Seçilmemiş Bölüm 13

Seçilmemiş Bölüm 13

Elif, bütün ağırlığını vererek kendisini üzerine bırakmış olan Sinan’ın kendisiyle aynı tempoda giderek yavaşlayan nefesini dinliyordu. Bacakları adaleli bacaklarıyla hapsolmuş, parmakları parmaklarına dolanmış, en ufak bir hareket alanı kalmamıştı. Nemlenmiş geniş omuzlar başını oynatmasına bile izin vermiyordu.

Adam baştan aşağı kastı ve muhteşemdi. Şu anda bile Elif onun hala içinde olmasından büyük bir zevk alıyordu. Onun bildiği, bu iş biter bitmez bu şeylerin sersem bir et parçasına dönüşmesiydi. Ama Sinan içinde yok olup gitmemişti. Hala heyecanını dürtükleyecek kadar sertti.

Acı bir gülümsemeyle kendisiyle dalga geçti. ‘İlk orgazmını oldun Elif. Tebrik ederim.’

Bunun kendisi için çok özel bir an olması gerekiyordu. Coşkuyla yanındaki erkeğine sarılacağı, onun teninde erimekten mutluluk duyacağı an. Bunun yerine sadece yenilgi vardı.

Sinan kazanmıştı. Bugüne kadar yok saydığı kadınlığı sığınağından çıkmış, bütün ipleri erkeğin eline vererek gücünü kabul etmişti. Orgazm çığlıkları da bu beyanın kanıtı olmuştu.

Utanç içinde kendi bedenine yabancılaşan genç kadın, derin bir kayıp duygusuyla hapsolduğu bu cendereden kurtulmak istedi. Kıpırdamaya korkuyordu. Bütün erkekleri parmağında oynatan Elif Erdem’in, şu an o parmağı oynatmak için bile adamın iznine ihtiyacı vardı.

Kendine olan inancı orgazm sırasında bir yerlerde kaybolmuştu. Gözlerini kapatıp dünya üzerinden silinmeyi diledi. Sinan’ın yüzünde göreceği her duygunun kendisini daha da inciteceğini biliyordu. Ne hissediyordu acaba? Kendisiyle alay mı edecekti. Bu kadar hevesli oluşunu aşağılayacak mıydı?

Erkekler için bu işin nasıl yürüdüğünü bilmiyordu. İçine boşaldığına göre zevk almış olmalıydı. Zevkin dereceleri var mıydı? Belki de diğer kadınların yanında kendisi onun için tam bir hayal kırıklığı olmuştu. Onu mutlu etmek için yatakta taklalar attıklarına emindi. Kendisi ise ona dokunmayı bile denememiş, hissettiklerinin şaşkınlığıyla gözünü açmadan sadece anı yaşamıştı.

Eğer bir derecelendirme varsa kendisi en alttaki yeri yine kimseye bırakmamış olmalıydı.

Gururu paramparça yerlerde sürünürken, alamadığı her nefes ona derisinin içine işleyen iğneler gibi geri dönmeye başladı. Sinan’ın gitmesine ihtiyacı vardı. Utancıyla baş başa kalıp kırılıp dökülen parçalarını toparlamalı, dağılan benliğiyle barışmanın bir yolunu bulmalı, ama önce saatlerce ağlamalıydı.

Burnunu boynuna gömüp onun kokusunu derin derin içine çeken genç adam Elif’in kasıldığını hissettiği anda alarma geçti. Lanet olsun, bu kadının inadı zaferinin tadını çıkarmasına izin vermeyecek miydi?

Başını kaldırıp kendisine bakmayan gözlere odaklandı. Hala Elif’in içindeydi, her hücresine hükmediyor, ama onun kendisinden uzaklaşmasına engel olamıyordu.

“Kalk üstümden.”

Aralarındaki duvar yeniden çekilmişti. Elif’in kendisine bakmamaya kararlı olduğunu anlayıp derin bir kayıp duygusuyla içinden çıktı. Yan tarafa kayarak onu serbest bıraktı.

Eksilmişti sanki Elif de. Bu duyguyu yok saymaya uğraştı. Hemen yakınlarında üzerine giyebileceği bir şey olup olmadığını düşündü. Dolaba gidip sanki her şey normalmiş gibi kıyafet bakmanın bir anlamı yoktu.

Yataktan kalktı, banyoya yürüdü. İçeri girerken, adamın canını yakma isteği her türlü duygunun üzerine çıkmıştı. Belki kendisinin onun kadar fiziksel gücü yoktu ama onun da kelimeleri ve ustalıkla kullanmayı bildiği bir ses tonu vardı.

“Giderken kapıyı kapat.”

Üç kelimenin etkisi öldürücüydü. Kurşun bu kadar acıtmaz, kan damarlardan bu kadar hızlı boşalmazdı.

Bir anda gözü kararan Sinan yataktan ne zaman fırlayıp banyonun kapısını kırarcasına açtığını anlayamadı. Lavabonun kenarına ellerini dayamış, başı eğik öylece duran Elif’i saçlarından kavrayarak duvara yapıştırdı. Kadının gözlerinde gördüğü dehşet, içinde en ufak bir yumuşamaya neden olmadı. Canını acıtarak çenesinden kavrayıp gözlerini onunkilere dikti.

“Giderken kapıyı mı kapatayım?”

Parmaklarıyla sımsıkı kavradığı çenesini daha da sıkarak tükürürcesine tekrarladı.

“Giderken kapıyı mı kapatayım! Kimsin sen kaltak! Orospunla mı konuşuyorsun!”

Elif hiç sesini çıkaramadı. Paralize olmuş sadece Sinan’a bakıyor, onun sakinleşmesi için içinden bildiği bütün duaları okuyordu.

Kadının saçlarını kavrayan Sinan onun başını duvara sertçe itip burnunun dibine kadar girdi.

“Senin burnunu çok büyütmüşler. Belki de artık onu sürtmenin zamanı gelmiştir.”

Saçlarından sürükleyerek Elif’i odaya çeken adam onu yatağın üzerine fırlattı. Ne çığlıkları ne yalvarmaları umurunda değildi. Kontrolünü neredeyse tamamen kaybetmişti. Geri geri kaçmaya çalışan Elif’i bacaklarından tutarak kendisine doğru çektikten sonra üzerine kapandı.

“Önceki seansımız senin içindi, şimdiki benim için olacak. Muameleni görelim bakalım.”

O andan sonrası Elif için bir kâbustan farksızdı.

Eğer daha önce tapınılan bir tanrıça idiyse,  şimdi yerin dibine layık görülen bir fahişeydi. Sinan sadece aşağılamak için abandı onun içine. Ne dokunma, ne öpme, ne okşama.

Donup kalmış olan Elif onun öfkeden kızarmış yüzündeki kasılmayı, içinden taşan dizginlenemez hırsı canı acıyarak izledi. İçinde duygusuzca gidip gelen adam, yüzüne bile bakmıyor, gözlerini yummuş sadece boşalmak için gerekeni yapıyordu.

Uzun sürdü. Elif için çok uzun sürdü. Sinan’ın canını yakmak istemiş, silahı geri tepmişti. Onu aşağılamak isterken yerin dibine gönderilen kendisi olmuştu.  

‘Lütfen bitsin, lütfen dursun.’

Bitti gerçekten de. Elif’in bütün gururunu yerle bir ederek bitti.

Sinan içindeki öfkeyi Elif’in içine boşaltıp içinden çıktı. Elif’e bir kere bile bakmadan yataktan kalktı. Banyoya gidip duşu açtı. Sıcak suyun altında bir süre durup kanının ısınmasını umdu ama hala buz gibiydi. İçi katılaşmış, ruhu donuklaşmıştı. Yitirme duygusunun bütün hücrelerine kazındığını hissetti. Ruhundaki çok özel bir şey yok olmuştu.

Bir havlu bulup kurulandı. Odaya gidip yataktaki kadına hiç bakmadan kıyafetlerini giydi. Odada tek bir ses yoktu. Sanki kimse nefes almıyor, kimsenin kalbi çarpmıyordu.

Bomboş bakışlarla koridora geçip kapıya yürüdü. Elif’in bornozu düştüğü yerdeydi. Kapının kilidini açtı, dışarı çıkıp arkasından kapattı.

Patinajla kalkan arabanın lastiklerinden çıkan ciyaklama sesinin ardından ortalık tam bir sakinliğe büründü. Sessizlik hiç bu kadar yakışmamıştı bu eve.

Yatakta kıpırdamadan yatan kadın gözlerini kapatıp bir mezarda olmayı düşledi. Ölmek nasıl bir duyguydu acaba? Gözlerin ve ruhun kapalı, acıdan uzak, bilincin suskun, bir hiç olmak… Hiç bile olmamak. Olmamak.

Annesi ve babası anlatabilseydi keşke ona, olmamanın nasıl bir şey olduğunu. Varlar mıydı? Onu görüyorlar mıydı? Onun için üzülüyorlar mıydı? Yoksa hiç miydi? Eğer öyleyse her şey ne kolaydı. Hiçti işte, o kadar.

Şey olmaktı zor olan. Evrendeki herhangi bir şey… Çiçek olmak zordu. Böcek olmak zordu. Elif olmak zordu. Elif olmaktan çok yorulmuştu. Yalnız olmaktan, güvensizlikten, umutsuzluktan, inançsızlıktan çok yorulmuştu.

Ne zaman ölürdü acaba? Çok sonraysa o kadar zamanı nasıl dolduracaktı? Hemen ölebilir miydi? Bir trafik kazası mesela… Bir araba gelip çarpsaydı ona. Kısa, temiz bir hiçlik. ‘Sakat kalırsan?’ Tamam, araba çarpmasa da olurdu. Başka nasıl ölünür bilmiyordu ki. Tanıştığı tek ölüm, annesiyle babasının hiç olduğu araba kazasıydı.

Ölümünü seçmek nasıl olurdu? İlaçla ölmeli. Hayır hayır, ocağı açıp zehirlenerek ölmeli. Uçurumdan aşağı düşmeli. Ama o çok acıtıyordu. Biraz önce uçurumdan düşmüştü Elif. Sinan itmişti onu aşağıya. Çok canı yanmıştı. Hala yanıyordu.

Gitmişti Sinan. Yüzüne bir kere bile bakmamıştı. Artık gelmezdi yanına.

Tam istediği gibi… Bir daha görmeyecekti onu. Bir daha kimseyi görmeyecekti. Bir daha bir erkekle yan yana bile gelmeyecekti. Bir daha hiç gülmeyecek, hiç ağlamayacaktı. Ölmeden hiç olacaktı. Olmuştu. Hiçti.

‘Anneciğim, var mısın?’

Belki vardı, babasıyla ikisi bir yerlerde devam ediyorlardı.

‘Beni görüyor musun?’

Belki de görüyordu. Buradaydı şu anda. Yatağın ucunda mesela. Üzerini örtse miydi? Ama annesi onun her halini görmüştü.

Orgazm oluşunu görmemişti tabii. Tecavüz edilmiş halini de görmemişti.

Bacaklarını karnına çekip başını dizlerine gömdü. Bu hareketiyle derinlerine birikmiş sıvı bacaklarının arasından süzülüp yatağa aktı. Sinan.

‘Bana sarılır mısın anneciğim?’

Daha fazla küçülebilir miydi acaba? Cenin kadar mesela. Bu yatakta görülemeyecek kadar bir nokta olabilir miydi? O zaman annesi ona sarılabilir miydi? ‘Beni de götürür müsün anne? Bırakma beni burada.’