Seçilmemiş Bölüm 10
Hayat kendi rutininde devam ederken içten içe bir eksikliğin insanı yiyip bitirmesi bazen nefes almayı bile eziyete dönüştürebiliyordu. Elif son üç haftayı hayatında hiç olmadığı kadar mutsuz geçirdi. Sinan’ı tanıdığından bu yana yaşamını sorguluyor, içinde filizlenen duyguların adını koymaya korkuyordu.
Sinan’ı bir erkek olarak gördüğünü bilmek, kendisine duyduğu bütün güveni sarsmıştı.
Bir ara yüklükteki bütün kıyafetlerini salona yaymış, karşılarına geçip şarabını yudumlayarak nasıl bir kadına ait olduklarını çözmeye çalışmıştı. Blucin ve tişörtleri kenara ayırdığında geriye sadece iki kıyafet kalmıştı. Birisi iş görüşmelerine giderken giydiği siyah kumaş pantolon ve üzerine giydiği siyah ceketi, diğeri de nişan düğün gibi katılması gereken geceler için iddiasız siyah elbisesi.
Koridora dizdiği ayakkabıların hepsi topuksuzdu. Renk renk Converseler, botlar, düz sandaletler, babetler… Hepsi sanki kadın olmaya direnen ergen bir genç kıza ait gibiydi. İç çamaşırları ise sadece işlev görmeyi hedefleyen özellikleriyle, pazar tezgâhındaki siyah, beyaz ve ten rengi yığınlara benziyordu.
Makyaj masasının üzerine koyabileceği tek bir makyaj malzemesi bulamamıştı. Sadece sevdiği bir iki takı ve bolca saç bandı vardı.
Evin bu dağınık haline birkaç gün dokunmamıştı. İşten her gelişinde karanlıkta otomatik olarak açılan priz lambasının kısık ışığında ayakkabıları onu karşılıyor, dağınık salonunda yemeğini yiyor, müziğini açıyor ve gece boyu kıyafetlerini tek tek inceleyerek onlara dokunuyordu. Hiçbirisi şık olma niteliğine sahip değildi. Hepsi bedenini gizleyen ve insanlara “Bakmayın bana!” diye bağıran kalkanlardı.
‘Ne yapıyorum ben?’
Hayatı korku içinde yaşayan bir kadın olduğunu kendisine itiraf etmesi çok uzun sürmedi. Kaybetme korkusu. Sevilmeme korkusu. Yalnız kalma korkusu. İçindeki sevgiyi bir erkeğe verirse, kullanılma korkusu.
Tüm bu kıyafetler, kendisini üzemeyecek erkeklerin sınırını belirlemek için miydi? Saygı duymadığı sürece birlikte olduğu adamın ne ihaneti, ne ikiyüzlülüğü Elif’in canını yakamazdı. Böyle giyinerek sadece onları mı alıyordu dünyasına?
Ailesini kaybettikten sonra içine düştüğü yalnızlığın düşündüğünden daha derin olduğunu şu anda anlayabiliyordu. Ne sıkıntısını paylaşmak, ne sorunlarını danışmak için birisine sahip olmamak, Elif’i hayatla saklambaç oynamaya yöneltmişti.
‘Beni göremezsen bana zarar vermezsin.’
Sinan’a nasıl olup da sobelendiğini bir türlü çözemiyordu. Şu an içindeki bütün hesaplaşmayı Sinan başlatmıştı. O adam kendisini görüyordu. Lanet olsun, bakışlarının, üzerinde durmadan geçip gitmesi gerekirken o, gözlerini dikip Elif’in ruhuna bakmıştı.
Kendisinden bir kadın olarak hoşlandığı sanrısına kapılacak değildi elbette. Sadece ondan saklanamadığını biliyordu. O adam tehlikeliydi. Amaçları uğruna kendisini kullanma ve canını yakma gücüne sahipti.
Üç günün sonunda kıyafetleri arasında acımasız bir eleme yaptı. Kendisini bakımsız gösteren bütün büyük boyutlu tişörtleri bir poşete doldurup görevlinin alması için kapıya çıkardı. Pantolonlarından sadece birkaç tanesini kenara ayırıp diğerlerini de paketledi. İç çamaşırlarını topluca bir torbaya tıktı.
Tüm poşetleri evden çıkardığında geriye kalan, bomboş bir gardırop ve ıssız bir hayattı.
Sonraki günlerde iş çıkışlarında mağazaları dolaşıp kendisine yeni kıyafetler aldı. Değişim elbette ki 180 derece olmadı. Sadece biraz daha kadınsı, cinsiyetini yadsımayan şeylere yöneldi. Hafif topuklu ayakkabılar, dar bluzlar ve kumaş pantolonlar seçti. Renkli iç çamaşırları seksi değil, kadınsıydı. Bir iki elbise ve etek de poşetlerdeki yerini aldı.
En hoşuna giden, takıları seçmek oldu. Bugüne kadar küçük toplardan fazlasını görmeyen kulakları, özel tasarımlı küpelerle güzelliğini ortaya koydu. Makyaj malzemelerinde ise hala çekinikti. Sadece bir göz kalemi ve parlatıcı almak bile onun için zengin bir koleksiyon olmuştu.
İçinden, ‘Bunları Sinan için yapmıyorum, kendim için yapıyorum,’ dediğinde, kilidi Sinan’ın açtığını biliyordu. Evet, o neden olmuştu ama bunları ona güzel görünebilmek için yapmıyordu. Sadece artık saklanmamaya çalışıyordu.
Sonunda, aldığı her şeyi salona getirdi. Öncekiler gibi bunları da yere sererek aralarında dolaştı ve hayatına yeniden baktı.
Yeni kıyafetleri güzel görünüyordu. Onların içinde kendisi de fena durmuyordu. Ama yine de tüm bunlara tek başına bakıyordu.
O hala yalnız, hala kırık ve umutsuzdu.
Yeni kıyafetlerini işyerine yavaş yavaş gösterdi. Önce eski blucinin üzerine dar bir bluz, sonra o bluzun altına kumaş bir pantolon, sonra blucinin altına topuklu ayakkabı derken fark etmeden bu yeniliklere alışıverdiler. On günün sonunda Elif’in dudaklarındaki parlatıcıyı bile kanıksamışlardı.
Değişiklikleri kanıksayan bir diğer işyeri ise BroD’du. Üç haftadır Sinan Özhan’ın kapısından bile geçmemeye çalışan personeli, şirket içerisinde neredeyse parmak ucunda yürüyen çizgi film karakterlerine dönüşmüştü. Hata yapmanın bedeli çok ağırdı. Sinan tolerans göstermenin ne olduğunu unutmuş, her hatayı engizisyonda yargılar gibi bir tavra bürünmüştü.
Doğan bu durumdan çok rahatsız olmakla birlikte, arkadaşının içinde bulunduğu ruh halinin yakın zamanda geçeceğini umuyordu. Şirketteki personelle Sinan arasında tampon görevi görüp gönüllerini almak tam da onun işiydi. Sinan eninde sonunda Elif’le ilgili bir hareket yapacaktı. İşte o zamana kadar bu kudurukluğu çekeceklerdi.
Çaresiz kalmanın yıkıcı etkisiyle tanıştığından bu yana, Sinan’a çok sevimsiz bir insana dönüştüğünün söylenmesine gerek yoktu. O bile kendisinden nefret eder hale gelmişti.
Önceden zevk aldığı hiçbir şey artık ona tat vermiyordu. Kod yazarken durmadan hata yapıyor, yazdığı her şeyi sil tuşuna basarak yok ediyor, sonunda da siniri iyice bozulup hırsla bilgisayar başından kalkıyordu.
Elif’i aklından çıkarabilmek amacıyla bir bara ya da gece kulübüne gittiğinde yanına yaklaşan kadınlara hayır demiyordu. Ancak onlara dokunma düşüncesi bile sinirini bozuyor, gözleri şehla olmadığı için suçlayıp vazgeçiyordu.
Aptallığa tahammülü hiç kalmamıştı. O zekâ fışkıran kahverengi gözleri görmek istiyordu. Elif’i görmek istiyordu.
Belki bir kez görüp konuşsa, büyüsünü kaybedip aklından yok olacaktı. Göremediği sürece içindeki gereksinim büyüyor, erişilmezliği onu hayatının tek amacı haline getiriyordu. Amaçtan da öte, Elif onun için bir saplantı haline dönüşmüş, ona erişmeden hayatına devam edemeyeceği düşüncesi içinde yer etmişti.
Üç haftanın sonunda, Sinan düşünmeyi bıraktı. O gün, Zeynep’le evleneceği gündü. Gerçekleşmeyen nikâhının olduğu saatte arka arkaya içtiği viskilerle özgürlüğünü kutlamış, sonra da akşama kadar arabayla dolaşmıştı.
Kendisini Elif’in evinin önünde bulduğunda saat sekizdi. İçerisini göstermeyen camlar bile Sinan’la alay eder gibiydi. Artık nefes alamamaya başladığında arabadan çıktı ve apartmana yürüdü.
Tam banyodan çıktığında arayan Sedef’in sesini duymak Elif’e öyle iyi gelmişti ki. Onu ve Yağız’ı deliler gibi özlüyordu. Yağız üç yaşında olmuştu ve Elif onu altı aydır görmemişti. Kendisinden uzakta olmalarına sebep olan Mehmet’i bile özlüyordu.
Sedef’le birbirlerine son sevgi cümlelerini söylerken kapı çalındı. Vedalaşmayı bitirmeden açmak istemedi. Tekrar tekrar çalınıyor olması sinirlendirmişti Elif’i. O yüzden kim olduğuna bakmak aklına gelmeden öfkeyle açtı. Asık bir yüzle kendisine bakmakta olan Sinan’ı gördüğünde şaşkınlıktan donakaldı. Ne arıyordu bu adam kendi evinde?
Kapıyı kapatmaya davrandığı an, elini araya koyup kapıyı itiverdi Sinan. O ivmeyle genç kadın arkaya savruldu ve adam içeri girip kapıyı kapattı.
Elif içinden kendisine söylenerek toparlanmaya çalışıyordu. Üzerinde bornoz varken söyleyecekleri ne kadar ciddiye alınabilirdi ki! Yine onun gözleriyle kendisine bakıyor ve lanet olası yetersizliğini ruhunun en derinine kadar duyumsuyordu.
Bu adamı hemen uzaklaştırması gerekiyordu. Onun yanında olduğu sürece hissettiği bu yetersizlik duygusu canını çok fazla yakıyordu. Olabildiğince soğuk ve güvenli bir tonla konuşmaya çalıştı.
“Davet edilmediğin bir evdesin, ne istiyorsan hemen söyle ve evimden bir an önce defolup git!”
Hiç konuşmadı Sinan. Öylece durmuş karanlık gözlerini Elif’e dikmişti. Başka bir boyuta bakıyor gibiydi. Bu haliyle inanılmaz yakışıklı görünüyordu.
İçinde bir sızı hissetti Elif. Neden bu kadar çok etkiliyordu bu adam onu? Duygularını belli etmemek için insanüstü bir çaba harcaması gerekiyordu yoksa karşısındaki güzelliği aval aval seyreden bir ezik olduğu anlaşılacaktı.
Tetikte bir panter gibi kapıdan iki adım uzaklaşan Elif’in gözlerindeki taviz vermez kayıtsızlık Sinan’a kendisini silahsız olarak bir arenaya bırakılmış gibi hissettirdi. Ne kadar güzeldi o şehla gözler ama ne kadar uzaktı kendisine. Aralarındaki duvara elini uzatsa dokunabilirdi. İçindeki tehdit edilmişlik duygusu kalbini sıkıştırmaya başladığında arkasını dönüp üzerindeki anahtarla kapıyı kilitledi.
Elif şaşkındı. Beyni uğuldamaya başladı. Bu adam ne yapıyordu? Kapıyı kilitlemesi ne anlama gelirdi? Hiçbir şey düşünemedi, bir neden bulamadı, yaşananların adını koyamadı.
Sonra birden nefessiz kaldı. Zeynep’le ayrılmalarından kendisini sorumlu tutan adam bu yüzden onu dövecek miydi? Bir eve zorla girilip kapısı başka neden kilitlenirdi ki?
Sinan ise hala hiçbir şey düşünmeden Elif’i seyrediyordu. Onun gözlerindeki ateşi saatlerce seyredebilirdi.
Saçları ıslaktı, ilk defa açık görüyordu saçlarını. Üzerinde saçma bir bornoz vardı.
Kapıyı kilitlediğinde korktuysa bile çenesini yukarıya kaldırmış, başına gelebilecek her şeyle mücadele etmeye hazır, boyun eğmez görünüyordu.
Sinan’ın, ne yapmak istediği hakkında bir fikri yoktu. Aslında kapıyı neden kilitlediğini de bilmiyordu. Sadece Elif’in gözlerindeki o küçümser, uzak bakışı silmek istemişti. Bunu nasıl başaracağını bilmiyordu. Kapısına dayandığında da bilmiyordu, şu an üzerine yürürken de…
Elif, Sinan’ın tüm heybetiyle üzerine doğru geldiğini gördüğünde, hayatının ilk dayağını yemek üzere olduğundan iyice emin oldu.
Beyni hızla çalışıyordu. Geriye doğru birkaç adım attı. Bağırsa, çığlığının duyulma ihtimali yok gibi bir şeydi. Fırlatabileceği bir şey düşündü, silah yerine kullanabileceği bir şey, ama boş bir koridordaydı.
Sinan hala üzerine geliyordu. Tekme atsa? Ayağında terlik bile yoktu. Psikolojik ikna? İlk yumruktan önce kaç kelime söyleyebilirdi acaba?
“Bugün benim düğün günüm olacaktı.”
Elif’in sırtı duvara dayandı.
“Madem düğün günümü elimden aldın, o zaman bana bir düğün gecesi borçlusun.”