Seksi Numara Bölüm 17

Seksi Numara Bölüm 17

Sıfır Noktası

Mayışmıştım. Başım omzunda, kollarım boynuna dolanmış, gözlerim kapalıydı ve birbirimize karışmış olarak oturuyorduk. Bacaklarımı beline sarmış, arkasında birbirine dolamıştım. Gitmek istese bırakmayacak gibiydim. İlk andaki sertliğini yitirmiş olsa da içimdeydi hala. Bedenlerimiz yerine ruhumuz doyuma ulaşmıştı. Mutluydum. Saçma bir şekilde Erhan’a ait olduğumu hissediyordum. O da bana aitti.

İnat çekilmişti aramızdan. Tedirginlik yerini huzura bırakmıştı. Sanki yıllardır yaptığımız buymuş gibi bir tanıdıklık vardı aramızda.

Çok garip bir şey yaşıyordum. Adam içimdeydi ama zevk peşinde değildi. Hani böyle okumuyoruz romanlarda biz. Ne bileyim, tak fişi bitir işi oluyor. İçimde işte, fiş takılı ama adam aydınlanma peşinde sanki. Yüzü bir başka. Mutlu gibi. Amacına erişmenin verdiği bir dinginlik yerleşmiş üzerine. Adı ya da içeriği her neyse, bunu çok sevmiştim ben. Bunu ona verebilmeyi de sevmiştim. Kendimi özel hissettirmişti.

O da beni seyrediyordu. Kim bilir nasıl görünüyordum. Kızarmış? Gözler çakmak çakmak? Suratta salak bir mayhoşluk… Uyuşukluk? Seksi olduğumu sanmıyorum, olsam bence bu kadar uysal takılmazdı. Yüzümdeki ifadelere bakıp bakıp gülüyordu. Ben de utanıyordum. Başımı boynuna gömdüm. Sımsıkı sarılıp kokusunu içime çektim. Bana da yetiyordu. O benim içimde olsun, fazlasına gerek yoktu. Ne manyaktık biz. İki manyak… Güzeldik ama bence.

Sonra birden elektriği değişti Erhan’ın. Gerginlik algılamaya başladım sanki bedeninden. Geri çekilip yüzüne baktım. O huzur gitmişti. Erhan geri gelmişti.

“Neden yapıyorsun bu işi?”

Ne alakası var şimdi? Restoranda da takılmıştı buna, şimdi de aklına gelebilen sadece bu mu yani? Hayır, yaptığımı neden küçümsüyor, anlamıyorum ki? Sekreterim işte. Sekreter olduğumu da söyledim. Restoranda söyledim. Hala bir burun kıvırmalar, ağız burun eğmeler…

“Her insanın hayatını sürdürebilmesi için para kazanması gerekir.” Benim gerekmezdi gerçi ama bu bilgi kimse için gerekli değildi. Konuyu gereksiz bulup gömüldüm boynuna. O ne düşünürse düşünsün, umurumda değildi. Ben onun içimde oluşundan başka bir şey düşünmek istemiyordum.

“Yine de daha düzgün bir iş bulabilirsin.” Sesini kulağımın hemen dibinde duyuyordum. Burnumda onun kokusu vardı. Yüzüme sakalları batıyordu. Böyle konuşmak çok güzeldi.

“Vardı zaten. Porlas Holding’de CEO asistanıydım ben. Kendi isteğimle ayrıldım.”

Erhan’ın gerginleştiğini fark ettim. Beni biraz uzaklaştırdı kendinden ve canımı sıktı bu. Ama sanırım yüzümü görmek istiyordu.

“Anlamadım?”

“Haluk Karakurt’un özel asistanıydım dedim.”

Yalan söyleyip söylemediğimi anlamak ister gibiydi sanki ve bu da beni huzursuz etti. Söylediklerim neden Erhan için kuşkuyla yaklaşılması gereken bir durum oluyordu ki?

“Kendi isteğinle ayrıldın.”

“Evet.”

“Ve sekreterlik yapıyorsun.” Ses tonunu şöyle tarif edebilirim: s?e?k?r?e?t?e?r?l?i?k. Anladınız siz onu.

Tamam, asistanlıktan sonra düz sekreter olmak benim durumumdaki biri için anlamlı bir seçim değildi belki ama bunu ben istemiştim, kime neydi ki? Kendine mi yakıştırmıyordu basit bir sekreteri? Eğer öyleyse onun adına üzgünüm. Kimse için kariyer, etiket peşinde koşacak değilim. Hele bir erkek beni kendisine yeterli bulsun diye, asla. Ben buyum. Küçük bir şirketin telefonlara bakan basit sekreteri. Yerse.

Biraz da sertleştim sanırım. Sesime de yansıdı çünkü bu. “Ben işimi seviyorum.” Tartışılmasını istemediğim, buna açık olmadığım belliydi. Bu yüzden daha da gerildi Erhan. İçimdeki doluluğu artık hissedemiyordum. İçimden plopf diye çıktığını duymaksa bedenimde büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştı.

Erhan beni kucağından kaldırıp yanına bıraktı ve üzerini toparlamaya başladı. Çaktırmadan o minik yakışıklıya bakıyordum. Üzerindeki plastikten kurtulunca gözüme daha bir göz alıcı gelmişti. Minik değildi. Boynu bükükken bile minik değildi.

“Senin seksle ilgili bir sorunun var bence.”

Hayda, nereden anladı ki? Alnımda falan mı yazıyordu bu kadın mastürbasyondan ötesini bilmez diye?

“Bence bu bir sorun olmaktan çıktı artık.” Gülümsüyordum. Erhan ile normal bir seks hayatım olacağına hiç kuşku duymadan inanıyordum. Onu hissetmiştim. İçimdeki varlığı hücrelerime can vermişti. Bütün bir birleşme yaşamamış olsak da bir kadın bunu bilirdi. Ben de bilmiştim, Erhan ile her şey yolundaydı.

Yüzümde şebelek bir gülümseme olmalıydı ama ben gülümsedikçe Erhan’ın sinirlendiğini fark etmek şaşırttı beni. Sevincimden utanmama, duygularımı gizlememe neden oldu. Hevesim kursağımda kalmış gibi kırılıverdim.

“Niye? Beni kafeslediğini mi düşünüyorsun?” Hoba.

“Beni hiç hesaba katmazsan akıllılık edersin kızım.” Ne?

“Ben kalıcı değilim. Bir iki kere takılırız, sonra herkes kendi yoluna. O yüzden planlarını hiç bana göre yapma.”

Önce beyazladım sanırım. Sonra kırmızı rengi denedim. Sonunda siyah oldun deseler şaşırmazdım. Erhan’ın yüzünde yakaladığım o aşağılayıcı ifade benim koptuğum an oldu.

“Çık dışarı.”

Hiçbir kası yerinden oynamadı. Koltuktan kalkıp elimle kapıyı işaret ettim. Dişlerim birbirine kenetlenmişti ve zor konuşuyordum.

“Derhal bu evi terk et.”

“Büyük laflar bunlar Melis. Bence iki gün sonra altıma yatacaksın. Bana dayanamıyorsun. Gel oyun oynamayı bırakalım, adam gibi takılıp tadında bırakalım.”

Ne diyor bu be! Ben bunu evden çıkarmakla vakit kaybedemem. Ben kendim çıkarım lan bu evden! Öyle de yaptım. O salak salak bana bakarken anahtarı kaptığım gibi kapıyı açıp dışarı fırladım, kapıyı da nasıl çarptıysam apartmandaki birkaç kapının merakla açıldığını duydum.

Ne demişti bu bana ya? Niye buna gerek duymuştu ki şimdi? Ya adama bak ya! Önce içinde olmak istiyorum muhabbeti, ardından da kafeslenme paranoyası. Bunlar benim başıma neden geliyor? Gereksiz adam paratoneri miyim ben ya!

Mert senin de ağzına sıçayım! Erhan senin de ağzına sıçayım! Ben sizin topunuzun ağzına sıçayım. Lezbiyen olacağım yemin ederim. Ya da gidip sünnet olacağım ve bedenimdeki cinsel isteği sonsuza kadar susturacağım. Hepinizin Tanrı belasını versin. Ben size ne yaptım ya! Tanrı benim de, özgür cinsel heveslerimin de belasını versin. Ben öleyim artık ya! Gerçekten çok yoruldum, çok sıkıldım, ne bok yemeye yaşayacağım ben ya! Niye ağlıyorum ben! Ağlama geri zekâlı manyak! Onların bir tanesine bile harcama gözyaşını! Salak! Ağlama! Ağlama ya!

En son kendimi bir parkta, kuytulara gizlenmiş bir bankta arabeskin dibinde buldum. Ben hak etmiyordum bunu. Ben gülmek için doğmuştum. Bir bırakmadılar güleyim. Burukluk, kırıklık, ağzıma etti bu hayat benim! Parkın bekçisi tedirgin bakışlarla seyrediyordu beni. Neyse ki kimse yoktu da ağlıyon mağlıyon vatandaşları rahatsız ediyon bacım muhabbeti dönmedi.

Başımı ellerimin arasına alıp gözlerimi yere diktim. Anlamaya çalışıyordum. Bu saçmalığı neden yaşamıştım ben? Burnum akıyordu, mendilim de yoktu. Kendimi bir sokak çocuğu kadar bedbaht hissettim. Gitse miydim acaba bu şehirden? Bu ülkeden? Ne değişecekti ki? Erkekler dünyanın her yerinde aynıydı.

Sıfır noktasına vurmuştum sanırım. Umudum bırakıp gitmişti beni. İnanmıyordum artık ne kendime ne hayatıma ne de geleceğime. Tamam, dedim. Burada yaşarım ben de. Sıfır noktasında. Bekleme, isteme, özleme, arama. Kal burada. O zaman canın acımaz. Hayal kırıklığı olmaz. Burada yaşlanır, burada ölürsün, hiç olmazsa artık canın da yanmaz.

Evet. Kararı benim yerime paramparça olan ruhum vermişti. Güçse güç. Paraysa para. Hepsi vardı bende. Bundan sonra canımı kimse yakamazdı. Canımı yakacak bir ben bulamazdı. Ve o Erhan, kazara hayatımın bir yerinde karşıma çıkarsa, bir kadının öfkesini asla üzerine çekmemesi gerektiğini anlardı.