, gözleri büyüdü. Rakamın imkânsız olduğunu ben de biliyordum, o yüzden güldüm.
“Kısacası bu rakam bu bardan çıkmadan hiçbir yere gitme şansım yok.”
Yalçın gerçekten de üzülmüştü bana.
“Siz çok iyi arkadaştınız. Kıskanırdık ilişkinizi. Neden böyle oldu?”
“İkimizken iyiydik, diğer aile fertleri ve sıcak para ile birlikte iyi olamadık.”
“Ah, onu da fark ettin mi?”
“Sıcak paranın insanları nasıl bozduğunu mu?” deyip güldüm.
“Mert hala yatıyor sanırım evde, değil mi?”
Canım acıyarak biraz önceki telefon konuşmamızdaki ses tonunu düşündüm. Bitkindi, ağrısı vardı, ilaç da çok yardımcı olamıyordu.
“Evet. Bir doktor varmış, onu öneriyorlar. Filmleri ona götüreceğim.”
“Neden anlayamadılar ki ne olduğunu?”
“Bilmiyorum. Filmlerde bir şey çıkmıyor. Kan temiz. Her türlü tahlil yapıldı, hepsi normal. Kafayı yemek üzereyiz. Dışarıda dolanmayı bırak, ağrıdan uyuyamıyor bile artık. Sadece Eylül’ün getir götür işlerine bakabiliyor.”
“Çok üzüldüm. Lütfen selamımı söyle ona.”
“Tamam.”
“Deniz bak, şimdi söyleyeceğimi sakın yanlış anlama. Bundan sonra buraya geleceğin zaman bana haber verir misin? Senden önce ben gelmek istiyorum. Sen gidince de giderim.”
Benim için kaygılanıyordu Yalçın. Gerçekten hem de. Kırk metrekare içindeki düşmanlık artık dışarıdan bile anlaşılıyordu. Acaba ben bazı şeyleri hafife mi alıyordum?
“Anlaştık,” dedim. “Bundan sonra gelmeden seni çınlatırım.”
Bakın işte bu bir iyi insan davranışı. İtiraz ediyor muyum?
Yavaş yavaş dolmaya başlayan barda, tanıdıklar bizim oturduğumuz masaya ilişince, kalabalık ve eğlenceli bir gece geçirmek bana çok iyi geldi. İnsanların, benim arkadaşım olmamalarına rağmen bana gösterdikleri sıcaklık Serhat’ın pek hoşuna gitmedi yanılmıyorsam.
Tüm gece boyunca elimdeki termosa kendim gidip kahve koymamı da masadakilerin hiçbirisi kaçırmadı.
Tamam, ben kahvemi kendim alırım. Sen kahveyi Anna’ya verirsin canım.
Hele bir bakalım… Profilimize ne koysak dikkatini çekebiliriz? Fotoğraf seversin sen. Güzel, özgün fotoğraf. Erotizm seversin. Açık saçık cinsellik değil, gizemli şeyleri seversin. Anna sana bir gizem yapacak, aklın şaşacak.
Anna Türk kızlarından farklı bir cinsel özgürlüğe sahip olsun. Bunu da nasıl belli edelim? Çıplak erkek fotoğrafları koyalım kızların yanına. Lan! Nassı fotolar bunlar! Offf. Ben bunlarla daha önce niye hiç ilgilenmemişim ki?
Sadece adet yerini bulsun diye bu tepkileri veriyorum. Bunlardan üç beş tanesi cisimleşip önüme gelse, önce zekâ seviyelerini ölçerim. Sonra giydirip gönderirim. Bu kadar yakışıklılık beni bozar be. Boştur bunların kafası, boştur.
Mert’in çok yakışıklı olduğunu söylemiş miydim? Ciddi erkek güzelidir. Ama kafası var ya… Beni parmağında oynatıyor o adam… Yemişim ben bu fotoğraflardaki adamları. Neyse…
Çıplak ama bayağı olmayan, erotizmi sanatta kullanan sitelerin peşine düştüm. Birbirinden güzel kadın ve erkek, ama asla çift olmayan fotoğrafları indirdim. Bunlarla erkek ve kadın için albümler oluşturdum. Sonuç: Bu profille kime gitsem alır beni listesine bence.
Foto kısmı tamam. Biraz da edebiyat yapalım bakalım.
Bu şimdi kız peşinde. Nasıl kız? Bakire kız değil elbet. Onlar elli iki yaşında adama bakarsa biraz abes olur. Boşanmış olsun bir kere. Evlenmiş, mutlu olamamış. Aşk acısını tanımış.
Yazalım bakalım Google Amca’ya… Özlü söz. Güzel sözler. Hmm. Hmm. Çok salakça lan bunlar. Çok arabesk. Bunla mı uğraşacağım? Kendim yazarım daha iyi.
Az ajitasyon yapalım. Kız evden uzakta, yalnız…
Gitme zamanı
Hiç olmak istemediğim bir yerde çok fazla kaldım
Herkesle ilişkimi kestim, yalnız olmak istiyorum
Yabancı olmaktan nefret ettim, evde olmak istiyorum
Ama evim neresi bilmiyorum.
A.Sedefoğlu
Bunun önce İngilizcesini koyalım sonra Türkçesi gelsin. Çevresi Türkçe bilmiyor ya kızımızın. Kızımız Stip’te. Makedonya’nın Stip kentinde. Darko oralıydı ne yapayım. O yaşadığına göre yaşanıyor demek ki.
Her ihtimale karşı bir yer daha bulalım. Ukrayna mesela. Kiev. Hah. Bu ikisi arasında gidip gelsin Anna. Ne olurum, ne olmam. Mobil olmakta fayda var.
Mark Twain’den bir özlü söz koyalım bakalım.
“Bundan yirmi yıl sonra yapmadığınız şeylerden dolayı, yaptıklarınızdan daha fazla pişman olacaksınız! Demir alın ve güvenli limanlardan çıkın artık! Rüzgârları arkanıza alın, araştırın, hayal edin ve keşfedin…”
Pisim ben pisimmmmm. Adamın ruh halini şey ediyorum…
Aha, aklıma ne geldi.
kaç yaşındasın?
20 yaşında dünyayı tanırsın
30 yaşında dünya senin sanırsın
40 yaşında uzatmaları oynarsın
50 yaşında acınası hatalar yaparsın
sonra bedel ödemeye başlarsın
A.Sedefoğlu
İşte bebeğim sen o acınası hataların olduğu yaştasın. Ben de sana o hataları yaptıracak olan kişiyim…
Bir tane daha geldi aklıma bu arada. Şair mi oldum nedir? Lan, yoksa ben Anna mıyım?
seni durdurabilecek olsaydım
Dur, gitme, biliyorum.
Senin gözlerindeki ışığı yok ettim.
Dur, sen gidersen
Geriye kalanımla hayatı bitiremem, görüyorum.
Dur, aslında bu değildi içimdekiler,
Ama çıktı ağzımdan, sanki sen öyle olmadığını bilecekmişsin gibi.
Dur, dönmeyeceksin, biliyorum.
Sevginden ölsen de bir daha gelmeyeceksin.
Bir daha hiç bana gülümsemeyeceksin.
Sadece bana gülen gözlerin hep böyle yabancı bakacak.
Bunu hiç sevmedim.
Dur, ben sensizliği hiç sevmedim.
Senle olmanın beni doldurduğunu anlamadım.
Şimdi bomboşum, gitme.
Ama artık kulağına bağırsam bile,
sesimi hiç duymayacaksın, değil mi?
A.Sedefoğlu
Yeter çok ezildim. En başa kendimi koymazsam çatlarım. Sıradaki şarkı, Deniz Divanova’dan Serhat Yıldırım’a gelsin.
böyle olmalı
Kızgın ateşlerde yürümeyi seçtim
Hak etmeden bana verdiğini
hak ederek almayı seçtim
Seni içimde küçücük yapmayı seçtim
Senin yeltendiğini ben yapmayı seçtim
Başı bana aitti, sonu da bana ait olmalı
Sonu benim istediğim şekilde oynanmalı
Bendim seni göklere sığdıramayan,
indirdiğim yer de benim seçtiğim yer olmalı
A.Sedefoğlu
Oh be, rahatladım.
Profil tamam Serhat Bey. Şimdi artık günlük şarkı mı paylaşır bu Anna, türkü mü çığırır bilemem ama yarından itibaren seni nasıl kucağıma aldığımı anlayamayacaksın bile.
Şimdi.
Avcı nasıl avlanır?
Facebook’ta profili varsa kolay…
Bakalım arkadaşları kimlermiş… Ne kadar gâvur hatun varsa arkadaş olmuş. Bunlardan, kendimize uygun on tane seçelim. On fazla, abartma Deniz. Üç-dört tane yeterli.
Serhat’ın arkadaşlarının dört tanesiyle arkadaş olduğum an, ne olacak? Facebook bana kanacak… Onlarla tanışıyorsam Serhat’ı da tanıma ihtimalim olduğunu sanacak ve ‘Tanıyor Olabileceğin Kişiler’ arasında Anna Sedefoğlu’nu Serhat’a gösterip duracak. Ad yabancı, soyadı Türk, seksi ve gizemli bir profil fotoğrafı var… Bak sen…
Ya, işte böyle.
Ben iyi balıkçı olurmuşum. At oltayı, bekle. Gelecek nasıl olsa.
Şimdi ne yapmam gerek?
Serhat aptal değildir. Böyle bir profilin altındaki gizem, aklına beni asla getirmemeli. Deniz Divanova, bu profille hiçbir şekilde ilişkilendirilmemeli.
Mesela, Deniz’in barda olduğu zamanlarda Anna susarsa, bu bir ipucudur. Anna, ben barda Serhat’ın yan masasındayken bile aktif olmalı.
Yaşasın akıllı telefonlar der, bir Blackberry’nin önünde saygıyla eğilirim.
Bende bildiğiniz akılsız Nokia’lardan var. İnternete girer, Facebook’u da açar ama bıdı bıdı yazamazsınız. O halde bugünkü ana işimiz Anna’ya bir Blackberry almak olsun. Yeni bir hatla birlikte elbette.
Çok zeki telefonumu aldım. Adını karadut koydum… Yerel saati Makedonya’ya göre ayarladım. Lokasyon bilgisini kapattım. Dil İngilizce. Facebook’unda Anna kurulu. Posta programında makedonik posta yüklü. Her türlü sesi kapalı. Ding dong yok. Tuş kilidi var. Tüm önlemler alındı.
Karadut kendisini Makedonya’da sanıyor… Saat kaç, hava sıcaklığı kaç derece deseniz, hepsinin yanıtı onda…
Ovvv, çok ciddi bir sıkıntımız daha var. IP numarası. Yakalanırsam buradan yakalanırım işte.
Hmmm.
Hmmm.
Şimdi ben internete bağlanıyorum ya. ADSL. TT Net.
Bu Telekom, modemim internete bağlandığında bu bağlantıya bir IP numarası veriyor. Mesela 195.175.132.122. Dolaştığım her siteye bu numaram kaydoluyor.
Modemimi kapatırsam, bu numara iptal oluyor, yeniden bağlandığımda başka bir numara veriliyor. 195.175.136.017.
Hani beni izleyen polis falan olsa, bir sitedeki o rakamı alır, 195’le başladığı için bunun Telekom olduğunu bilir, onlara sorar, bu saate bu numarayı kime verdiniz der, onlar da, Bilirteeeeeeekkkkk derler…
Ama benimki daha da fenası. Ben bu kadar uğraşmadan da bulunabilirim, çünkü… Telekom’dan gidip statik bir IP numarası almışım. Demişim ki, bu numara benim olsun. Kimseye vermeyin. O yüzden, ben internete ne zaman bağlansam, IP numaram hep aynı ve Serhat da bu numarayı ezbere bilir.
Eee, ne yapacağım?
Millet senelerdir sohbet edip oyun oynarken ben o teknik şeylere takılıyordum ya… Şimdi bunun yolunu, suyunu ve elektriğini kullanacağım elbette.
“Hazreti Google, söyle bana, IP gizleyen bir programın var mıdır?”
“Olma mı çiçeeeem, al sana bir sürüsü…”
Hepsini indirelim, deneyelim, ayağımıza uyanı giyelim.
Nitekim cillop gibi bir SuperHideIp programım oldu. Önce günlerce denedim. Gmail’e bağlanıyorum. Sayfanın en sonuna iniyorum, Orada son hesap aktivitesinin kaç saat önce olduğunu yazar ki, sizden başkası girmiş mi girmemiş mi öğrenebilirsiniz.
Orada bir de Detaylar diye bir link vardır. Ona basınca bir kutu açılır ve Gmail’inize yapılan son on bağlantının hangi saatte, hangi ülkeden, hangi IP numarasıyla ve hangi tarayıcıyla yapıldığını listeler.
Ben de denedim. IP gizleme programında Makedonya’yı seçtim. Bakalım o ülkeden mi bağlıyım? Gmail’e bağlandım, hopppp orada Makedonya yazıyor. Değiştirdim ülkemi, Ukrayna yaptım. Gmail’e baktım. Hop, Ukrayna’dayım. İngiltere, Amerika, Almanya, Çekoslovakya, Macaristan… Seç beğen al.
Aynı programı Karadutumuza da kuralım… İçimiz rahat olsun…
Eh ben bayağı bayağı hazırım. Bakalım oltaya balık ne zaman vuracak…