Seksi Numara Bölüm 10
Şeytan
Ne kadar sürdü bilmiyorum. Bara geçtiğimizde kan ter içerisinde kalmıştım. Önce Yıldırım, sonra Semih ve Lale de konuşmalarını, danslarını bitirip yanımıza geldiler. Eğleniyordum. Şakıyordum. Melis olmaktan gurur duyuyordum ve bunu bütün hücrelerimle haykırıyordum.
Herkesin ilgisinin dağıldığı bir an, kolumdan tutulup çekildiğimi ve bardan uzaklaştırıldığımı fark ettim. Kulağımın dibinde içimi alt üst eden öfkeli solukları duyduğumda kolumu tutanın kim olduğunu çoktan biliyordum. Kapının dışında, nispeten sakin bir yere sürüklendim.
“Kaç kişiyi aynı anda idare ediyorsun lanet olası!”
Hiç desem… İnanmayacak ki. Televoleyim ya ben. “Ben bunun seninle ilgisini anlayamadım?”
Burnundan soluk alıp verirken dişlerini de birbirine geçirmiş, çenesini sıkıyordu.
“Melis seni öldürürüm.”
Ya bir dakika. Bu işte bir yanlışlık yok mu? Ben bu adamın hiçbir şeyi değilim. Bir kez telefonda seks yaptık, bir kez de yarım kalmış bir yemeğe çıktık. Daha öpüşmedik bile!
“Neden?”
Öylece durdu. Evet, neden? “Nesin sen?”
Güldüm. Sormak aklına yeni mi geliyordu? “Telefonda seks yaptığın bir hatunum.”
Gözleri kararsızca bana saplandı. “Hayır, o bile bir telefon seksi değildi. Telefonu kapattığım andan itibaren hayatımın tek amacına dönüştün. Söyle bana, kimsin sen?” Aklı karışıktı. Beni bir sınıfa sokamadığı için huzur bulamıyordu. Beni istiyordu. Benim onu istediğim kadar istiyordu. Çaresizce…
“Kim olduğuma çoktan karar verdin sen. Hayatına uymadığıma, ne işte çalıştığıma, bacaklarımı ne sıklıkta açtığıma çoktan karar verdin. Bu yüzden de bana sorma hakkını kaybettin Erhan.”
Gözlerini kapattı. Kendini tutmak için çok uğraştığını görebiliyordum. “Melis ben gerçekten adam öldürme kapasitesine sahip olduğumu keşfettim bu gece. Tam dört leşim olabilir burada. Sen ve o üç herif. Şaka yapmıyorum. Beni daha fazla tahrik etme.”
Korkmalı mıyım? Bence ayağımı denk almak iyi bir fikir. “Erhan, ben hiçbir şey yapmıyorum. Sadece var oluyorum. Hep olduğum gibi. Bu seni huzursuz ediyorsa üzgünüm ama bence burada kendisine sahip çıkması gereken sensin. Lütfen o telefon olayını unut, karşılaştığımız zaman da kafanı çevirip git.”
Cümlem bitmeden kendimi duvarla Erhan arasında sıkışmış buldum. Elleri saçlarımın içine girmiş, bacakları bacaklarımın arasına yerleşmişti. Kısa eteğim onun bacağı yüzünden yukarı sıyrılmıştı. Göğüslerimdeki baskı dayanılır gibi değildi. Ezmek istercesine beni duvara yaslıyor ve canımın acısından çok içimdeki zevki alevlendiriyordu.
“Seni öldüreceğim Melis. Bunun zevkten olması için dua etmeye başlasan iyi olur.” Son kelimeyle birlikte ağzı benimkinin üzerine kapandı ve ben öldüm.
Belki de doğdum. Benim dünyaya geliş sebebim Erhan olmalı. Ben, bu adam beni burada öpsün diye doğmuşum. Öpsün, sonra ben ölebilirim, önemli değil. Yirmi altı yıl bu dudaklardan mahrum bırakılmış olmak… Ne kayıp.
Siz benim bu öpücüğü yazmak için beynimdeki en ufak bir bilinç kırıntısını o dudaklardan ayıracağımı sanıyorsanız avucunuzu yalarsınız. Ben yoktum ki. Erhan’ın ağzında kaybolmuş bir ağızdım sadece. Dilime dokunan dildim. Onun ağzındaki leziz, yaşamsal, besleyici ıslaklıktım. Onun nefesi ağzıma doldukça nefes alabiliyordum. Ciğerlerimi o şekillendiriyordu. Görünmezdim, onun dokunduğu yerler dünya üzerinde beliriyordu. Elini çektiği yerde kayboluyordum. Gözlerim açık mı kapalı mı bilmiyordum. Onları kaybetmiştim. Burnumdan içeri dolan tek koku onun nefesiydi. Hafifçe belirmeye başlamış sakalları yüzüme sürtündükçe tahriş olan tenim şekillenip rengini o noktada buluyor, diğer kısımlar tuvalden silinip gidiyordu.
Ağzından ağzıma yayılan enerji, damarlarımdaki kanın izlediği yolla tanıştırdı beni. Kaç ana, kaç kılcal damarım var, nereden çıkıp nereye giriyor, kalbe ne kadar zamanda ulaşıp kaç kere pompalanıyor, oradan nasıl çıkıyor, çıkınca panik halde yeniden Erhan’a nasıl koşuyor? Sağ ayağımın en küçük parmağında, tırnağımın başladığı yerde bir damarım varmış mesela. Siz biliyor muydunuz bunu? Anatomi profesörleri de bilmiyordur belki. Onlar olmadığını bile iddia edebilirler. Ama benim var işte. Aort damarım orada olabilir. Erhan’ın dili hareket ettikçe orası zonkluyordu. Galiba ağzıyla bana elektrik veriyordu bu adam, çarpılıyordum. Sağ ayağımın küçük parmağı çığlık atarak titreşiyordu. Bir dakika, sol ayağım da olabilir. Aort damarım yer değiştirmiş olabilir. Her dil darbesinde bedenimin içinde oradan oraya savruluyor olabilir. Kalbim de onunla birlikte dolanıyor mu acaba bedenimin içinde?
Aort damarımın koordinatlarını kaybettim. Zamanı da kaybettim sanırım. Hangi gündeyiz? Hangi ay? Yılı bilseydim bari. Çağlar arasında bir tahmin yapabilir miydim? İlk çağ? Yakın çağ? Unuttum. Yaşam ve ölüm yoksa zaman da yok ki. O zaman ben yaşamıyordum. O ağız benden ayrıldığı an boş bir çuval gibi düşüp toprağa karışacaktım. Evet, ben ölü olmalıydım.
Ağzımın içinde kelimeler mi var? Ben mi söylüyorum? “Şeytan sen olmalısın, uzaklaşamıyorum senden!” mi diyor biri? Bir erkek sesi, Erhan mı söyledi bunu?
Bedenim hoyratça ikiye ayrıldı. Canımın acısından anladım bunu. Erhan’ın dudakları benimkilerden uzaklaşıyordu. Hayır!
Gözlerimden çekilen yaşam enerjisiyle onun yüzünü algılamaya çalıştım. Bir sisin içinde önümü görmeye çalışıyordum. Erhan bir belirip bir kayboluyordu. Belirdiği zamanlarda kızgındı. Beni yok etmek ister gibi bakıyordu. Biraz da dehşete kapılmıştı sanki. Ama ben adını tam koyamadan görüntü kayboluyordu.
Ciğerlerime Erhan yerine oksijen dolmaya başladığında bedenim ve dışarıdaki dünya yeryüzüne yeniden çizilip üçüncü boyutuna ulaştı. Renkler belirip sesler keskinleşti. Bir otelin içindeki kulübün kapısının dışında, duvara dayalı, karşısındaki adama bakakalmış bir kadındım. Adım Melis’ti, yirmi altı yaşındaydım. İçeride arkadaşlarım vardı ve Erhan benim hiçbir şeyim değildi.
Ben onun şeytanıydım, öyle demişti.
Yanımdan kaçarcasına uzaklaştığında algılarım yavaş yavaş normale dönmeye başladı. Hayatımın golünü yemiştim. Bir erkeğin dokunuşuyla kadın olmanın ne olduğunu anlamıştım ve bu benim hayal kurarak anlayabileceğim bir gerçek olmanın çok ötesindeydi. Bundan sonra hiçbir şey aynı olmayacaktı.
Sarsak adımlarla içeri girip barda arkadaşlarımın yanına ulaştım. Sağ salim diyemeyeceğim çünkü kırık döküktüm. Barın üzerinde gördüğüm ilk bardağı kafama dikip içtim. Kimindi ya da neydi bilmiyordum, umurumda da değildi. Yıldırım’ın beni saran kolunda önce gerildiysem de sonra bedenimi bıraktım.
“İyi misin sen?” Başımı salladım sadece. Hareketlerle yalan söylemek kelimelerle söylemekten daha kolaydı. En azından ses tonu faktörü ortadan kalkıyordu.
“Seninkinin kim olduğunu öğrendim.” Çok iyi. Ben de öğrendim. Beni şeytan olarak gören hayatımın erkeği… Bunun ötesinde ne söyleyebilirdi ki Yıldırım bana?
“Büyük patronun sağ koluymuş. Erhan Keskinoğlu.”
Keskinoğlu. Oğlu bu kadar keskinse, babayı merak etmemek elde değildi açıkçası.
“Büyük patronla ailesel bir takım bağlantıları olduğu tahmin ediliyormuş ama kimsenin bildiği kesin bir şey yokmuş. Sadece emirlere uymayı sevmediği ve patronun da buna göz yumduğunu söylüyorlar. Genellikle ihalelerde her şey onun kontrolünde yürüyormuş. Şirkete geldiği çok nadirmiş. Bir zaman patronun karısı tarafındaki biriyle evli olduğu falan da konuşuluyor ama bunlar da sadece dedikodu düzeyinde kalıyormuş açıkçası.”
Güldüm. “Büyük adamın büyük maşası yani.”
Yıldırım sesimdeki mutsuzluğu algılayınca dikkatini bana yoğunlaştırdı. “Ne oldu Melis?”
Gücüm yoktu. Bu gecenin fişini çekmem gerekiyordu. “Bilmiyorum. Beni eve gönderir misin? Daha fazla kalamayacağım burada.”
Sinirlendi arkadaşım. “Saçmalama, seni şoförlere bırakacak değilim. Ben bırakırım.”
Bundan sonraki zaman uyku halinde gibi geçti. Hayat benim dışımda yaşanıyordu. Lale ve Semih’i öpüşümü, Tolga’nın yeniden görüşeceğimiz vaatlerini, arabaya binişimi, evin önünde inişimi, Yıldırım ile vedalaşışımı hayal meyal hatırlıyordum.
Eve girdiğim an kendimi ipleri kesilmiş bir kukla gibi yere bıraktım. İçeri bile gidecek gücüm yoktu. Unutmak, yok olmak istiyordum. Derin bir başarısızlık duygusu kalbimi sarıp saklamıştı.
Bugün zirveyi ve dibi görmüştüm. Dip kolaydı da zirveyi bir kez gördüğünde bunun altındaki her noktanın anlamı kayboluyordu. Benim kaybım da buydu. Yaşamdan zevk alabileceğim tüm anlar bu gece benden uzaklaşmıştı. Erhan ile birlikte çekip gitmişti ve ben ölümün böyle bir şey olduğunu anlamıştım.
Dediğini yapmış, beni öldürmüştü.