Seçilmemiş Bölüm 11
Dünya durdu. Gerçekten durdu. Nefes alıp verme bitti. Kalp atmayı bıraktı. Kan damarlarda donup kaldı. İki şaşkın insan boş bir koridorun loş ışığında birbirine baktı.
Sinan’ın günlerdir kendisine itiraf edemediği istekleri bu cümleyle bir bomba gibi ortaya düştü ve bilincinin her bir noktasına yayıldı.
Onun erkeği olmak istiyordu. Meydan okuyuşunu kabul etmek, açtığı savaşta onu yenmek istiyordu. O kendisinin dengiydi. O Sinan’ın kadını olmalıydı.
En az kendisi kadar tetikte bekleyen adama diktiği gözlerini kırpmaya bile cesaret edemeyen Elif, avını parçalamayı bekleyen bir aslanın karşısında ceylanın donup kalışı gibi hücreleri üzerindeki kontrolü yitirdi. Aklını toparlamaya, duyduğu o cümleye anlam vermeye çalıştı.
Düğün gecesi… Hayalini bile kurmaya cesaret edemediği bu adam tarafından dokunulmak. Tapılası dudaklarıyla öpülmek. Ellerini üzerinde hissetmek. Ona özgürce dokunmak.
Yoktu böyle bir şey. Gerçek değildi yaşanan.
O Elif’ti. Sıradan, hiçbir çekiciliği olmayan, hiçbir zaman seçilmeyen Elif. Mankenlere bile taş çıkartacak özellikleri olan bir erkeğin seçebileceği son kadın.
Ne kadar acımasız bir oyun oynuyordu bu adam kendisiyle! Bunu hak edecek hiçbir şey yapmamıştı Elif. Onunla ilgili hayal kurma hakkını bile kendisine tanımamıştı. Önce onu heveslendirip sonra kahkahalarla gülecek miydi?
İçinde yükselen öfke yılları aştı, bugüne kadar kendisine yapılmış her saygısızlığı bir bir gözlerinin önüne getirdi, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış bir insanın gözü karalığıyla en güçlü silahını fısıldadı.
“Sen kimsin ki!”
Elif’in aşağılayıcı bakışıyla sorduğu o soruya hiçbir şey hazırlayamazdı Sinan’ı. Kalbi kabul etmek istemiyor ama aklı büyük pankartlarla gözlerinin önündeki gerçeği haykırıyordu. Elif’in seçeceği erkek Sinan olmayacaktı, onu asla buna layık görmeyecekti.
Kulakları uğuldamaya, kelimeler beyninin içinde dönmeye başladı: ‘Sen kimsin ki’… ‘Sen kimsin ki’…
Söylediğinin genç adam üzerindeki etkisini izlerken Elif’in dudaklarının arasından istemsizce fırlayan kahkahayı duyması; tanıdığı, bildiği Sinan’ın sonu oldu. Çocukluğundan bu yana benliğine sızdırılan bütün baskın erkeklik güdüleri, içinde medeniyet namına ne varsa geri plana itip çıkıverdi açığa. İçindeki öfkeyi dizginlemeyi denemedi bile.
İki adımda aralarındaki açıklığı kapatıp genç kadının dibine kadar girdi. Ellerini başının iki yanında duvara yaslayıp hareket etmesini tamamen engelledi.
Hiçbir yerine dokunmuyordu ama genç kadının kaçıp kurtulmasını bedeni ve kollarıyla engelliyordu.
Kadının korkudan irileşen gözlerini süzdü bir süre, sonra dudaklarına indirdi bakışlarını.
Elif’in kalbi tuzağa yakalanmış ceylan gibi atıyor, nefesi ciğerlerine sığmıyordu. Burnuna dolan tıraş losyonu burun deliklerinden içeri sızıp başını döndürüyordu.
Genç kadının hızla inip kalkan göğüslerine inen bakışları bir süre orada takılı kaldıktan sonra yeniden gözlerine çıktı. Yüzüne, avını ele geçirip onunla oynamaya hazırlanan bir avcının kendinden emin, keyifli gülümsemesi yerleşti.
Eğlenerek, “Çok mu güçlüsün sen?” diye sordu.
Kendisi karşısında onun ne kadar zayıf olduğunu vurgulamak isteyerek burnunu boynuna götürdü ve kokusunu derin bir nefesle içine çekti. Bu temasla genç kadının kıpkırmızı kesilip yutkunması çok hoşuna gitti. Elif ona karşı duyarsız değildi, bunu fark etmek, güvenini biraz daha perçinledi.
Duyduğu soruyla aklı karışmış olan Elif, artık mantığının ucunu elinden tamamen kaçırmıştı. Sinan’a bakmaktan başka bir şey yapamıyor, söyleyecek bir şey düşünemiyor, itiraz edemiyordu. Boynuna dokunduğu an bütün sinirleri alarma geçmiş, her bir hücresinde deprem olmuştu.
“Beni durduracak kadar güçlü müsün Elif?”
Eğilip burnunu nemli saçlarına gömdü ve şampuanın kokusunu derin derin içine çekti yeniden.
Bütün sinir uçlarının bu gizli temasla dürtüklendiğini sandı Elif. Fotoğraf makinasında görüntüyü yaklaştırmışçasına sadece Sinan’ın dudaklarını ve gözlerini görüyordu. Geri kalan her şey kadrajdan silinmişti.
İlk kez adını söylemişti. Saçma bir şekilde Elif sadece buna yoğunlaştı ve sanki gecenin en önemli olayı buymuşçasına adının onun dudaklarından ne kadar harika çıktığını düşündü.
Sinan burnunu genç kadının burnuna sürtmeye başladığında Elif içine derin bir nefes çekip onu orada unuttu.
“Ne kadar zekisin, anlat bana.”
Bunu söylerken gülümsüyor, Elif’in gözlerini gamzelerine hapsediyordu.
Nefes alamadan yutkundu Elif. Bacakları titriyor, enerjisi bedeninden çekilip alınıyormuşçasına güçsüzleşiyordu.
Ne diyordu bu adam? Güç, zekâ, ne derdi vardı bunun kendisiyle?
Ne güzeldi o gamzeler! Ne güzel kokuyordu bu adam. Kendisine bir kez daha dokunsun istiyordu. Teni tenine değsin, arada boşluk kalmasın istiyordu. İçinde yükselen bu duygular onu daha da korkuttu.
Sinan Elif’e dokunmanın bu kadar güzel olacağını tahmin bile edememişti. Tenine değdiği her yeri elektrik çarpmıştı ve ondan uzaklaşmak istemiyordu.
Sorularıyla genç kadının aklının tamamen karışmış olduğu belliydi. Sinan’ın dediklerini anlayamıyor, bu yüzden de yanıt düşünmek yerine dokunuşlarına odaklanıyordu.
Onun kokusuyla adamın zihni tamamen berraklaştı, o güne kadar çıkmaz sokakta sonlanan bütün soruların yanıtı önüne döküldü.
Elif’ten izin istemek baştan kaybetmekti. O Elif’in kendi kadını olmasına karar vermişti. Sormuyordu, söylüyordu. İstemiyordu, alıyordu.
Elif Sinan’ın kendinden emin ifadesine büyülenmiş gibi baktı. Kaybediyordu. Bu adam her silahını tek tek elinden alıyordu.
Kendini toplayabilmek için derin bir nefes aldı ve adamın onu pes ettirmesine izin vermemeye ant içti.
Şehla gözlere yerleşen meydan okumaya gülümsedi genç adam. Dudaklarını onunkilere yaklaştırarak nefesinin hızlanmasını dinledi.
Dudakları birbirine temas etmeden bir saniye önce Elif başını yana çevirdi ve yanağına atılan fiskeyi algıladığı an başına gelene inanamayan gözlerini kocaman açarak adama döndü.
Sinan vurmuş muydu kendisine? Tamam, tokat değildi, canını falan yakmamıştı ama bir öğretmenin öğrencisinin kulağını hafifçe çekmesi gibi sınırları belirlemişti.
Onun ‘haydi karşı gel bana’ tavrıyla beklemesi içindeki savaşçının zırhını kuşanması için yeterliydi.
Yeniden yaklaşan dudakların dokunmasına milim kala Elif yine başını çevirdi. Tekrar bir fiske attı Sinan yanağına. Göz bile kırpmıyordu ikisi de.
Yaklaştı yeniden, kaçtı yine Elif. Bir fiske daha…
Bütün gece bunu yapabilirdi Sinan. O dudakları öpecekti. Onun onayıyla öpecekti.
Şu anda o kadar sertleşmişti ki, pantolonu artık rahatsız ediyordu onu. Duygusal bir boşalmaya çok yakındı, öyle ki sanki Elif teslim olduğu an pantolonunun içine patlayacaktı.
Bu yaşananın cinsel bir meydan okuma olmadığını ikisi de biliyordu. Bu, kişisel bir meydan okumaydı, cinsellik sadece bu savaşta kullanılan bir araçtı.
Gözleri birbiri içinde kaybolmuş, ilk kimin geri adım atacağı büyük bir heyecana dönüşmüştü.
Elif ikisinin de bu savaştan zevk aldığını düşündü. Kendisine denk bir güçle karşı karşıya olmak içini inanılmaz bir enerjiyle doldurmuş, bedenindeki adrenalin tavana vurmuştu.
Aynı sarhoşluğu Sinan’ın gözlerinde yakaladığı an, Elif kendisini tam bir kadın gibi hissetti. Bütün bedeni heyecanla titredi. Artık bacakları kendisini taşımıyor, sadece duvardan destek alarak ayakta durabiliyordu. Yine de ne ses çıkarıyor, ne de gözlerini kaçırıyordu. Rakibinin bir sonraki hamlesini büyük bir zevkle bekliyordu.
Sinan şehla gözlere küçümseme yerine beklenti yerleştiği an zafer duygusuyla sarsıldı. Elif başını daha az çeviriyordu artık. İstese dudaklarının kenarını öpebilirdi ama yeterli değildi, hepsini istiyordu Sinan, kayıtsız şartsız teslimiyet istiyordu. Bu kadınla ilgili hiçbir şeyde yetinemezdi.
Sinan’ın gözlerindeki ateş felç etti Elif’i. Bir erkeğin bir kadını istemesinin gözlerinden okunabildiğini hiç bilmiyordu. Bu adam onu istiyordu. Nasıl ya da neden istediğini bilmiyordu ama isteği Sinan’ın renkleri koyulaşmış gözlerinde görebiliyordu. Elif’in kendisine engel olmasına da izin vermeyecekti.
Gözlerini Sinan’ın dudaklarına dikti. Tekrar yaklaştığında çeviremedi başını.
Sinan’ın kalbi tekledi. Kazanmaya çok yakındı ama Elif’in kaçmaması yeterli değildi. Teslim olması da öyle… Teslimiyetini itiraf etmeliydi.
“Dudaklarını arala,” dedi onun ağzının üzerinde.
Bacaklarının arasını aniden kavuran ateş Elif’i serseme çevirdi.
‘Sakın yapma, bu adam gerçek değil, sana zarar verecek’ haykırışları beyninde yankılanırken ne yapacağına karar veremeyerek durakladıysa da kadınsı merakı üstün geldi ve titreyen dudaklarını bir süre sonra yavaşça araladı.
Sinan iyice yaklaşıp üst dudağını kadının dudaklarının arasına yerleştirdi. Ağızları birbirinin içindeydi, yine de hareket etmeden öylece durdu genç adam.
İkisi de titreyerek birbirlerini bekliyorlardı. Nefeslerinden ve kendi kalp atışlarından başka tek bir ses duyulmuyordu.
Elif içinden gelen isteğe karşı koymaktan vazgeçip dudaklarını Sinan’ınkinin üzerine kapattığında Sinan’ın beyninde tek bir kelime yankılanıyordu:
Tanrım evet! Evet! Evet!