Seksi Numara Bölüm 39

Seksi Numara Bölüm 39

Öpücük

Bence artık yeterdi. İçim daralmıştı. Burada olmak istemiyordum. Burada olmaktan çok, Erhan’ın beni buraya getirip kişiliğimle ilgili ipuçları peşinde olmasına dayanamıyordum. Bu gece seks yapmak da istemiyordum. Evime gitmek ve banyo yapmak kadar arzuladığım bir şey yoktu. Ve bunu tek başıma yapmak istiyordum. Odaların içine bakmayı kesip Erhan’a diktim gözlerimi. Tek kaşı kalkarak bana baktı.

“Yeter.” Sesimdeki kesinlik, gecenin burada sonlanacağının habercisiydi.

Başını hafifçe iki yana salladı. “Seni çözemiyorum.” Üç bilinmeyenli bir denklem karşısında bocalayan bir öğrenci gibi bakıyordu bana. Ne demem gerekiyor? Çözemiyorsan matematikte zayıfsın. Bilinmeyenleri doğru yerlerine koyamıyorsun. Gözünün önündeki sonucu göremiyorsun. Galiba hiç de göremeyeceksin.

Umutsuzluk bir karabasan gibi çöktü üzerime. Ne desem anlamayacaktı. Beni hiç dinlemeyecekti. Biz birlikte olmayı başaramayacaktık. Ben bizden vazgeçmek üzereydim, o ise hala evrenin sırrını çözmeye çalışıyordu.

“Seks yapmak için telefon alıyorsun. Numarasını sokaklara saçıyorsun. Arayanla akılları uçurtacak bir zevki paylaşıyorsun. Ama şu ana kadar burada gördüğümüz hiçbir şey seni kızıştırmadı. Hatta hoşlanmadın. Neden?”

Bağırdım. Artık burama kadar gelmişti. Elimle buramı gösterdim, gördünüz mü? Boynumun ortasını. “Çünkü bu odaların hiç birisinde insanlar birbirlerini öpmüyorlar Erhan. Yalıyorlar, emiyorlar, sikiyorlar, amıyorlar ama öpmüyorlar. Ben o telefonu da eğer sen aramamış olsaydın, iki günde kırıp atardım. İlk seks yaptığım sendin. Tek seks yaptığım da sendin. Senden başka kimseyle yapmayı beceremeyecektim. Bunu o kalın kafana sokmayı ne zaman başaracaksın?”

Donup kaldı. Arkamı dönüp koridoru hızla geçtiğimde… Merdivenleri koşar adımlarla çıktığımda… Perdelerin arasından o salonda, Zerda’nın dibinde belirdiğimde bile peşimde değildi. Çıkışın nerede olduğunu bulmaya çalışarak salonun diğer ucuna koştum. Kolumu çekip beni durduran Zerda idi. Beni çekiştirerek kapıya götüren de öyle. Dışarı çıkışımı sağlayıp korumalara talimatlar veren de.

Erhan yoktu. Ama arabası önüme getirilmişti. Şeytan dedi ki, bin git, piç gibi kalsın ortada. Dinlemedim. Yolcu koltuğuna oturup onu bekledim. İyi bir kızım ben.

Hazret acele etmeden arabaya binip kapıyı kapattı ama gitmedik. Baktı bana. Ben bakmadım. En sonunda elini uzatıp yanağımı okşadı, “Ağlama.”

Kim ağlıyor? Ben mi? Eli ıslak gerçekten de. Yüzüm de ıslak. Burnum da akıyor, çekip duruyorum. Ben ne zaman başladım ağlamaya? Koşarken mi? Ona bağırırken mi? Eyvah! Ben tüm o sözleri haykırırken ağlıyor muydum?

Hızlı bir manevrayla bahçeden çıktı. Yol boyu hiç konuşmadık. Ağlamıyormuşum gibi yapıyordum ama içim susmamıştı. Çok mutsuzdum. Ne boktan bir gece yaşatmıştı bana. Ne gerek vardı? Eve geldik. Elimden tutarak arabadan çıkardı beni. Bez bebek gibi nereye çekse gidiyordum. Anahtarımı alıp kapıyı açtı. İçeri soktu. Işıkları yaktı. Kendini birisinin ellerine böyle teslim etmek ne güzel bir duygu değil mi? Çocuk gibi hissediyordum kendimi. Sorumluluğumu, bakımımı Erhan almıştı sanki. Çok hoştu.

Odama çıktık. Yatağa oturttu beni. Ayakkabılarım çıkarttı. “Kıpırdama.” diyerek banyoya girdi. İçeriden gelen sesleri burnumu çeke çeke dinledim. Su aktı. Çok aktı. Odaya geri döndüğünde hala akıyordu. Soyunmaya başladı. Burnumu çektim.

Elimden tutup kaldırdı beni. Erhan’ın oğlanı ilk defa pelte kıvamında görüyordum. İlginç geldi. Kıyafetimi tek harekette çıkarıp banyoya yöneltti beni. Küvet dolmaya başlamıştı. Gözüme o kadar çekici göründü ki. Üzerimdeki o seks kokusundan kurtulmaktan daha güzel bir şey düşünemiyordum. Ayağımı içine sokup küvete girdim. Sıcaktı. Oturdum. Ellerimi akan suyun altına uzatıp gözlerimi kapattım.

Erhan da girdi. Arkama oturdu. Beni kendisine çekti. Ben de bu sadece filmlerde olur sanırdım. Senaryodan bağımsız, içgüdüsel bir şeymiş demek bu erkeklerde… Duş başlığını alıp başımdan aşağı tuttu. Islandım. Öyle güzel ıslandım ki. Saçlarımın arasından kendisine yol açarak ilerleyen damlalar bedenime düştü. Yüzüm ıslandı. Damlalar kirpiklerimle oynaştı. Başlığı elime tutuşturup şampuanı eline döktü ve saçımı sabunlamaya başladı.

Annem de küçükken böyle yıkardı beni. Saçlarımın arasında parmaklarını hissetmeyi severdim. Kafa derime sevgiyle dokunurdu. Bir sanatkârın eserini şekillendirmesi kadar duyarlı dokunuşlardı onlar. Erhan da öyle dokunuyordu şu anda.

İki kez şampuanladı saçlarımı. Kremledi sonra. Kenarda duran fırçayla dolaşıklığını açtı. Sabun bezine jel döktü. Bedenimin her noktasını, köpük köpük olana kadar sabunladı. Uyarılmadım. Islanmadım. Temizlendim. Arkamda oturmasına rağmen sertliğini hissetmiyor olmak da güven veriyordu içime. Bugün bu banyoda seks yoktu. Bizim kuzular birbirinden habersiz, uykudaydı.

Bezi yıkayıp kendisini de sabunladı Erhan. Saçını da şampuanladı. Ben sadece oturup sesleri dinledim. Üzerimizdeki o kesif seks kokusunun yerini yumuşak bir çilek aroması aldı. Güzeldi. Temizdi. Duruydu. Koklamaktan hoşlandım.

Beni kendisine yaslayıp dakikalarca akan suyla sabunlarımızı akıttı. Suyla oynayan bir çocuk gibiydi. Duş başlığını her yerimde dolaştırıyor, sonra da kendisine çeviriyordu. Temizdik. Tertemizdik. Şükranla doldum. Bunların hiçbirisini kendim yapamayacak kadar donuk bir ruh halindeydim. Erhan benim enerjim olmuştu. Ona öylesine ihtiyacım vardı.

Saçımdaki kremi iyice duruladıktan sonra suyu kapattı ve çıktı küvetten. Kapının arkasından büyükçe bir havluyla kurulandı. Küçük bir tanesini beline sardı. Benim bornozumu alıp elime uzandı. Ayağa kalktığımda giydirdi onu bana. Elleriyle bedenimi dolaşarak suyu havluyla kuruladı. Isındım. Aynanın önündeki küçük tabureye oturttu beni. Kurutma makinesini çalıştırdı. Tezgâhtaki fırçayı alıp, tarayarak kuruttu saçlarımı.

Elimden tutup kaldırdı. Odaya götürdü. Yatağa oturdum. Çekmecelerimi karıştırıp iç çamaşırı buldu. Eşofman. Önüme çöküp giydirdi beni. Kendi çamaşırını giydi sonra. Yatağın örtüsünü açıp uzanmamı bekledi. Kendisi de yanıma yatıp örtüyü üzerimize çekti.

Yüzümü ona döndüm. Sanki eve geldiğimizden bu yana kendi başıma yaptığım ilk hareketti bu. Yan yatmış, beni seyrediyordu. Yüzünde çok garip bir bakış vardı. Ben de döndüm, yüz yüze birbirimize baktık bir süre. Bedenlerimiz birbirine dokunabilirdi, dokunmadı. Elini uzatıp yanağımı tuttu. Parmağının yanağımdaki dokunuşu öyle yumuşaktı ki, içim huzurla doldu. Sonra ağzıma odaklandı gözleri. Başparmağı onu takip etti. Alt dudağımı yumuşacık bir dokunuşla okşamaya başladı. Seks değildi… Anlıyordum. O dokunuş daha özeldi. Öyle ki, parmak izlerini bile hissedebiliyordum. Bastırarak dudaklarımı araladı. Okşamaya devam etti. Erhan o dokunuşuyla bir şey söylüyordu. Sormak bütün büyüyü bozardı. Sormadım.

Başını biraz yaklaştırıp dudaklarını benimkilere sürttü. Kapadım gözlerimi ve hissettim. Sanki DNA’mdan başlayarak hücre hücre yayılıyordu bedenime. Dudakları yumuşak ve kuruydu. Benimle ıslanıyordu. Zevk dışında binlerce duygu aktarıyordu. Neden seviliyormuş gibi hissettiriyordu ki bana. Şu an, bu yaptığıyla kelepçesiz, kırbaçsız tüm irademi teslim alıyordu.

Çok sulu göz oldum ben. Tek isteğim öpülmek ve ağlamaktı. İkisini de yapıyordum. Bir dudak bu kadar mı sever ya. Bir dudak ait olmayı, sahiplenilmeyi, korunmayı, güvende olmayı, bir daha hiç yalnız kalmamayı bu kadar mı güzel ifade eder. Nasıl ağlamazdım ki. Annemle babamın kaybından sonra içimde boşalan tüm duyguları yerine koyuyordu sanki.

Gözyaşlarımı öptü biliyor musunuz? Akan her damlayı takip edip öptü. Islanan yerleri diliyle tattı. Dudaklarıyla kuruladı, sonra yenisinin peşine düştü. Arada dudaklarımda gezdi dili. Islattı, kuruladı, öptü, sevdi. Her öpücüğün sesi kalbimin içinde patladı. Her dil teması ruhumdaki bir yarayı onardı. Dudaklarımı tek tek kendisininkilerle kavrayıp tuttu. İçimizde uyandırdığı hissi iyice hazmetmemiz için bekledi. Bastırdı. Sıkıştırdı. Yaladı. İçine çekti. Bırakmaya kıyamazmış gibi zorla ayrılıp hemen diğerini aldı.

Ben tek dudakla nasıl yaşamışım ki bunca sene? Ucunda Erhan’ın olmadığı o iki parçamı nasıl güzel ya da alımlı bulmuşum? Nasıl olmuş da ruj falan sürmüşüm? O beni öpmezken anlamı yokmuş ki hiçbirinin…

Ben Erhan’a çok fena aşığım ya… Ne bok yiyeceğim ben? Her yaptığıyla içime daha çok yerleşiyor. Beni kendisine sımsıkı bağlarla kenetliyor ve ben tek başıma yaşama yetimi kaybediyorum. Tabii bunu hissettikçe daha çok ağlıyorum. Ben ağladıkça o beni daha çok öpüyor.

Kendimi koruma kalkanlarımı ortalara çıkarıp bu adama karşı mekanizmalar geliştirmem lazım, biliyorum. İçimden geçen tek şey ise sınırsız bir teslimiyet. Köpek kabından yemeyeceğim elbet ama o bana ne dese yapmak istiyorum. Çok eziğim ben ya. Lanet olsun.

Bu gecelik bunun tadını çıkarsam. Bu gece için Öpücük Tanrısına kurban edilmiş bakireyi oynasam… Bir daha asla yaşayamayacağımı bildiğim bu duyguları biraz stok yapsam. Yaşlanana kadar sadece anılarımda yer alabilecek bu anları korkusuzca yaşasam. Ezikliğimle sonra hesaplaşsam…

Siktir ulan, aşığım ne yapayım? Eziksem eziğim. Bu gece böyle. Öp aşkım beni. Sabaha kadar, sonuna kadar, ölene kadar öp. O kadar öp ki, bundan sonra ölüp gitsem de üzülmeyeyim…

Ve ben de öptüm Erhan’ı.