Seksi Numara Bölüm 9
Tolga
Hafta sonu için seçtiğim kıyafete bakarken içimden kıs kıs gülüyordum. Her ortama uyacak sımsıkı, daracık ama kısacık siyah elbisem asalet çığlıkları atarken, alnıma taktığım turuncu bandana ve yine turuncu stilettolarım sanki ortamla dalga geçiyordu.
Yıldırım beni kapının önünde gördüğü an, “Lanet olsun, bunu tahmin etmem gerekirdi.” diyerek kolumdan tuttuğu gibi evden çıkardı. O da simsiyah takımının içinde inanılmaz seçkin bir hava yansıtıyordu.
Selamlaşmayı bile unutarak onun arabayı aceleci hareketlerle bir alışveriş merkezine sürüşünü izledim. Gülümsüyordu. Pis pis… İçimde güzel şeyler olacağına dair umudumu yitirmeden ona güvendim ve hiç konuşmadan bekledim. Arabayı park ettiğimizde beni elimden tutarak içeri sürükledi. Sanki on yedi yaşındaydık ve bir yaramazlık yapacaktık. Gözlerinde bunu görebiliyordum.
Üçüncü kata çıkana kadar heyecandan ne yapacağımı bilemeden etrafıma bakındım. Beni bir mağazaya sürükledi. Yanımıza yaklaşan tezgâhtar kıza olanca çekiciliğiyle gülümsedi ve beni göstererek bir şeyler fısıldadı.
Erkek mağazasında olmasak sinirlenebilirdim. Kıyafetimle ilgili bir şeyleri düzeltip ortama uyar hale dönüştüreceğinden işkillenebilirdim. Ama hayır, Yıldırım bu değildi. O benim gibi çılgındı.
Tezgâhtarın elinde getirdiği şeyi gördüğümde önce gözlerim fal taşı gibi açıldı, sona tiz bir kahkaha dudaklarımın arasından fırladı. Bu arada Yıldırım da gülümseyerek boynundaki siyah kravatı çıkarıyordu. Kadından aldığını boynuna geçirip bağladı. Bandanamla aynı renkte, turuncu bir papyondu!
Biz deliler gibi gülüp aynada halimizi izlerken mağaza çalışanları da yüzlerinde hafifçe belirmeye başlayan tebessümle etrafımızı çevirmişlerdi. Çok güzeldik. Çok gençtik. Hayat doluyduk. Her yanımızdan neşe fışkırıyordu. Bir kadın yine aynı renkte bir mendili Yıldırım’ın ceket cebine fiyakalı bir şekilde yerleştirdi. Sanki ne yaptığımızı anlıyor gibiydiler. Yıldırım aynada ikimizin aksini hoşnut bakışlarla seyrettikten sonra, “Senin yanında ölü balık gibi kalacağım diye korktum. Artık gidebiliriz.” diyerek kolunu bana uzattı. Mutluydum. Hayat her ne kadar boktan olsa da o an gerçekten mutluydum.
Galeriye girdiğimizde bakışlar bizden yana dönüp bir daha da ayrılmadı. Herkesin siyah ve beyaz olduğu bir ortamda bizim rengimiz yaşamı kahkahalarla sarmalıyordu. İçlerinde beni tanıyanlar olduğunu görebiliyordum. Ama kimseyle selamlaşmak istemediğim çok belli oluyor olmalıydı. Uzaktan seyredip fısıldaşmakla yetindiler. Bu gece hepsine konuşacak bir konu vermiş ama benimle konuşma iznini vermemiştim. Bu da bana yeterdi.
Resimler gerçekten güzeldi. Yıldırım’ın arkadaşı Tolga Akalın çok yetenekliydi. Bakarken zevk aldığımı fark etmiş, yanıma gelip benimle birlikte eserini seyretmeye başlamıştı. Otuzlarında olmalıydı. “Kimse senin gibi bakmadı bunlara.” dediğinde dönüp neye benzediğine baktım. İlginç bir adamdı. Çok yakışıklı ve eşcinseldi. Nereden bildiğimi bilmiyordum ama bacaklarının arasındaki heba edilmiş potansiyeli düşünmemeye çalışarak gülümsedim.
“Kendin için yapmışsın bu resimleri ve ben seni görmekten hoşlandım.” dediğimde gözlerinin içi parladı.
“Bu gece buradan çıkınca ilk iş seni çizeceğim. Karanlıkta turuncu bir çığlık… İzin verirsen sonra bunu sana hediye etmek isterim.”
Çok elitti. Çok farklı. Etrafımızdaki çiğ insanların dışında bambaşka bir soluktu. “Onur duyarım.”
İkimiz de gülümseyerek birbirimize bakarken Yıldırım geldi. “Tolgacım, şu an bakmakta olduğun kadın bir hazinedir. Onunla yaşarsın. Onunla gülersin. Asla da arkanı kollamak zorunda kalmazsın.”
Tolga bana bakarak bir süre sustu, sonra, “Görmemek mümkün değil.” diyerek elimi öptü. “Tercihimden pişman olduğum tek anı bana yaşattığınız için şaşkınım. Ama seçimi bir kez yapınca geri dönülemediğini söylemişlerdi…”
Gülümseyerek “Üzülmeyin.” dedim. “Hayatta paylaşılacak çok fazla şey var. Bunlara sizi de dâhil etmek hoşuma gider.” Evet, normal insanlar bana göre değildi. Uç noktalardaki insanların yanında kendimi daha rahat hissediyordum çünkü onlar doğaldı.
Yıldırım, gecenin devamındaki programımızı sıralayıp Tolga’yı uygun bir anında bize katılması için davet etti. Bir saat sonra oradan ayrıldığımızda, çok sevdiğim iki insanı birazdan görecek olmanın heyecanıyla yerimde duramıyordum. Yemek bir otelin restoranındaydı. Biraz geç kalmıştık ve herkes masalarına yerleşmişti. Bize ayrılan yere oturup masadakilerle selamlaştık. Düzgün bir topluluktu. Yine de bize göre çok resmi sayılırdı. Turuncu rengimiz burada da aykırı görünmemize neden oluyordu.
Yıldırım, Lale ile Semih’in oturduğu yeri bana gösterince heyecanla selamlaştık ve Lale ile kaş göz işaretleriyle anlaşarak çaktırmadan dışarı çıkıp coşkulu sevincimizi orada yaşadık. Sıcak bir ev kokusu içimi sarıp sarmalamıştı. Bir on dakika kadar birbirimizin hayatını kucakladıktan sonra Lale, Semih’i göndereceğini söyleyerek içeri girdi.
Semih dışarı geldiğinde, ilk tepkisi bana sıkıca sarılmak olmuştu. Beni o da özlemişti ve kayıplarım için ikisi de üzülüyorlardı. “Seni çok özledim Melis.” derken arkamdan duyduğum buz gibi bir sesle bir anda elim ayağım boşaldı.
“Özleminizi kenarda giderirseniz girişi engellememiş olursunuz.”
İkimiz de şaşkınlıkla ayrılarak konuşan kişiye döndük. Erhan yanında iki adamla birlikte kapının girişinde durmuş bize bakıyordu. “Hatta telefonu kullanmanızı tavsiye ederim. Orada duygular daha özgürce ifade edilebiliyor.”
Ağzım bir karış açık, Erhan’ın beni baştan aşağı küçümseyen bakışlarını hazmetmeye çalışırken, üç adam hızla kapıdan içeri girip kayboldular. Semih’in “Ne dedi şimdi bu?” sorusuna yanıt bile veremedim. “Sarhoş mudur nedir?” diye kendi kendisine söylenen arkadaşım, yemek sonrası yan yana olabilmemiz için gerekeni yapacağını söyleyerek beni içeri yönlendirdi.
Yıldırım’ın yanına oturduğumda elim ayağım titriyordu. Bu da neydi böyle? Kozmik güçler benimle dalga mı geçiyordu? Yirmi altı yılda bir kere yan yana bile gelmediğim bir adam, şimdi bütün koordinatları benim çevreme örülmüşçesine her yerde karşıma çıkıyordu. Bardağımdan kocaman bir yudum su içip kendime gelmeye çalışırken Yıldırım’ın kaygı dolu sesi kulağıma ulaştı.
“O burada.”
“Kapıda karşılaştık.”
“Beni dövmek istiyor. Galiba Semih’i de dövmek istiyor. Üçümüze de bakıp duruyor ve kulaklarından dumanlar fışkırıyor.”
“Lanet olsun Yıldırım, bu bir şirket yemeği değil mi? Ne işi olabilir onun bu yemekte?”
Onun da kafası karışmış gibiydi. “Bilmiyorum ama birazdan öğrenirim. Hem bakalım bir kimin nesiymiş.”
Yemeğin sonuna doğru herkes ayaklanıp masalar arasında gezinmeye başlayınca ben de Lalelerin masasına gidip oturdum. Salonun içinde Erhan’ı görmemek için neredeyse başımı bile oynatmıyordum. Bu arada Yıldırım da genel müdürün sekreteri olan yaşlıca bir kadını kenara sıkıştırmış, derin bir sohbete dalmıştı.
Bir saat sonra herkesin yavaş yavaş otelin gece kulübü bölümüne geçmesiyle ortam biraz daha rahatladı. Alkol düzeyi artmış, teklifsiz konuşmalar insanların daha normal görünmesini sağlamıştı. Artık işten çok bir arkadaş ortamında gibiydik. Yıldırım’ın telefonuna gelen bir mesaj, Tolga’nın da bize katılacağını haber vermişti. Gece güzelleşiyordu. Ya da bir faciaya doğru yol alıyordu. Hangisi olduğunu bilmiyordum çünkü başımı kaldırıp etrafa bakmıyordum. Erhan’ın burada olup olmadığını bilmiyordum. Yıldırım da diğerleriyle konuşmaya daldığından, ona soramıyordum.
“Senin kadar güzel bir kadın tek başına bırakılmamalı. Gel dans edelim.” diyen sesi duyduğumda, içleri gülen gözlerimi Tolga’nınkilere diktim.
“Zevkle.” diyerek elini tuttum ve beni piste götürmesine izin verdim.
Tolga ile olmak çok rahatlatıcıydı. Bir erkeğin talepkâr olmadan bana bakması, beni onun karşısında özgürleştiriyordu. Çok güzel dans ediyordu. 1.90’lık boyu, özen gösterdiği her halinden belli olan bedeniyle beni pistin ortasında rahatça yönlendiriyordu. Onca çekiciliğine rağmen bedenim onu bir erkek olarak görmüyordu. Bu yüzden rahatça ona sokuluyor, figürlere hakkını vererek eşlik edebiliyordum.
Müzik biraz yavaşladığında kavalyemi inceledim. Sarışın, mavi gözlüydü. Balkanlardan gelen bir kana sahip olmalıydı. Benimkiyle yarışacak kadar pürüzsüz bir teni vardı. Hatlarının erkeksiliği, yatakta baskın olan tarafın o olduğunu düşündürdü bana.
Ona sormak istediğim şeyler vardı. Kim kimi beceriyor, buna kim karar veriyor, birleşme sırasında canı yanıyor mu, hadi beceren becerilenin kıçına boşalıyor da ötekinin ereksiyonu nasıl söndürülüyor? Böyle komik şeyleri merak ediyordum işte. Tolga’yı bir erkeğin önünde pantolonsuz düşünmek sinirlerimi bozunca kendimi tutamadan kıkırdamaya başladım.
“Beni öldürmek ister gibi bakan şu muhteşem şeyin seninle bir ilgisi olabilir mi Melis?”
Bir anda gerilen sinirlerim Erhan alarmımı çalıştırdı. O olmalıydı. “Esmer kocaman şey mi?”
“Kesinlikle evet.”
“Sadece haddini bildirmem gereken bir yabancı. Rahat ol. Üzerimde hiçbir hakka sahip değil.”
Mavi gözlerde beliren hınzır pırıltı çok şekerdi. “Sana bakışlarını sevmedim. Fazla küstah. Fazla sahiplenici. Onu biraz rahatsız edelim mi?”
Beni normal insan bulmazdı zaten. Erhan’a bulaşmak istiyor muydum? Hayır. Ama o benim hayatıma uymazsın cümlesini ona yedirmek güzel olacaktı. Burası onun hayatıydı, değil mi? Yıldırım ve Tolga da onun çevresindeki insanlardı. O halde Tolga’nın hayatına uyuşumu seyrettirmekte bir sakınca yoktu.
“Edelim.” diyerek Tolga’ya yol verdim ve kendimi bir anda dibine kadar ona yaslanmış buldum. Adam muhteşemdi. Bu nasıl bir danstı? Dans mı bedenlerin kaynaşması mı, bu yaptığımızın bir adı yoktu. Bayağı değildi. Rahatsız edici değildi. Dokunmayı bir sanat olarak icra ediyordu. Bizi izleyenlerin gördüğü şey seksten farklı bir performanstı ama kadınla erkeği tarif ediyordu. En önemlisi de gözlerdi. Tolga bütün figürleri yaparken gözlerini benden bir an olsun ayırmıyordu. Sanki dans pistinde bana tapınıyor, bağlılığını sunuyordu.
Erhan’ın yerinde olmak istemediğimi düşündüm. Aklı bir kadına takılı kalmış bir adam için bu gördükleri boğaya sallanan kırmızı bayraktı. Ve o, bu duygularıyla çaresizce baş başaydı. Beter olmasını diledim. Özgürdüm. Mutluydum. Çılgındım. Güzeldim. Bir eşcinsel tarafından bile beğeniliyordum. Erhan ise kendi saplantılarında kaybolarak beni ezmeye çalışmış, bizi güzel bir ilişkiden mahrum bırakmıştı. O halde, dans!