Seksi Numara Bölüm 16
Seçenekler
Herkes gidiyor sonunda. Sen ne kadar zenginsen o kadarıyla kalıyorsun. Ben çulsuzdum. Kimsem yoktu beni zengin hissettirecek. Aptal bir televizyon, üzerine kimsenin oturmadığı koltuklar, altı yanmayan bir çaydanlık.
Neden bir anda arabeske bağladığımı bilmiyorum ama pazar günü evde tek başıma kalmış olmak dokunuverdi birden. Kendimi daha iyi hissedebilmek için eşofmanı çıkarıp mini bir elbise giydim üzerime. Belki biri çıkarmak ister…
Elimdeki telefonda rehberi açıp anlamsız gözlerle isimlere bakmaya başladım. Gel, diyecek kimsem yoktu. Gelir misin? diyecek… Bırakma beni, diyecek… Benim hiç kimsem yoktu.
Gelen mesaj sesiyle boş bulunup telefonu elimden düşürdüm.
Horluyorsun. Yalan. Ben horlamam bir kere. Otuz iki dişim dışarıda ne cevap yazabileceğimi düşünürken bir mesaj daha geldi.
Ve konuşuyorsun. Ama sen duymuyorsun…
Sabah seni yatağa bağlayıp önden, arkadan, ağzından, burnundan, kulağından ve daha neresi varsa her yerinden becermemek için gitmek zorunda kaldım. Hiii, ben bunu yerim. Bana açıklama yapıyor. Ya yemin ediyorum bu adam ben neye ihtiyaç duyuyorsam hepsinin cevabı.
Gelmiş miydin ki? Evet, su katılmamış bir salağım ben. Şu cevaba bak. Sonra, erkekler odun! Adam güzel güzel giriş yapıyor, tamam biraz heyecanlı bir giriş ama bana ulaşmak için bir yol deniyor işte. Ne demeye yok sayıyorsun ki!
Bir dahaki sefere emin olmanı sağlarım. Bir dahaki sefere! Şimdi güzel bir şey yazıp adamın gönlünü almazsan ellerini kırarım Melis. Hadi kızım, yumuşak ol, işveli ol, kadın ol. Güveniyorum sana.
Ben senin kim olduğunu unutmadan olsa iyi olur. Yuh be kızım. Kafa tutuyorsun, tehdit ediyorsun, bir kız ol ya… İyi bir kız ol…
Tekrar tekrar hatırlatacağımdan emin olabilirsin.
Çağırmak istiyorum ben bu adamı ya. Gel, demek istiyorum. Yalnızım, ama sadece sana ihtiyacım var, demek istiyorum. Harfleri yan yana getiremiyorum.
Peki. Hah, bak bu çok uysal oldu.
Hadi kapıyı aç bana.
Ne zaman koltuktan kapıya uçtum, kilidini açtım, elinde telefonla duvara yaslanmış duran odunuma bakakaldım bilmiyorum. Ağzım açıktı, o ise tüm yakışıklılığıyla gülümsüyordu. Ağzının sadece tek tarafı gülümsüyordu ya da… Ne zaman ikisiyle de gülecekti bu adam? Ama ben otuz iki dişim ortada gülümsediğimi biliyordum.
Yerinden doğruldu, üzerime yürüyüp beni içeri itekledi, kapıyı ayağıyla kapattı, beni duvara dayadı, üzerime abandı ve…
E hadi? Neden öpmüyor?
“Birkaç seçeneğimiz var Melis.” Ne seçeneği? Ne alaka? Seçenekleri tartışmanın yeri mi, sırası mı? Ya öpsene be adam! Kapkara gözlerini gözlerimde bir süre bekletip çekti ve parmağıyla okşadığı dudaklarıma dikti.
“Seçenek derken?” O parmak… O parmak dudaklarımı bitiriyor ve benim seçenek gibi yedi harfli uzun bir kelimeyi anlamam ve hatta içerdiği anlam üzerine düşünerek birkaç farklı davranış biçimini tartışmam mı bekleniyor? Seminerde miyiz ya? Öpsene piç kurusu!
Dudaklarım kupkuru, bacaklarımın arası sırılsıklam. Bir de doğada denge olduğunu iddia ederler. Ağzımı ıslat. Su baskını olsun hatta. Bedenim sele karışıp gitsin. Lütfen, ne olur öp artık beni!
“Saplantı halinde içine girmeye odaklanmış durumdayım.” Gir gir gir!
Ah o parmak… Ah o bedenimi duvara sıkıştıran hayvani kaslar. Hayvani? Nasıl olur bilmiyorum. Mert’te pek kas yoktur. Kitaplarda falan okumuş olmalıyım.
“Buna o kadar saplandım ki, seni gördüğüm an ne düşünebiliyorum ne de söylediklerini dinleyebiliyorum.” E iyi ya, gir de aradan çıksın! Oha, parmağı ön girişi ağzıma yaptı bile. Mm hayatımda ağzıma aldığım en lezzetli şey bu. Ama daha lezzetlisi olduğunu sanıyorum, biraz aşağıda karnıma dayanıyor. Of. O bence gayet hazır. Ağzım için de, içim için de.
“O telefonu kapattığımızdan bu yana içinde olmanın özlemiyle kavruluyorum.” Erhan ne çok konuşuyorsun ya! Eylem adamı olman gerek. Yırt şu çamaşırımı, aç fermuarını, kaldır bacağımı, dal içime.
Dudakları yüzümde dolaşmaya başladığı an ben bittim zaten. Artık ne dediğini anlamam mümkün değildi. Öpüyor, öpüyor, bütün yüzümü öpüyordu ama ağzım kupkuru çünkü dudaklarımı öpmüyordu. Burnum bile ıslandı anasını satayım ya!
“Şimdi seçenekler şunlar… Seni burada sikerim.” Oha! Tamam.
“Ama o zaman seninle istediğim gibi sevişmemiş olurum. Sen dokunulmayı seversin, öyle söylemiştin.” Şekerim biz o telefondan bu yana sadece dokunuyoruz. Sikmek kelimesi tepe tüylerimi diken diken eder, hiç sevmem, çok tek taraflı bir zevki çağrıştırır ama artık bir siksen de huzura ersem ya!
Lakin, ama, fekat, adam haklı… Şimdi bu beni burada hallederse ben bunu ömür boyu onun kafasına kakarım. Ömür boyu derken? Kaç çocuk düşünüyorsunuz Meliscim? Ay dur dur, hapımı aldım mı ben? Aldım her halde. Almış olmam lazım. Diş fırçalarken… Aldım aldım.
“Diğer yandan, sana dokunmayı düşünemeyecek kadar içinde olmaya ihtiyacım var.” Bana ihtiyacı var! Ya bu dünya üzerinde bundan güzel üç kelime var mı ya!
Klasik salak kadın… Sana ihtiyacım var, demedi ki bu adam, içinde olmaya ihtiyacım var dedi. Ama ben ve pembe düşlerim, kırmızı panjurlu evim, bunu böyle duymayı becerdik. Panjurlar yeşil miydi yoksa? Bilemedim.
O el nereye gidiyor? Eteğimin altına… Çamaşırımı mı çıkarıyor? Gözleri gözlerime kilitlenmiş, beni duvara pimlemiş, eliyle de ona engel olabilecek her şeyden kurtulmaya niyetlenmiş… Bacaklarıma sürtünerek yere düşen külotun ne renk olduğunu hatırlamaya çalışmak o anki koşullarda normal midir? Sanmıyorum ama umurumda da değil. Akıyorum. Ellerinin ne yapacağını merakla bekliyorum. Sadece fermuarını mı açıyor? Yok, bir şey daha yapıyor. O ne? Minik bir paket… Siyah. Aa, içindeki de siyah mı acaba? Siyaha bürünmüş bir aleti içime almak ilginç olabilir doğrusu.
E bu adam şimdi benim içime mi girecek? Ya bir dakika, ne bu böyle aradan çıkartırmış gibi!
“Ben de seçenekleri düşünüp bir karar verdim Melis.” Bacağımı kaldırıp beline doladı. Alzheimer başlangıcı olan beynim, bu sahnede ne yapıldığını hatırlamaya çalışıyordu. Islaktım, sertti, bana dayanıyordu. Gözlerimin bir daha kapanamayacak kadar açılmış olduğuna emindim. Koridoru neredeyse 360 derecelik bir açıyla görmekteydim çünkü.
“Benim saplantım seni sikmek değil.” Dayandı bana! Amanın, aleti tam girişime sürtünüyor. Oluyor! Olacak! Sonunda adamımı içime alacağım! Eliyle o muhteşem şeyi yönlendirip benimle ıslattı. Bu beni daha da çok ıslattı. Bu beni bitirdi hatta.
“Benim saplantım sadece senin içinde olduğumu hissetmek.” İtiyor. İtiyor, içime girecek! Giriyor. Bu ne? İçimdeki bu kavrulma ne? Ah giriyor. Gözbebekleri bile aletiyle aynı anda büyüyor. İçime girerken büyüyor. Kaslarım arasında kendisine yol açıyor. Kaygan başı giderek daha ileriye ulaşıyor. Aletinin üzerindeki o damarın dokunuşunu bile hissediyorum. Plastik bir kılıfın içinde olmasına rağmen hepsini tek tek hissediyorum. Erhan’ın kalp atışlarını bedenimin karanlıklarında duyuyorum. Kendi kalp atışlarım kulaklarımı sağır edecek. Sanırım ölüyorum. Yanıyorum. Doluyorum. Ve sadece Erhan’a bakıyorum. O kadar yavaşça giriyor ki, her anının tadını çıkarmak için saatlerim var sanıyorum. Her an biraz daha derinimle tanışıyorum. Yolun neresindeyiz bilmiyorum. Sadece içimde özlemim var, bunu biliyorum.
“Şu an ölebilirim.” O mu dedi? Kim dedi? Ben konuşabileceğimi sanmıyorum. O zaman, o dedi. Of, hala itiyor ve hala gidilecek yer var. Daha tamamını almadım içime. Çünkü kasıkları değmedi henüz benimkilere.
Yüzümde bir dehşet ifadesi olmalı çünkü dehşete kapılmış durumdayım. Erhan ise bir fatihin zafer dolu gururuyla yoluna devam ediyor. Bedeni tamamen benimkine yapıştığında aradan sanki yıllar geçti. Ben bu arada bir ömür yaşadım, sevinç, keder, zevk ve acı tattım. En dibe dayandıktan sonra bir daha hareket etmedi Erhan. Nefesimi tutmuş, öylece bekliyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. İçimi kavuran bu zevki nasıl yöneteceğimi bilmiyordum.
Diğer bacağımı da beline sarıp kendisini daha da dayadı bana. Artık kollarım ve bacaklarımla onu sarmalıyordum. Nefes nefese, şaşkın, kaybolmuştum. Başını boynuma gömüp kokumu derin derin içine çekti. İçimde kendisini sıkıp bıraktığını hissettim. Ben de kaslarımı sıktım.
“Yapma!” diye durdurdu beni. “Boşalmak istemiyorum. Sadece içinde olmak istiyorum.” O ne demek? Saçlarımı okşayıp kokumla nefesleniyor. Yüzündeki huzuru görmesem bile bütün hücrelerinde hissediyorum.
Ben kucağındayken salona yürüdü. Duruşumuzu hiç bozmadan koltuğa oturdu. Beni kendisine daha çok bastırdı. Artık gidecek yerim yoktu. En sonuna kadar Erhan’dım. Hayatımı yeniden şekillendiren bir zevkle tanışıyordum ve tüm bunlar sadece o içimde durduğu için oluyordu.
Beni omuzlarımdan uzaklaştırıp yüzüme baktı. Yumuşacıktı. Hayatın sırrına ermiş gibi huzurluydu. Onu ilk defa yüz kaslarında gerginlik olmadan görüyordum. Sonra eğilip dudaklarımdan öptü. Yalamadı, emmedi, sömürmedi, saldırmadı. Öptü. Geri çekildiğinde kendimi boşlukta hissettim. İçim doluydu ama ondan mahrum kalan her hücrem kayıptı. Gülümsedi bana. Ağzının iki tarafıyla… Dişleri bile görünüyordu hatta.
“Merhaba.”
Gülümsedim. Gülümsememek elimde değildi.
“Hoş geldin.”