Seksi Numara Bölüm 18

Seksi Numara Bölüm 18

Cadaloz

Saklanmak benim işim.

Ruhumu olduğu kadar bedenimi de saklamaya ihtiyaç duyduğumda kimsenin beni aramayı düşünemeyeceği tek yere gelmiştim. Mertlerin Yalıköy’deki evlerine.

Şehre bu kadar yakın ve aynı zamanda da bu kadar uzak olabilmek bir nimetti benim için. Anahtarın daima kapının kenarındaki saksıda olduğunu bilerek, Mert’e bile söylemeden küçük bir meskene tecavüz olayı gerçekleştirmiştim. Beni burada aramak kimsenin aklına gelmezdi ama ben burada kendimi bulabilirdim.

Dört ay önce parktan eve döner dönmez kendime küçük bir çanta hazırlamış, evde bana ait olan her türlü özel eşyamı salonun ortasına yığmış, yolda bir nakliye firmasına uğrayıp evin anahtarını bırakmış ve eşyalarımın o güne dek hiç kullanmadığım Beykoz’daki evime taşınmasını ayarlamıştım. Evden alacağım tek bir mobilya bile yoktu. Beykoz’daki evim zaten döşeliydi. Sadece gardırobumdaki giysiler, fotoğraf albümlerim ve ailemden bana yadigâr kalmış birkaç parça… Salonun ortasına yığılı geçmişim… Geçmişi salonu bile kaplayamayan ben…

İzimin sürülmesini istemediğim için ne kredi kartı ne de ATM kullanmaya niyetim yoktu. Bankaya uğrayıp o güne kadar dokunmadığım paramdan anlamsız yükseklikte bir miktarı çekip yanıma almıştım. Daha Yalıköy’e ulaşmadan, geçmişimle tüm bağlantımı sıfırlayıp telefonumu da kırıp atmıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ne kadar süre saklanacağımı da öyle.

Mert ve Yıldırım beni merak edeceklerdi ama nedense bu umurumda değildi. Annem ile babamın merak etmesine benzemezdi onlarınki. Bana ulaşamayınca hayatlarına devam ederlerdi. Arada bir de acaba Melis ne zaman döner? diye düşünürlerdi. O kadar.

Yalıköy’deki ev eski bir Rum eviydi. Ahmet Baba ve beş arkadaşı, yan yana olan bu altı evi seneler önce bir iş karşılığında satın almışlardı. Hiçbirinin burayı kullanmadığı, evlerin ıssız görünümünden belliydi. Beni en çok cezbeden de bu ıssızlıktı. Terk edilmiş o evler, ruhumun aynasıydı…

Dört ay boyunca evin önündeki kumsala oturup denizi seyretmek, ıssızlığımı ben fark etmeden dinginliğe dönüştürdü. Hissettiğim şey huzurdu. Kendimle olmaktan, vazgeçmekten mutluydum. Arayış içinde olmamak yaşamı da belli bir dengede tutuyordu. Bulamamanın, bulup hayal kırıklığına uğramanın, aradığından fazlasını bulmanın iniş çıkışları yoktu çünkü. Elinde ne varsa oydu. Benim elimde de sadece ben vardım. Ve ben kendimi severim. Elimde bence tüm zamanların en iyi kartı vardı.

Kendi megalomanlığım içerisinde huşu içerisinde yuvarlanırken, arkamdan gelen ayak sesleri bir an için beni ürküttü. Ama daha dönüp bakmadan, gelenin bir kadın olduğunu anlamanın verdiği rahatlamayla umursamaz havamı korumayı başardım.

“Demek Melis Çağlar burada saklanıyormuş.”

Hoba, Cadaloz’un burada ne işi olabilirdi ki? Şu an bu huzurlu ortamımın içerisine dalmasını bekleyeceğim en son insanlardan birisiydi o. Haluk Karakurt’un karısı…

“Merhaba Ceyda Hanım. Sizi burada görmek ne kadar şaşırtıcı.”

Yerimden bile kalkmadım ama aslında ayıp ettiğimi biliyordum. Kadın bana bir şey yapmamıştı. Sadece beni hiç sevmemişti, o kadar. Sevmek zorunda olmadığını bilecek kadar da empati yeteneğine sahiptim. Yanıma, kumların üzerine otururken eğreti kalmasını bekledim ama kalmadı. Sanki kumsala o da en az benim kadar aitti. Şaşırdım.

Ellilerinin üzerinde olmalıydı. Çok bakımlı ve asil bir havası vardı. Hani doğuştan olanlardan… Paranın sağlayamayacağı türden… Üzerinde tam ortama uygun bir kumaş pantolon ve rahatlığı kadar şıklığı da gözeten bir gömlek vardı. Sandaletlerinin içindeki ayakları sevimliydi. Yılların izi, yüzündeki görkemli çizgilere yerleşmişti. Bunları gizlemeye gerek duymadan gururla taşıyor, topuz yaptığı saçlarındaki beyazlar da yaşından hoşnut olduğunun ipucunu veriyordu. Bu kadını neden sevmediğimi hatırlayamadım bir an.

“Ahmet ve Leyla’nın yan evinin bana ait olduğunu düşünürsek, o kadar şaşırtıcı olmaması gerekir bence.”

Tek kaşımı kaldırarak “Siz de sıklıkla buraya gelirsiniz zaten.” diye alaycı tavrımı gizlemeye gerek duymadan laf sokma dürtüme engel olamadım.

Gülümseyerek yüzünü karşıya çevirdi ve derin bir nefes alıp denizi içine sakladı. Benim içimdeki huzurun aynısını onun yüzünde görmek ilginçti. Şaşkınlığım onun bu duyguya sahip olmasına değil, bunu bana göstermesineydi.

“Aslına bakarsan, beş yıldır ilk defa geliyorum.”

Neden Cadaloz kendisini bana yakın buluyormuş gibi davranıyordu? Dürüst bir cevap vermişti. Beni ilgilendirmeyeceğini belirtme gereği duymamıştı. Buradaki varlığımın legal olmayışını gözüme sokmamıştı. Ses çıkarmadan onu süzdüğümü fark edince güldü.

“Gelmesem de evin bakımını yapan adamla üç ayda bir konuşmak kaçınılmaz oluyor. Ondan yan evde kalan genç kadını dinlemek oldukça ilgi çekiciydi.”

Çıplak ayaklarını kumun içine gömüşünü seyrederken, Ceyda Hanım’ın belli bir amaç için burada olduğunu anlamak kolaydı. Buraya benim için gelmişti.

“Leyla’ya çaktırmadan sorduğum bir iki soru, bu evi yıllardır hiç kullanmadıklarını anlamama yetti. O halde bu genç kadın; aylardır tüm İstanbul’un altını üstüne getiren, ortalığı ateşe vermesinden korktuğum o genç adamın aradığı kadın olmalıydı.”

Oturduğum yerde dikildiğim an gözleri de benim gözlerime saplandı. Kendi kendine konuşur gibi mırıldandı.

“Neden seni hiç sevmediğimi düşünmüşüm ki ben?”

Niye? Bayıldın mı birden bana? “Çünkü sevmediniz.”

Gözlerinin içi gülerek bakıyordu bana. “Önyargı… Gençtin. Kendine güvenin tamdı. Güzeldin. Aslında güzel değildin ama hayata öyle bir bakışın vardı ki, çok güzel bir kadın olduğunu anlamamak mümkün değildi.”

Anlamadım ki, güzel miydim değil miydim? “Sevilmemeye alışığım, dert etmeyin.”

“Senin barbarın Haluk’u şirkette evire çevire dövdüğünü bilmek içini biraz rahatlatır mı?”

Benim barbar mı? Kimden bahsediyor bu kadın? “Haluk Bey’i mi? Kim dövdü? Ve bunun benimle ne ilgisi var?”

Uzanıp elimi tuttu. Güven vermek istercesine gülümseyerek gözlerimin içine baktı. “Haluk’un sana yaptıklarını biliyorum Melis. Senin tepkinin ne olduğunu da eski kocamın ağzından söke söke aldı o barbar.”

“Barbar da kim?”

Gözlerini kısıp bir süre süzdü beni. “Erhan Keskinoğlu.”

Yüzümün bembeyaz kesildiğini onun gözbebeklerinde gördüm sanki. Aylar sonra, huzurumun tam ortasına bir bomba gibi düşen adı, dengelerimin anında tuzla buz olup kumlara karışmasına neden olmuştu.

“Onun yüzünden buradasın anladığım kadarıyla.”

Ne yani? Bir anda beni sevmeye karar verdiği için içimi dışımı ona anlatmam mı gerekiyordu?

“Önyargılı olan sadece siz değilsiniz Ceyda Hanım. İnsanların hepsi öyle… Ama ne sizin, ne başkalarının beni sevmeleri gibi bir beklentim olmadığı için bu beni çok da ilgilendirmiyor. Sadece kendim için buradayım ve yalnız kalmayı tercih ediyorum. Şimdi izninizle…” diyerek kalkmaya yeltendim. Bırakmadı. Uzanıp kolumu tuttu ve kalkmama engel oldu.

“Gitme lütfen. Seninle konuşabilmek için geldim buraya.”

Bu sefer ben kıstım gözlerimi ve ne gibi hesaplar peşinde olduğunu anlamaya çalıştım. İnsanlar benden masum isteklerde bulunmazlardı. Her zaman altında bir bokluk olurdu.

“Nasıl bir ortak konumuz olabilir sizinle?”

Dürüstçe bakıyordu. Neden öyleydi bilmiyorum ama içtendi ve ben bunun altındaki oyunu kavrayamıyordum.

“Ailemden büyük bir haksızlık gördün. Ben seni görmeyi başaramadım, kocam da -eski kocam diyelim- seni taciz etti. Dönüp o yıllara baktığım ve seni tanıyanlarla konuştuğumda, tek yaptığının deli gibi çalışmak olduğunu anlamak zor olmadı.”

Ölmeden değeri anlaşılan sanatçı mutluluğu duymayı beklediysem de boşluktan başka bir şey yoktu içimde. “Aferin bana.”

Hüzün vardı bana bakan gözlerinde. “Yalnızsın. Acımasızsın. Ama en çok da kendine acımasızsın. Yapma. İzin verirsen senin arkadaşın olmayı istiyorum. Hatamı telafi etmek istiyorum.”

Duyduklarım hoşuma gitmemişti. Yalnızlığım da acımasızlığım da benim sorunumdu. “Gerek yok. Ben böyle iyiyim.”

“Melis, kimseye ihtiyaç duymamaya karar vermiş olabilirsin, saygı duyarım. Ama anlamsız bir şirkette telefonlara bakarak yaşamını sürdürmek seni çok mutsuz eder. Sen üretken, kendini sonuna kadar işine veren bir insansın. Bırak sana bu olanağı vereyim. Haluk’tan boşandım ve Porlas’ın başına Eray Çınar’ı getirmek üzere girişimde bulundum. Yeni CEO o olacak ve senin de özel asistanı olarak yeniden görevine dönmeni arzu ediyorum.”

Duyduklarım karşısında ağzımın açık kaldığının farkındaydım ama kapatacak gücüm yoktu. Çalışmadan hayatımı sürdürebilecek olsam bile, sevdiğim bir işi yapmaya devam edebilme ihtimali, hele ki uğradığım ihanetin telafisinin bana sunuluşu içime ılık bir şeylerin akmasına neden olmuştu. Kadına inanıyordum. Teklifinde hiçbir art niyet yoktu. Peki, kabul edecek miydim? İşte bunu bilmiyordum. Gözümdeki kararsızlığı anlamış olmalı.

“Hemen karar vermene gerek yok. Ama hafta sonu İstanbul’a gelip benim misafirim olmanı rica ediyorum. Hem beni, hem de teklifimi doğru değerlendirmen için buna ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. İstemezsen arkanı dönüp gidersin, ne dersin?”

Ne derim? Bir hafta sonunu bu kadınla geçirmekle ne kaybederim? Hem kadını, hem de yeni CEO’yu biraz araştırmanın bir sakıncası olmayabilirdi. Kabul ettiğimi söylerken tereddüdüm yoktu. Ama kadına şükran duyuyor da değildim ve bakışlarımdan bunu iyice anlamasını sağladım.

“Şimdilik bir çay davetine geldiğimi düşünelim Ceyda Hanım. Bir iki saatlik bir sohbetin ardından hayatın bize neler getireceğine bakarız.”

Gülümsemesine çarpıldım. Çok içtendi. Oyun oynamayan insanlarla birlikte olmayalı o kadar uzun olmuştu ki gördüğüm en ufak bir samimiyet beni heyecanlandırıyordu. Bunun gözümü boyamaması için kendimi uyararak kadının elini sıktım ve onu sahilde iç huzuruyla baş başa bırakıp eve yürüdüm.