Seksi Numara Bölüm 40

Seksi Numara Bölüm 40

Tercih

Erhan var yatağımda. Üstü de çıplak. Rüyaysa bu, çalacak alarmı, tıklatılacak kapıyı, düşecek bombayı, kopacak kıyameti oyarım. Kimse kıpırdamasın yerinden. Yatağımda uyuyor adam.

Erhan burada ya… Gitmemiş. Gece beni öpmüş öpmüş, gitmemiş. Uyuyup uyanıp öpmüş, ama giyinip gitmemiş. Kalmış yanımda. Kalmış benimle. Aşkıma bak ya.

Sevişmedik biz gece. Valla billa. Sadece öpüştük. Sabaha kadar. Sıkılacağını zanneder insan değil mi? Sıkılmadım ben. O da sıkılmış gibi görünmedi gözüme. Her bir öpücüğü diğerinden farklıydı çünkü.

Adama bak ya. Ne yaptın oğlum sen? Neden yaptın bunu? Yani bir kadını bitirmek için bundan öte ne yapılabilir ki? Bildiğiniz Melis’i unutun. Değiştim ben. Köleyim artık. Bu adam ne derse o olur. Şaka tabi. O kadar kolay değil bu işler. En azından o uyanana kadar bu şekilde hissederim. Sonra da ilk yamuğunda dalarım ben buna. Canım ya. Yerim ben seni, yerim yerim yerim. Hani böyle birini içinize sokmak istersiniz de içiniz içinize sığmaz ya. O dereceyim.

Suratımda salak bir sırıtışla ona bakarken, tek gözünü açıp bana baktı. Yakalandım iyi mi? Kapattı sonra ve gülümsedi. Daha da salaklaştım. Karizmama geri kavuşana kadar açmasa olmuyor mu şu gözlerini? Ama karizma benden kilometrelerce uzağa kaçmış sanırım. Kendimi saf salak hissediyorum çünkü.

Kolunu uzatıp çekti beni kendisine. Üzerime çıktı. Başını boynuma gömüp tümüyle yapıştırdı bedenini, kollarıyla da sarmaladı her yerimi. Bir bacağı benimkilerin arasına girdi, kıvrıldı, ikisini de kıstırdı. Hareket şansım sıfır ve bu adamın bana bunu yapmasına bayılıyorum.

Vay. Dün gece ortadan kaybolan minik oğlan eve geri dönmüş anlaşılan. Minik mi dedim? Yalan söylüyorum. Siz minik bilin ama… Of of, nasıl minikse bu… Arsız kızım bile büyüdü onu hissedince. Tek hareket ettirebildiğim kalçamdı, ben de sürtündüm Erhan’a. Of! Başka şeye gerek yok zaten. Kızımız ve oğlumuz birbirini görmüş, beğenmiş, aralarında anlaşmışlar. Eh biz büyüklere de onlara mutluluklar dilemek düşer.

Eşofman var üzerimde ya! Onda da çamaşır. Elimi uzatıp arkasından indiriverdim o gereksiz kumaşı. Kıkırdayan sevgilim kalçasını hafifçe oynatıp yol açtı bana. Evet. Artık yok ve o küçük oğlan benim elimde. Mm, yerim. Ne güzel bir şeysin sen öyle. Havalara dikilmiş. Tam ucundan da bir damla fışkırmış.

Bir gün şöyle evire çevire bir incelemek istiyorum ben bunu. Yapısı nasıl, damarlar nerede, ucunda ne var, dibi nasıl bağlanıyor bedene, alttaki torbayla nasıl birleşiyor, içindeki toplar ne ayak… Merak ediyorum. Sönükken elime alıp okşamak, büyümesini adım adım izlemek istiyorum. Nereye dokunursam ne oluyor, nereden daha çok zevk alıyor, ağzımla arası nasıl, dilimi nerelerde istiyor… Emersem ne yapar, sıkarsam ne olur, canı acır mı, zevk artırılır mı, ya da geri gönderilir mi… Hani çok büyümüş adam da biraz sakinleşsin istiyorum mesela… Nereyi sıkarsam kaçar geri o zevk…

Ya çok manyağım değil mi? Ben buyum ama ve şu anda da o damlanın tadını bilmek istiyorum. Ağzıma çok uzak. Damlayı başparmağımla alıp ağzıma götürdüm ve parmağımı yaladım. Daha ağzımdan çekemeden de Erhan’ın dilini buldum ağzımın içinde.

Yağmalanma böyle oluyor sanırım. Dilim, ağzım, eşofmanımı delmeye çalışan Erhan, içeri dalıp göğsümü avuçlayan el, sinirle üzerimi çıkartan diğer el, öteki göğse yumulan ağız, eşofman altını indiren öteki el, debelenerek ondan kurtulmaya çalışan ben, araya dayanan bir hayvan. Of çok hayvan! Bir dakika, çok büyük bu. Ben o kadar geniş değilim daha, dur. Of girişi buldu. İçimde. Tek hamlede. Çok içimde. Dur, daha ötesi yok hayvan, dur! Ya da durma. Belki biraz daha gidebilirsin, it biraz daha. O hayvan, ben hayvan. Sakın durmayalım.

Bütün gece öpüşmekten keman teli kadar gerginleşen bedenlerimizi kimse durduramaz zaten. Tüm o dokunuşlar, yalamalar, dişlemeler şu an dünyanın en ucuna fırlatıyor bizi. Doymuş ruhumu dünyanın çevresinde savurup duruyor. Bu kadar yükseğe çıkılamaz sanırken, içimi dağlayan alevlerle neredeyse evrenin dışına ulaşıyorum. Gevşeyip sıkılaşan kaslarımla Erhan’ın zevkini katlıyorum. Sarıl bırak, sarıl bırak. Daha ne kadar büyüyebilirsin ya? Daha ne kadar hamle yapabilirsin içime? Söndüremem ki ben bu ateşi. Söndürmek istemem ki. Harlarım. Ben bu adamı ne kadar mutlu edebilirsem son demime kadar ederim.

Düşeceğim. Çok yüksek burası. Kıyamet burası. Ve ben tam ortasında kaldım. Erhan o kıyameti tam da içimde patlattığında, artık ben ben değildim. Ne Erhan’ı içimde sıkmak, ne bırakmak benim elimde değildi. Kıyamet kendi kendine patlıyor, bizi oradan oraya savuruyor, en yukarıdayken bırakıveriyordu. Aşağısı bir türlü gelmek bilmiyordu. Her bir kademede sanki yeniden patlayıp yeniden bırakıyordu. Aşağısı hala gelmiyordu. Yeniden ve yeniden… Bitmiyordu. Bitmesindi. Erhan gitmesindi. Beni bırakmasındı. Onsuz, çok yoktum ben. Onsuz, çok boştum ben. Lanet olsun. Boşalma anında içe dolan sevgi çığlıklarına çok güven olmaz ama biliyordum. Aşkın ötesine geçmiştim ben.

Erhan, durduktan sonra da içimde atmaya devam etti. Onunla birlikte benim içim de atmaya devam etti. Aşkın ötesi… Bilincime dolan bu gerçekle nefesim kesildi, bedenim orgazmdan çok farklı bir nedenle titremeye devam etti. Ama Erhan onu orgazmımın devamı zannetti. Oysa o panikti. Oysa o çaresizlikti. Aşkın ötesi. Oraya tek geçersen, nice uçurumlardan daha derindi.

Mutluluk, doyum, korku, panik… Boku yemiştim. Çaktırmamaya çalışarak Erhan’a baktım. Hala kendisine gelmeye çalışıyor, nefesini düzene sokabilmek için tam bir savaş veriyordu. Yüzü… Mutluydu. Erhan mutluydu ya. Ben onu mutlu ediyordum. Şımarık da olsam, kapris de yapsam, oyunbozanlık da yapsam… Bu adam benimle gerçekten mutluydu.

Nefeslerimiz durulana, kalbimiz yorulana kadar sustuk. Erhan o kocaman elleriyle beni usul usul okşamaya devam etti. Bedenim kadar ruhumu da dinginleştirdi sanki bu. Sonra o eller yüzüme çıkıp iki yanağımdan kavradı. Erhan gözlerimin içine bakarak yüzüme yaklaştı, dudaklarıma ıslak, sıcak, titrek bir öpücük kondurdu.

Ama bu benim için çok fazla. Neden böyle olmak zorunda? Bu adam neden bu kadar güzel olmak zorunda?

Ben kesin bir yerde hata yapıyorum. Beklentilerimde belki. Konuşurken her şey doğru, sevişirken her şey yanlış bir adamla evliydim, olmadı. Sevişirken her şey doğru, konuşurken her şey yanlış bir adamlayım şimdi. Olmaz, diyerek gideceğim. İkisinde de doğru olan bir adamı bulma ihtimalim var mı sizce? Onun başkaları tarafından çoktan kapılmış olma ihtimalinden daha mı fazla bu? Ya da takma dişe geçmeden ona rastlama ihtimalinden?

Yetmiş yaşıma geldiğimde, hala bekliyor olmak mı hayatın en büyük başarısızlığı yoksa? Başarı, olmaz dediklerimizle barışabilmekte mi acaba? Erhan’ı tüm öküzlüğüyle kabullenip, yatakta mutlu olup günlük hayatta çileden çıkmakta, sonra da tüm bunları yine yatakta unutmakta mı?

O zaman Mert ile ayrılmam, kendim için daha fazlasını umut etmem de bir hata belki de. Günlük hayatta mutluydum onunla, yatakta çileden bile çıkmıyordum. Ne olurdu seks olmasaydı yaşantımda? Çok mu lazımdı? Al işte, var Erhan’da. Ama Mert’te sahip olduklarım da onda yok.

O zaman tercih mi yapmak gerek? Ruh doyumu, beden doyumu… Libido seviyemize bağlı olmalı belki de bu tercih. İlla seks istiyorum, en azından otuz sene kadar yatakta mutlu olayım diyorsak, Erhan; olmasa da olur ama kafam rahat olsun diyorsak, Mert. Öyle mi?

Erhan’ı hayatımda tutmak için bahaneler üretiyor da olabilirim. Ama eğer istediğim buysa, neden yanlış olsun? Karşılaşacağım sorunlarla başa çıkacak olan benim. Bunu göze alacak olan benim. Yatakta mutlu olacak olan da benim… Yürü be kızım. Kim tutar seni.

Sadece kendime dürüst olmalıyım. Erhan’ı seçersem neleri feda ettiğimi bilmeliyim. Vazgeçtiklerimi ondan beklemeye devam etmek gibi bir hataya düşmemeliyim çünkü bulamayacağım. Bulamadığım için Erhan’a kinlenmemeliyim. Tercihimi bütün yönleriyle dürüstçe düşünüp, sindirip, kayıplarıyla birlikte kabul etmeliyim. O zaman…

Tercihim ve ben… Erhan ve ben… Öküzüm ve ben…

“Siz, Melis Çağlar, iyi günde, kötü günde, hastalıkta sağlıkta, öküzlükte odunlukta, bu muhteşem seks abidesi Erhan Keskinoğlu’nu yaşamınıza kabul ediyor musunuz?”

Ediyorum lan!