Seçilmemiş Bölüm 14
Gördüğü ilk büfeden bir şişe Jack Daniel’s alıp otoyola çıktı Sinan. Bütün bedeni sıtmaya tutulmuş gibi titriyor, yolda gördüğü tabelaları algılamakta zorlanıyordu.
Nereye gittiğini bilmiyordu. Sadece arkasından şeytanlar kovalıyormuş gibi kaçmak istiyordu. Oysa şeytan onun içindeydi.
Ne yapmıştı! Ne yapmıştı! Lanet olsun.
Daha fazla gidemeyeceğini anlayınca bir park alanına girip kenara çekti. Ağzından acı bir “Elif!” çıktı. Başını direksiyona dayayıp defalarca Elif’in adını sayıkladı.
Hava sıcaktı ama çok üşüyordu. Yanındaki şişeyi açıp kafasına dikti. İçindeki üşüme hiç geçmeyecek gibi yerleşmişti bedenine.
Cennet ve cehennemdi bu gece.
Göğün yedi kat üstü ve altıydı.
Hayatın başlangıcı ve sonuydu.
Mimarı kendisiydi. Bu geceyi özenle işleyerek dokumuş, sonra da bir yumrukta yıkmıştı.
Bu gece sadece Elif’i değil, kendisini de yıkmıştı.
Hiç sesini çıkarmamıştı Elif. Aslında gecenin tümünde hiç konuşmamıştı. Bedeni seslendirmişti duygularını onun yerine. İsyan, mücadele, şaşkınlık, zevk, yenilgi, dehşet… Hepsini susarak dile getirmişti.
Hele ki son suskunluğu, Sinan için en büyük azaptı. Bir kadına yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmıştı. Orantısız gücünü üzerinde kullanmış, tecavüz etmişti. Bugüne kadar her koşulda gücü yerine zekâsını kullanmayı seçen Sinan, kendisine karşı koyamayacak küçücük bir kadına hayatındaki en büyük şiddeti uygulamıştı.
Şişeyi kafasına dikip arka arkaya büyük yudumları boğazından aşağı gönderdi. Yıkılırcasına sarhoş olsa, kendisini unutabilir miydi? Elif’in şehla gözlerini unutabilir miydi? Onun susuşunu unutabilir miydi?
Ne güzel meydan okumuştu kendisine. Ona kendisini kabul ettirmek için harcadığı çabayı Sinan hayatı boyunca istediği hiçbir şey için göstermediğini biliyordu.
İlk öpücüğüne kavuşana kadar ne kadar karşı koymuştu ona. O öpücük çok kıymetliydi. Çok özeldi. Bir kadını öpmek değil, Elif’i öpmekti.
Elif.
Teni nasıl da uymuştu tenine. Ona dokunmaktan aldığı hazzı hiçbir şeyde bulamamıştı Sinan. Onu seyretmek, aldığı zevki yönetmek kutsal bir ayindi. Bir kadına dokunmak asla bu kadar anlam yüklenmemişti. Sinan kendisini ilk defa tamamlanmış hissetmişti.
Ona hayatının ilk zevkini tattırabilmiş olmanın doyumunu hiçbir zevkle kıyaslayamazdı. Elif onu beklemişti. O Elif’i beklemişti.
İşte Sinan bunu yok etmişti.
Çalan telefonuna anlamsız gözlerle baktı. Doğan. Reddet tuşuna basıp telefonu tamamen kapattı. Bu gece insanı oynayabilecek yüzü yoktu. Bu gece hayata hayvan kontenjanından katılıyordu.
‘Giderken kapıyı kapat.’
Düşündükçe canını yakıyordu. Elif’in bunu söylediğini duyduğu an içindeki aşağılanmışlık hissiyle başa çıkamamıştı. Elif’in, kendisinin bugüne kadar yatağından çıktığı kadınlara davrandığı gibi davrandığını gördüğünde canının bu kadar yanmasına hiç hazır değildi.
O Elif’e âşıktı. Evet, âşıktı.
Bu gece itiraflar gecesiyse bunu en başa koymak gerekiyordu.
Ona olan hayranlığı, daha yüzünü görmemişken başlamıştı. Bardaki konuşmasından kişiliğine hayran olmuştu. Onu gördüğünde, kendisine sahip çıkışına, bir insandan görünüşten daha fazlasını beklemesine saygı duymuştu. Hayatına alacağı insanları seçişine vurulmuştu. Ona yaklaşabilmek için çaba harcadıkça, zekâsını hesaba katarak strateji kurmak zorunda kalmayı sevmişti. Onun gücüyle karşı karşıya kaldığında kendisini limitlerine kadar zorlayışına bayılmıştı.
Annesinden başka sadece bu kadına kişiliğiyle bir bütün olarak bakabilmiş ve onun kendisi için doğru kadın olduğunu anlamıştı.
Otuz iki yıllık yaşamı boyunca bir kadına âşık olabileceğine asla inanmamışken bu duygu o farkına bile varmadan hesapsızca yüreğine yerleşmiş, o yüzden de Elif için anlamsız bir beden olmayı kendisine yedirememişti.
Âşık olduğu kadın tarafından gururu kırılan bir erkeğin ne kadar acımasız olabileceğini artık anlayabiliyordu. Onu, bile isteye kırıp parçalamak istemişti. Nasıl incitebileceğini çok iyi bilmiş, acımadan kadınlığını yok etmeye oynamıştı. Elif’e o gece hissettirdiklerini ondan geri almaya çalışmıştı. Duyduğu aşkı geri almaya çalışmıştı.
Ne aymazlık. Bu gece kendisi de Elif’le birlikte yok olmuştu.
Elindeki yarısı içilmiş şişeyi camdan dışarı fırlattı. İçi bomboştu. Kalbi gibi. Hayatının bundan sonra geriye kalan günlerini ne yüzle yaşayacaktı? Başka bir kadınla nasıl sevişecekti? Şehla olmayan gözlere ne yüzle bakacaktı? Aynaya nasıl bakacaktı?
Arabasının camındaki aynaya ilişti gözleri. Donuk, içi bomboş bir Sinan bakıyordu kendisine. Görmemek için gözlerini kapattı.
Yoldan geçen bir kamyonun bitmek bilmeyen iğrenç melodili cırtlak kornasıyla uyandığında gün ağarmıştı. Nerede olduğunu algılayana kadar geçen sürede bomboş olan bakışları bir anda acıyla doldu.
Elif.
Her şey bitmişti. Hayat anlamını yitirmiş, gelecek ıssızlığa bürünmüş, umut dört harfli bir kelime olma dışındaki anlamını unutmuş, coşku sahneden silinip gitmişti. Elif’siz hayatı artık gereksiz bir yüktü.
Ölü bir bedenin donukluğuyla arabasını çalıştırıp şehre döndü.
***
Elif bütün gece uyuduğunu sandığı anlarda aslında uyanık, uyanık olduğunu sandığı anlarda da bir kâbusta olduğunu anlamadan sabaha kadar çırpındı. Sabah yataktan canlı bir cenaze kalktı.
Aynaya bakıp, ‘bu çene işte bu parmaklarla kıpırdayamaz hale getirildi’ diye bağıran kırmızı izleri gördüğünde, ajansa telefon açarak hasta olduğunu söyledi. İzleri saklayamazdı. Ruhundaki bereleri yok sayıp normal görünemezdi. Daha da önemlisi, Zeynep’le yüz yüze gelemezdi.
Duşun altında dakikalarca durduktan sonra üzerine bir eşofman geçirip salona geçti. Var olmaktan soyutlanabilmek için perdeleri örttü, kapıya gidip zincirini taktı. Bütün bir gün ve gece, ışıkları açmadan, yorgunluktan baygın düşene kadar koltukta oturdu.
Ertesi gün Ceren’in gelip ona bakma önerilerini, hastalığının ona da bulaşabileceği bahanesiyle reddetti. Hiçbir şey düşünmüyordu. Yaşananları aklından geçirmiyordu. Odasına zorunlu olmadıkça girmiyor, gözünü yatağın olduğu tarafa çevirmiyordu. Öylece koltukta oturup boşluğa bakarak zamanı geçiriyordu.
Sinan bir daha gelmeyecekti. Onun bunu kendi isteğiyle seçmesini sağlamıştı Elif.
Sinan’ı hayatından yara almadan çıkarmanın bedeli yara almak olmuştu ama bunu da atlatırdı. Sinan’ın kendisinden uzak durmasını garantilemişti. Zaten o da Elif’ten isteyebileceği ne varsa almış, verebileceği tüm zararı vermiş, geride enkaz halinde bir ruh bırakmıştı.
Yine de içindeki korkudan kurtulamıyor, birisi kendisine zarar verecekmiş gibi sürekli tetikte bekliyordu. Kapıdaki her sesten ürküp yerinden sıçrıyordu. Banyoya girdiğinde kapısını kilitliyor, yere oturarak saatlerce suyun altında duruyordu. Akan suyun darbeleriyle aşınarak toz zerreleri halinde su giderinden hiçliğe kavuşmayı umuyordu.
Gözlerinin altı çökmüş, yemek yemeyi akıl edemediği için iki günde kilo kaybetmişti.
Zeynep’in balayı için aldığı izni kullanarak Antalya’ya gittiğini öğrendiğinde çıkıp kendine bir fondöten ve kapatıcı aldı. Çenesindeki kızarıklığı ve gözlerinin altındaki çökmeyi bunlarla gizleyerek üçüncü gün işe gitti.
Ceren Elif’teki değişimi fark etmiş, bunun hastalıkla ilgili olduğuna bir saniye bile inanmamıştı. Arkadaşına bakıyor, ama siluetinin olduğu yerde sadece bir boşluk görüyordu. Sanki içinde yaşam enerjisi bulunmayan boş bir kabuğa bakıyordu.
Günler geçip de yaşadığı gerginliğin izleri yüzünde açıkça görülmeye başladığında Ceren’in baskıları artmış ama Elif daha da içine kapanmıştı.
Elif Ceren’le aralarına çektiği duvarı bir saniye bile indirmeyecekti. Yaşananların sözü edilemezdi. Akıldan dahi geçirilemezdi.
Şoku atlatana kadar olmamış gibi davranmaya sarıldı. İşten başka bir şey düşünmemeye çalışıyordu. Aslında işi de düşünemiyordu. Öylece boşluğa bakıyor, ruhundaki darbenin hafiflemesini bekliyordu.
Zeynep’in ajansta olmaması Elif için bir mucizenin gerçekleşmesiydi. Onun yüzüne suçluluk duymadan bakabilmesi mümkün değildi. Artık nişanlı olmamalarının önemi yoktu. Zeynep o adama karşı en ufak bir duygu beslediği sürece, Elif için o, Zeynep’e aitti. Kızın nişanlısıyken ondan etkilenmiş, kendi girişimiyle olmasa da onunla yatmış ve bundan zevk almıştı. Zeynep’e ihanet etmişti.
Sonraki birkaç günde de yaşamını bu yeni rutininde yaşadı. İşten doğruca eve gidiyor, kapısını zincirleyip koridor dışındaki ışıkları söndürüyor, kanepede oturup orada uyuyor ve düşünmüyordu. Korkaklık onun ruhuna hiç uymamıştı ama şu an cesur olma zamanı değildi. Hala yok olmak istiyordu. Yaşamını sürdürmek, öncelikleri arasında en sona itilmişti.