Seçilmemiş Bölüm 8
İlk şaşkınlığını üzerinden atan Elif gözlerini hiç kaçırmadan Sinan’a bakmaya devam etti. Konunun Zeynep’in tereddütleriyle ilgili olduğu belliydi.
Arkadaşıyla Sinan hakkında bir daha hiç konuşmamışlardı ama onu hep düşünceli görüyordu. Eski neşesi kalmamış gibiydi. Yine de suskunluğuna saygı gösterip uzak durmuştu ondan.
Bu adamsa ilişkilerindeki bozulmanın faturasını kendinden çok başkalarından çıkarmaya niyetli görünüyordu. Sorumlunun Elif olduğuna karar vermiş olmalıydı.
Zeynep’le Sinan hakkında konuşmamış olsa da, onayının olmadığını bilmesi Elif’i suçlu yapar mıydı? Hayır. Her ne ile suçlanıyorsa, cevabı ‘hayır’ idi. Ama bunu söylemeye gerek duymadı. Hele ki sormayan birisine…
Sinan kendisine o kadar yaklaşmıştı ki, tıraş losyonunun kokusu burun deliklerinden içeriye doldu. Kendine engel olamadan derin bir nefes aldı ve kokuyu içine çekti. Ela gözlerin içindeki siyah kısım büyümüş, neredeyse gözün tamamını kaplamıştı. Yumuşak baksa kim bilir ne kadar güzel görünürdü o gözler ama Elif onları kendisine hep kızgınlıkla bakarken görmüştü.
Elini uzatıp kaşlarının arasında oluşan çizgiyi yumuşatmak istedi. Sonra bu düşüncesiyle irkilerek gözünü bile kırpmadan adama bakmaya devam etti.
Korkmuyordu ondan. Kendisinden güçlü olabilirdi, onunla fiziksel olarak gireceği her mücadeleyi kaybedebilirdi ama Sinan kendisini korkutamazdı.
Adam kabadayılık yapıp sağa sola yumruk indireceğine insan gibi konuşmayı seçebilirdi ama o tabi ki Sinan Özhan olduğundan, insani duyarlılık kendisinden beklenemezdi.
O almaya alışmış bir adamdı. Sinan alacak, Elif verecekti. Sinan bağıracak, Elif susacaktı. Sinan diklenecek, Elif sinecekti.
Çok beklerdi. Yirmi altı yıldır kimsenin önünde sinmeyen Elif Erdem’i Sinan Özhan da sindiremezdi.
Kimdi ki Sinan Özhan? Bugün bir kaza geçirip yüzünün ve bedeninin çekiciliğinden yoksun kalsa, bankadaki parası toz olup uçsa; kişiliği, hayata karşı aynı beklentileri sürdürebilir miydi? Elif sürdürürdü. İşte bu yüzden, Elif güçlüydü. Sinan ise gereksizce şişirilmiş bir balondan başka bir şey değildi.
Onu bu şekilde düşünmek Elif’in alayla gülümsemesine neden olduğunda Sinan kontrolü giderek kaybetmekte olduğunu hissetti. Bu kadın kendisine nasıl böyle bakabiliyordu? Gözlerinin önündeki korkusuz meydan okuma genç adamın ruhunu sarsarken, şehla gözlerin içinde değişip duran ama asla taviz vermeyen ifadeleri seyretmekten neredeyse sarhoş olmuştu.
Kendine hâkim olamadan gözleri genç kadının dudaklarına kaydı. Elif’in alayla kıvrılan ağzı, Sinan’ın bakışları üzerine bir anda sinirden kasıldı. Tekrar gözlerine döndüğünde, orada gördüğü derin bir aşağılamaydı.
Elif zaman kavramını yitirmişti artık. Bakışmaları saniyeler ya da dakikalar sürmüş olabilirdi, hiç bilmiyordu. Tek bildiği, Sinan’ın dudaklarına o bir anlık bakışının canını yaktığı ve içinde önlenemez bir öfkeyi doğurmuş olmasıydı.
Geçmişte de çekiciliklerini Elif’in üzerinde kullanmayı deneyenler olmuştu. İstediklerini yaptıramayınca lütfedercesine ilgilerini Elif’e bağışlamışlardı. Sanki bir önemi olabilirmiş gibi… Sanki Elif buna muhtaçmış gibi…
Elif hepsini zekâsıyla geri püskürtmeyi ve tüm bunlardan yara almadan çıkmayı bilmişti. Ama şimdi canı acıyordu. Sinan’a karşı istemsizce duyduğu ilgiyi biliyor, bir an için bile olsa onun kendisini beğenmesini istediğini itiraf ediyordu. Adamın bunu kullanma olasılığı karşısında buz kesti, hemen savunma kalkanlarını kaldırdı.
Kadının gözlerine yerleşen aşağılayıcı buz kütleleri Sinan’ı bir kez daha sarstı. Zeynep olsa da olmasa da Elif’in kendisini hayatına hiçbir şekilde sokmamaya kararlı olduğunu bilinçaltından hissediyor, bu da içindeki çaresizliği ve öfkeyi daha da artırıyordu.
‘Ne yapıyorum ben?’ diye geçirdi içinden. Elif’e Zeynep yüzünden kızgın falan değildi. Bu bahaneyi Elif’e yaklaşmak için kullanıyordu sadece. Yaklaştıkça etkileniyor, ama onun tarafından daha da uzaklaştırılıyordu.
Şu an istediği tek şey Elif’i öpmekti. Bunu düşündüğü an sertleştiğini hissedip şaşaladı. Kontrolünü tamamen yitirmek üzere olduğu bir savaş başlatmıştı. Ne bir stratejisi vardı, ne de silahı. Kendisini hiç düşünmeksizin Elif’in masasına atmıştı. Şimdiyse ne çekilebiliyor, ne de ileri gidebiliyordu.
O an bardan içeri girmiş olan Ceren’in gördüğü, iki kızgın boğa gibi birbirlerinin burnunun dibine kadar girmiş, burun ve kulaklarından dumanlar çıkaran öfkeli bir kadın ve erkekti. Biraz arkalarında da tıpkı kendisi gibi şaşkın bir adam ikisini seyretmekteydi.
Ağzı bir karış açılmış onlara bakarken, bir anda Elif’in tehlike altında olduğunu düşünerek onu korumak üzere bir panter gibi atıldı ve adamı Elif’ten uzağa itmeye çalıştı.
“Ne yapıyorsun sen be manyak!” diye bağırırken, yerinden bile kıpırdatamadığı adamın Zeynep’in nişanlısı olduğunu anlamasıyla olduğu yerde donup kaldı. “Sinan?”
Sinan o an Ceren’i tutup öpebilirdi. Kurtulmayı başaramadığı o girdaptan onun sayesinde çıkmış, yenilmeden savaş alanını terk edebilecek olmanın rahatlığıyla derin bir nefes alarak doğrulmuştu.
Ceren kendisini toparlamayı başararak ikisine döndü ve makineli tüfek gibi sorularını arka arkaya sıraladı.
“Elif! Ne oluyor? İyi misin? Sinan? Ne yapıyorsun sen Tanrı aşkına?”
Elif Ceren’in hemen arkasında, barda gördüğü diğer adamın da hayretle kendilerini seyretmekte olduğunu o zaman gördü. Bakışlarını tekrar Sinan’a çevirip “Bir şey yok Ceren, beyefendi karasularının dışına çıkmış da yol soruyordu,” dediğinde diğer adamın boğazından çıkan ses, bir kahkahanın gizlenmeye çalışmasıydı.
Doğan Sinan’ın kolunu tutarak onu bara yönlendirmeye yeltendi. Genç adam bir kaya gibi ayakta durmuş hala Elif’i süzüyordu.
Elif başından beri hiçbir taviz vermemiş, Sinan’ı adeta geri püskürtmüştü. Girdiği hiçbir çatışmada Sinan böyle çaresiz bir duruma düştüğünü hatırlamıyordu. Sindiremediği bir kadınla nasıl baş edilirdi?
Bütün bedeninde çılgınca dolanan adrenalinin verdiği sarhoşlukla kendisini uzun süredir olmadığı kadar canlı hissetti. Hiç olmadığı kadar güçlü, hiç olmadığı kadar erkek, hiç olmadığı kadar yaşamla doluydu. Bir savaş başlatmıştı. Elif’e yaklaşabilmek için hiç olmazsa bu savaşı vardı artık.
Yavaşça bir gülümseme yerleşti dudaklarına.
“Seninle işim henüz bitmedi.”
Bu cümlede hem bir tehdit hem de bir vaat gizliydi. Elif, sırtı ürpererek, bu gülümsemeden hiç hoşlanmadığını, Sinan’la arasında yaşanan bu anın bir şeylerin başlangıcı olduğunu düşündü. Ne olduğunu bilmiyordu ama adam aralarına ördüğü duvarına dayanmış, nasıl yıkılabileceğini anlamak ister gibi yoklamıştı.
Tüm başkaldıran görüntüsünün ardında korkudan nefesi kesildi. Sinan’a olan ilgisi Elif’in zayıf noktasıydı ve eğer bu adam bunu keşfedecek olursa, Elif hayatı üzerindeki tüm kontrolünü yitirirdi.
Doğan, masasında sakince oturan kadını, duruşunu hiç bozmadan kendisinin iki katı büyüklüğündeki bir aslanı sindirmeye yoğunlaşmış bir aslan terbiyecisine benzetti.
Çok büyük bir güçtü. Çok büyük bir ateşti. Sinan’ın bu ateşte yanıp kavrulmasından korkup bir kez daha kolundan çekerek onu masadan uzaklaştırdı. Elif, arkalarından bakarken, Sinan’ın yanındaki adama “Tek bir soru bile sorma!” dediğini duydu.
Ceren, yüzündeki ‘çabuk anlat’ ifadesiyle masadaki sandalyelerden birisine çöktüğünde, Elif’in sanki biraz önce burada bir fırtına yaşanmamış gibi sakince içkisini yudumlamasına inanamadı. Sabırsızlıkla “Eee?” diyerek onu dürtükledi. “Neydi bu?” Elif kayıtsızca önündeki dosyaları toparlarken, “Önemli bir şey değildi. Canı Zeynep’e sıkıldı sanırım, hıncını benden almaya çalıştı. Konuşmaya bile değmez,” diyerek gözlerine ‘konuyu uzatma’ bakışını yerleştirdi. Hevesi kursağında kalan Ceren, onun artık tek bir kelime daha etmeyeceğini anlayıp dilinin ucuna kadar gelen bütün soruları kahrolarak yuttu.