Seksi Numara Bölüm 15

Seksi Numara Bölüm 15

Rüya

Gecenin devamının Tolga’nın Mert’i taciziyle geçeceğini düşünen ben, bunun olmayışı karşısında hayal kırıklığına bulanmış bir rahatlama yaşadım açıkçası. Tolga inanılmaz normaldi. O kadar normaldi ki, onun eşcinsel olduğunu acaba ben mi uydurdum, diye düşünür oldum. Mert de kapı girişinde yaşadığı o şoktan sonra rahatlamıştı ama durmadan Tolga’ya baktığını fark ediyordum. Garibim o kapıda yaşananın ne olduğunu anlamaya çalışıyor, bunun ipucunu da Tolga’nın hareketlerinde arıyordu. Oysa bence yanlış yere bakıyordu.

Gerçek, olan değil, olmayan davranışlarda saklıydı. Tolga’nın bu kadar normal olması normal değildi. Çünkü gecenin bir köründe bir hatunun eski eşiyle olduğu bir eve geceyi dağıtarak geçirme ve yatıya kalma daveti almış bir adamın içkiye gömülmesi falan beklenirdi. Oysa Tolga ve Mert sanki bir tiyatro fuayesindeymiş gibi politikadan, ekonomiden, ülke konjonktüründen falan bahsediyorlardı.

Ben yoktum zaten. Saksıydım. Sürülmüş, nadasa bırakılmıştım. Bir iki yorum yapacak oldum, sonra kendimi ezdirmenin bir anlamı olmadığına karar verip sustum. Beni duyan, benimle ilgilenen, hatta orada olduğumu nezaket icabı bile olsa hatırlayan yoktu.

Gözlerimi kapatıp müziğe yoğunlaştım. Dans etti zihnim kendi kendine. Sonra Erhan geldi, elimi tutup beni kendisine çekti. Bedenine yapıştırdı beni. Pistin ortasında döndürüp yeniden sarıldı. Herkes bize bakıyor ama görmüyordu. Erhan beni öpüyordu. Üzerimdekileri tek tek çıkarıyordu. Çıplak kalıyordum ama kimse bunu yadırgamıyordu. Herkes Erhan’a, Erhan bana bakıyordu.

Dayanamadım, “Çok istiyorum ben seni.” dedim. “Çok çaresiz hissediyorum. Kendimle ve seninle durmadan mücadele ediyorum.” Dinliyordu beni anlamak ister gibi. “Neden beni olduğum gibi kabul edip nasıl bir insan olduğumu anlamaya çalışmıyorsun?”

Kaşları çatılmıştı. İçim umutla doldu. Belki kendimi tam ifade edebilsem, onu zincirleyen önyargıları aşıp bir ilişki başlatma şansını yakalayabilirdim. “Bana bakıyorsun, tepkilerim kafanda belirlediğin kalıplara uymayınca kızıyorsun. Sanki o kalıplar gibi davransam rahat edeceksin.”

Gözlerini hiç ayırmıyordu benden. Dinliyordu söylediklerimi. “Karakterimden parça parça yakaladığın ipuçlarıyla, seni şaşırtan bir Melis ile tanışmaya direniyorsun.”

Başını eğdi. Kabullenmeye başlıyor olabilir miydi? “Ben sadece bir kadınım Erhan. Sevgiye aç, aşka muhtaç, yolunu kaybetmiş, erkeğini bulma umudunu sana kadar yitirmiş bir kadınım. O kadar… Sen beni orospu, azgın, teletubbie olarak görmekte ısrarcı olduğun sürece de keşfedilemeyeceğim. Sen bunu aşamazsan belki de ben asla gerçek bir kadın olamadan kuruyup gideceğim.”

Gözlerini kaldırıp bana bakamıyordu sanki. Sonunda ona ulaşabilmiş miydim? “Kendimi gizlemekten, isteklerimi bastırmaktan, tanımadığım insanların belirlediği kurallarla yaşamaya çalışmaktan yoruldum. Seninle özgür olmak istiyorum. Ne olur bozma bunu, yok etme ruhumu.”

“Hadi bakalım meleğim, kalkıp odana git. Geç de yatağında rahatça uyu.” Mert ne alakaydı ya! Sersem bir silkinişle yerimde doğruldum. Lanet olsun. Yine kendim çalmış kendim oynamıştım ve benim dağ ayısı hala kendi doğal ortamında özgünlüğünü korumaya devam ediyor olmalıydı.

Gözüm şöyle bir diğerlerine ilişti. Çok düzgün, derli topluydu bu insanlar. Gecenin bu saatinde… Yalanın dibine vuruyorlardı kanımca. Herkesin oyunu kendineydi. Böyle kurguluyorlarsa devam etsinlerdi. Ben gidip yatacaktım. Yatıp uyuyacak ve hiç uyanmayacaktım.

Gece bir ara bir zil sesi duyar gibi oldum, umursamadım. Artık anormal insanların bile zil çalmayacağı bir saatte olmalıydık. Anormal insanların homurdanmaları da rüyamın gereksiz detaylarıydı. Ne saçma bir bilinçaltım vardı. Rüyamda keman sesleri, çiçekler böcekler görüp duysam olmuyor muydu? Bir de Erhan vardı tabii rüyamda. Tamam, bak o olurdu. “Sen gelebilirsin rüyama.” dedim. “Geldim, uyu sen.” dedi. Gömleğini ve pantolonunu çıkardı. Yanıma yatıp arkadan sarıldı bana. “Söylediğim hiçbir şeyi duymadın.” diye içlendim. “Bir kez daha söyle o zaman uyanınca.” dedi.

Sokuldum arkamda duran bedenine. Bütün bedenimle sarmaladım onun bana dokunan parçalarını. En güzeli, tam kalçama değen o uzun şeydi. Uzun, kalın, başkaldırmayı sevdiği belli olan ve bana ait olmasını istediğim o harika, tapılası, yalanası, emilesi, ağzıma çekilesi, içime gömülesi, sıkıştırılası muhteşem şey. Şöyle bir sürtünüp yoklamamak mümkün değildi ama bunu yaptığımda rüyamda bile engellendim. “Uslu dur.” Lanet olsun. Bana uslu durmaktan başka bir rol biçilmemiş olması için ne suç işlemiş olabilirdim?

Usluyken bile harikaydım ama. Doygun hissediyordum. Bedenimi sarmalayan kolların arasındaydım. Aittim. Çok güzel bir duyguydu. Bir erkeğe ait olmak… Erhan’a ait olmak… “Hep gel rüyama, olur mu?”

“Hep gelirim. Söz.” Ve uyudum. Hayatımın en güzel uykusuydu.

Sabah olduğunda kalkmak istemedim yataktan. Tek gözümü aralayarak saate baktım, henüz ondu. Pazar pazar biraz daha yatıp rüyamı sürdürmek istesem de içeriden gelen konuşma sesleri bana evde yalnız olmadığımı hemen hatırlatıverdi.

Eyvah! Mert mutfağımdaydı ki bu da o mutfağın bir savaş alanına dönmüş olması anlamına geliyordu. Adam bir yumurtayı bile kırarken yirmi beş çeşit kap kirletiyordu!

Hızlı bir duş, diş fırçalama gibi kişisel bakımlar hızlıca gerçekleşti ve ben üzerime bir eşofman geçirip odadan çıktım. Korkuyla baktığım mutfağım tertemizdi çünkü ocağın başında Tolga vardı. Mert de mutfak tezgâhının yanına bir tabure çekmiş, Tolga ile sohbet ediyordu.

“Günaydın.”

İkisi de gülümseyerek bana döndüler. “Günaydın prenses.”

Mutfak masasına dört tabak yerleştirilmiş, kahvaltılıklar masanın ortasına özenle dağıtılmıştı. Bu masayı bir ressamın hazırladığını rahatlıkla söyleyebilirdim. Dört mü? Neden dört tabak? Ben salakça masaya bakarken Tolga’nın “Dağ ayısı kalkmadı mı daha?” demesiyle moronluğa terfi ettim.

“Anlamadım?”

“Seninkinin kalkıp kalkmadığını soruyor.” diye açıkladı Mert.

“Benimki?”

Bu kez ikisi de durup bana baktılar. “Erhan. Kalkmadı mı?”

Odaya koşup anlamsızca yatağa ve banyoya baktım. Elbette kimse yoktu. Sinirle masaya otururken, “Hiç komik değildi.” diye söylendim. Bunlar hala bana bakıyorlardı. Meydan okuyan sesimle “Ne?” diye bağırdım.

Mert “Melis dün Erhan geldi, Tolga ile beni parçalamak üzereyken senin odana girdi ve biz yatana kadar -ki bu en az üç saat ediyor- oradan çıkmadı. Doğal olarak biz de onun hala içeride olduğunu düşündük.” deyince ağzım bir karış açık karşımdaki adamlara bakıp duyduklarımı algılamaya çalıştım.

 “O rüyaydı!” çığlığıma ikisi de kafalarını iki yana sallayarak cevap verdiler. Erhan evime gelmişti. Odama girip ben uyurken benimle yatmıştı. “Ama ben…”

Önce Tolga güldü. Ardından Mert. Bu bir erkek dayanışması falan mıydı? Adamın teki evime gelip odama dalıyor, bunlar haberim olmamasını çok komik buluyorlar. Dehşetle başımı ellerimin arasına alıp kendimi toplamaya çalıştım. “Lütfen başından itibaren anlatır mısınız bana?”

Tolga ocağa dönüp yumurtalarla ilgilenirken Mert de yanıma gelip masaya oturdu. “Dün sen odana geçtikten kısa bir süre sonra Erhan geldi. Bizi evde bulunca delirdi. Grup seksimizi bölüp bölmediğini sordu. Sonra senin salonda olmadığını fark edip nerede olduğunu sormayı akıl etti.”

Adama bakar mısın ya! Evimde iki erkek bulunca aklına gelen tek şey grup seksi! Buradaki orospu ben miyim şimdi?

“Çoktan yattığını söyleyince de bir hışım odana gitti.”

Sazı Tolga aldı bu arada eline. Hem tabaklara servis yapıyor, hem de Erhan’ın durdurulabilir olma seviyesini çoktan geçmiş olduğunu açıklıyordu. “Odanın içinden gelecek bir itiraz sesi duyabilmek için bir süre kulağımızı kapıya dayadığımızı itiraf ediyorum. Eğer senden bir ses duymuş olsaydık ikimiz de içeri dalacaktık ama sen ses çıkarmayınca, biz de karışmadık.”

Sesim kısılıp da bunların yanında tecavüze uğrasam, bağırmadım diye beni herkese bırakabilirler demek… Aklımda bulunsun. Sinirimi bastırmaya uğraşarak omlete daldım. Erhan gerçekten bana sarılmış, benimle uyumuştu. Ve ben ona… Hassiktir! Ben ne söyledim ona? Rüya… Ya öncekiler? Yok yok, onlardan sonra Mert bana kalk git yat demişti. Rüyalarıma davetiye almıştı, o kesin. Bunu hatırlıyordum. Bir de… Adamın aletini kalçalarımın arasına sıkıştırıp taciz etmiştim. Kesin vay kaltak unvanını kazanmış olmalıydım.

Yalnız bu arada taciz anında o aletin sürtün sürtün bitmediğini de fark etmemiş değildim. İri adamların küçük penisleri durumunu eleyebilirdik ki bu benim için önümdeki omletin bir anda portakallı ördeğe dönüşmesine neden olmuştu.

“Niye sırıtıyor bu?”

Tolga ve Mert istedikleri kadar aralarında fısıldaşabilirlerdi. Neye sırıttığım sadece beni ilgilendirirdi. Birbirlerinin penislerini ellemeye can atan bu iki adama dağ ayımın penis boyundan bahsedecek değildim.

“Ee, benden sonra siz ne yaptınız bakalım?”

Kızarma yok, bakışlarını kaçırma yok, Tolga’nın bana bakışlarında eğlenme var, ama benimle…

Mert keyifli. “Saatlerce konuştuk. Ne çok ortak noktamız varmış meğer Tolga ile. Bundan sonra daha çok görüşeceğimizi umuyorum onunla. Dostum, haksız mıyım?”

Dostum mu? Tolga sinirlendi sanki. “Bundan kesinlikle şüphen olmasın Mert.”

Hm, çok sert bence. Yani bunu bir erkek bir kadına söylemiş olsaydı çok derin anlamlar ifade ederdi. Mert’in yüzünde hafif bir pembelik mi var? Tolga’nın hala alaycı bir ifadeyle bana baktığını görünce, tek kaşımı Ne? dercesine havaya diktim. Güldü.

Kahvaltı faslından sonra Mert eve gitmesi gerektiğini neredeyse kahrolarak beyan ettikten sonra ikimizle de vedalaşıp ayrıldı. Kapı kapanır kapanmaz da Tolga’nın sözlü saldırısına uğradım.

“Melis, senin hoşlandığın erkekler ilk tanışmanızda üzerine mi atlıyor?”

“Nasıl yani?”

“Mert’ten hoşlandığımı kabul ediyorum ama sen yatar yatmaz üzerine çökmeyi de düşünmedim açıkçası.”

Kızardım. Patlıcan gibi olduğuma yemin edebilirdim.

“Bak kızım, senin bir erkeğe karşı duygularınla benim bir erkeğe karşı duygularım arasında fark yok. Önce onu tanımak isterim ki Mert de tanıyabildiğim kadarıyla hoşlanacağım bir erkek. Yine de kararımı verebilmem için biraz zamana ihtiyacım var.”

Elbette. Ben neden bunu düşünemedim ki? Erhan’a orospu diyene bak! Onda eleştirdiğim şeyleri kendim yapıyordum. Tencere kapak durumu…

“İkincisi, ben cinsel eğilimimi sahiplenmiş olabilirim ama Mert’in içindeki duygulardan haberi bile yok. Böyle bir adamın üzerine çökersem, hayatı boyunca içindeki isteği inkâr etme yolunu seçer. Ben de bunu düşünemeyecek kadar bilinçsiz bir insan değilim.” Ben öyleyim. Anladım tamam. Hak ettim bunu.

“Ben ona pek çok ortak yönü olan iki insan olduğumuzu gösteriyorum. Aramızdaki çekimin farkında olan da sadece ben değilim. O buna ne ad vereceğini henüz bilmiyor, o kadar.” Şaşkınlığına ben şahidim zaten. Tolga’dan cinsel olarak etkilendiğini hissediyorum. Yoksa kuruyor muyum? Mert benimle seks yapmaktan hoşlanmıyor diye ona eşcinselliği yakıştırıp kendimi mi rahatlatıyorum?

“Mert içindeki dürtüleri inkâr edemeyeceği bir noktaya gelmeden, kabullenme aşamasına geçemeyiz biz.” Ona da böyle mi olmuştu?

“Ama bunun için fazla beklemeyeceğim. Onu ilk gördüğümde kendisini baskın bir partnere teslim etmenin hoşuna gittiğini anladım. O da bir şeyler anladı ama adını koyamıyor. Bana, sevgilim demektense şimdilik dostum demeyi tercih ediyor.” Vay anasını. Bilim bu be! Herif iki dakikada psikanaliz yaptı iyi mi?

“Onu üzme de…” Söylediğim canını sıktı. Görebiliyordum bunu.

“Melis, tercihini açığa çıkarmasına neden olarak onu üzmem, sadece iyilik yaparım. Dürtüleriyle ne kadar çabuk yüzleşirse, mutlu olma şansını da o kadar çabuk yakalar.” Ama? Bir ama gelecekti, belliydi.

“Ama bir sevgili olarak onu üzüp üzmeyeceğimin garantisini veremem. Sen de aynı garantiyi Erhan’dan bekleyemezsin. Yanılıyor muyum?” Al işte. Adam haklı.

“Mesaj alındı arkadaşım. Yine de bil diye söylüyorum, sevgili olarak onu üzersen yerim Mert’in yanı olacak. Baştan bunu bilelim de sonra gereksiz suçlamalar olmasın.”

“Tamam, sen kız tarafısın, anladım.”

O andan itibaren sanırım hiç aralıksız on beş dakika falan güldüm.