Seçilmemiş Bölüm 9
Sinan gece hiç uyumamıştı. Bardan çıkıp doğruca arabasına atlamış, Doğan’ı yol ortasında soru dolu bakışlarıyla bırakıp saatlerce araba kullanmıştı. Yaşadığı şeye inanamıyordu. İçinde filizlenen Elif’i deli gibi öpme isteğine inanamıyordu.
Arabayı kullanırken, yol boyu Elif’in gözleri vardı camda. Meydan okuyan, tebaasına bakan, bir an için bile geri adım atmayan derin kahverengi şehla gözler.
Sertleşmişti lanet olası! Ona bakarken sertleşmişti! Ceren’in gelişiyle kendini toparlamaya çalışmış, Doğan fark etmesin diye de apar topar oradan kaçmıştı.
Eve döndüğünde gün ağarıyordu. Bir duş alıp ofise geldi. Üzerinde garip bir dinginlik vardı. Sanki bir karar vermiş gibiydi, ama o kararın ne olduğunu bilmiyordu.
Doğan odaya geldiğinde kapıyı kapattı, koltuklardan birisine oturdu ve gözlerini Sinan’a dikerek bakmaya başladı. Ne selam, ne sabah… Sinan ikisine de birer kahve hazırlayarak karşısındaki koltuğa oturup tüm dikkatini bardağına verdi.
“Neler oluyor Sinan?” Bakışları kaygılıydı. Sinan’dan ses çıkmayınca, “Kimdi o kadın?” diye sordu.
Gizemli bir ifadeyle gülümseyen genç adamın yanaklarındaki gamzeler alabildiğine belirginleşti. “Benim dengim.”
Gözleri şaşkınlıkla açılan Doğan ağzını açtı, kapadı, tekrar açtı. Bu haliyle suyun dışında nefes almaya çalışan bir balığa benziyordu.
“Bunu senden duyacağımı rüyamda görsem inanmazdım,” dedikten sonra genç adam kahkahalarla gülmeye başladı.
Gülünecek ne vardı ki? Ulaşamadıktan sonra dengi olan bir kadına rastlamanın ne anlamı vardı?
Doğan gözlerini kısarak “Yalnız gördüğüm kadarıyla o senden çok benim tipim bir kadın,” dediğinde, Sinan içinden yükselen ani kızgınlığa engel olamadı. Öldürmek isteyen bakışlarını Doğan’a dikti.
“Hey sakin ol, kötü bir şey söylemedim. Gerçekten sen onun tipindeki kadınlara bakmazsın.”
“Nasılmış onun tipi?”
Bir yandan dişlerini sıkıyor, diğer yandan elindeki bardağı fırlatıp kırmak istiyordu. Ne demekti Doğan’ın tipi! Doğan da Elif’in tipi miydi yani? Onu mu tercih ederdi Elif? Ona duvarlarını indirir miydi?
Doğan Sinan’ın içinde kaynayan öfkeye şaşkınlıkla bakakaldı. Onun bir kadını bu kadar sahiplendiğini hiçbir zaman görmemişti. Arkadaşı onu kıskanmış olabilir miydi? Eğer öyleyse, bu tarihlerinde bir ilk olacaktı.
“Sıfır makyaj, sıradan bir giyim, sıradan bir görünüş… Sen parıldayan kadınların peşinden gidersin, sıradan kadınlar senin ilgi alanına girmez.”
Sinan titreyen ellerini gizleyebilmek için bardağını sertçe masaya bıraktı. “Görünüşü sıradan olabilir ama inan bana dostum, kendisinin sıradanlıkla en ufak bir ilgisi yok.”
“Bak sen. Ne kadar tanıyorsun ki sen bu kadını? Bana hiç de tanışmışsınız gibi görünmemişti.”
Sinan’ın dudakları haylaz bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. “Tanışmıyoruz aslında. Ama insan kendisini görünce tanımaz mı? Elif benim kadın versiyonum.”
Hayatının başından beri bir insanı biliyor olma hissi nasıl anlatılabilirdi ki?
“Onunla yolum kesiştiğinde bir şeyi çok iyi anladım. Eğer ruhun birisine denkse, dünyevi bilgilere hiç gerek kalmıyormuş.”
Tarihin en önemli anlarından biri olmalıydı bu. Sinan Özhan, bir kadından etkilenmişti ve bunu itiraf ediyordu! Doğan genç adamın söylediklerini büyülenmiş gibi dinlemeye devam etti.
“Ben onu kendimden tanıyorum. Duygularını kendiminkilerde görüyorum.” Sinan bir an içinden geçen ürpertiyle durakladı ama içgüdülerine güvenmeyi yeğledi.
“Konuşup görüştükten sonra hayal kırıklığına uğrar mıyım bilmiyorum ama beni hiç yanıltmayacakmış gibi hissediyorum.”
“Oğlum ne duruyorsun, git kap kızı!”
Sinan sinirle, coşmuş görünen Doğan’a baktı. “Sana, bana benzediğini söyledim. Sence beni kimse gelip kapabilir mi?”
Doğan ağzı açık Sinan’a bakakaldı. “O kadar mı?”
“O kadar.”
Yüzüne yerleşen hınzır gülümseme Doğan’ın çok eğlendiğinin kanıtıydı.
“Nedense birden hayatımız çok renklenecekmiş gibi bir his uyandı içimde.”
Ellerini saçlarının arasından geçiren Sinan sıkıntıyla “Renkleneceği kesin ama ne zaman boyanacak onu bilmiyorum. Ressamı benim ama daha elime fırçayı bile alamadım,” derken zorlanıyordu.
“Ressamın sen olduğuna emin misin?”
Sinan ters ters “Ben sağa gidersem o sola gidiyor, yanına bile yaklaştırmıyor beni,” dedikten sonra gülümsedi. “Beni çıldırtma potansiyeline sahip tek kadın.”
“Ondan etkilendiğin çok açık da, çekici geliyor mu sana, bir kadın olarak yani.”
Sinan’ın gözlerinin önünde beliren şehla gözler, içine bir sıcaklık yayılmasına neden oldu. Gülümseyen yüzünde her ne gördüyse, Doğan uzun bir ıslık çaldı.
“Çok renkli olacak, çok.”
Sinan “Kes artık dalga geçmeyi. Oyun değil bu,” diye söylendi. “Ne aynı ortamda bulunma şansım var, ne de gidip doğrudan konuşabilirim. Dinlemeyecek bile beni. Üstelik niyetimden kuşkulanacak, arkasına bile bakmadan benden kaçacak. Hareket alanım sıfır, anlıyor musun?”
Doğan sonunda işin ciddiyetini anlamaya başlamıştı. Kadının kişiliğine Sinan’ı yerleştirdiği an, onun nasıl erişilmez biri olacağını tahmin edebiliyordu. Arkadaşının işi gerçekten zordu.
“Zeynep’le ne yapacaksın?”
Sinan elini boş ver dercesine salladı. “Zeynep işi bitti.”
Doğan ayağa kalkarak kapıya yürürken, “Sana bol şans dostum. Anladığım kadarıyla bundan sonra bolca gereksinimin olacak,” dedi ve onu kendi çaresizliğinde boğulmaya bıraktı.
***
Sonraki hafta Sinan için çıkmaz sokaklarda biten arayışlarla geçti. Ne türlü bir yaklaşım seçerse seçsin, Elif’e bunlarla ulaşamayacağını anlamıştı. Çaresizlikten içi bulanıyor, ruh hali giderek saldırganlaşıyordu.
İçinde biriken öfke artık doğrudan Elif’e yönelmişti. Olur olmaz yerde şehla gözler aklına düşüveriyor, içinde yükselen kızgınlığın önüne geçemiyordu. Geceleri uyumak giderek zorlaşır olmuştu. Aklı sürekli Elif’le dolu olduğundan gözüne bir damla uyku girmiyor, bu da bir sonraki gününün daha da gergin geçmesine neden oluyordu.
İçine düştüğü duruma inanamıyordu. Sadece iki kere gördüğü bir kadın yüzünden bütün dünyası sarsılmış, o yıkılmaz Sinan Özhan darmadağın olmuştu.
Bir haftanın sonunda Zeynep aradı. Onu çoktan aklından ve hayatından çıkarmış olan Sinan, telefonda genç kızın sesini duyduğu an tepetaklak olduğunu hissetti.
Ya devam etmeye karar vermişse? Bu Sinan’ın hiç aklına gelmemişti. O gün verdiği bir hafta süreye lanet okuyup akşam yemeği için sözleşti. Buluşma saatine kadar Sinan’ın tek yaptığı, onun da bitirmeye karar vermiş olması için dua etmek olmuştu.
Buluşacakları restorana Zeynep’ten önce gitti. Her zaman içtikleri şaraptan bir şişe söyleyip, yarısından fazlasını o gelmeden simsiyah düşünceler arasında içti.
Zeynep bir haftada eski cıvıltısına kavuşmuş, kendine güveni yerine gelmiş görünüyordu. Sanki yıllardır sadece arkadaşlık etmişler, aralarında evlilik sözü geçmemiş gibi kanka davranışı sergiliyordu. Sinir bozucuydu.
Zeynep Sinan’ın kıvrandığını fark etmeden kararını açıklamak için yemeğin sonunu bekledi. Sinan’dan ters bir davranış görmeyeceğinden emindi ama konuşma sonrasında gerekirse masadan kalkıp gidebilmek için yemek süresince sadece günlük olaylardan bahsetmişti. En son, tatlıları geldiğinde garsonun gitmesini bekledi ve derin bir nefes alarak konuşmaya girdi.
“Bana bir hafta düşünmemi söylemiştin Sinan.”
Sinan başını sallayarak sessiz kalmayı tercih etti. Şarabını yudumlarken bir yandan da kalbi sıkışarak kızın bundan sonra söyleyeceklerini bekliyordu.
“Seni yarı yolda bıraktığım için çok özür dilerim. Seni seviyorum, ama bunun evlilik için yeterli bir sevgi olduğuna emin değilim. Senin için doğru kişi olduğuma da emin değilim.”
‘Kuş kadar özgür’ ya da ‘tüy kadar hafif’. Tam da böyle bir şeydi işte Sinan. Nefes alabilmek ne kadar güzeldi.
“Düğünle ilgili bütün hazırlıkları iptal ettim. Sana hiçbir angarya bırakmadım.”
Genç kız gergin, adam ifadesizdi. Sinan’ın içinden hiçbir şey söylemek gelmiyordu. Konuşursa sevincinin açığa çıkmasından korkuyor, Zeynep’i bu kadar hiçe saymak istemiyordu. Sadece gözlerinin derinliklerindeki ışıltı bile, onun ne kadar rahatladığının ipuçlarını veriyordu ama Zeynep bunu fark edemeyecek kadar kaygılıydı.
Zeynep şu an farkında değildi belki ama bu gece onun hayatının dönüm noktasıydı. Kendi hayatı için ilk kez mücadele etmişti ve Sinan onun çok büyük mutlulukları yaratma potansiyeli olduğunu görebiliyordu. Sadece kendisi bunun için doğru erkek değildi.
Garsona işaret edip hesabı istedi, gelene kadar sadece bardağına bakarak şarabını bitirdi, ödemeyi yaptıktan sonra duygularını belli etmeyen bir yüzle sordu.
“Kalkalım mı?”