Anna Bölüm 11

Anna Bölüm 11

Birinci ayın sonunda doludizgin bir aşka yelken açan bu ilişkide; her gün, her gece yapılan sohbetlerde Anna hayatından küçük ipuçları vererek Serhat’a tam bir av profili çıkardı. Serhat nasıl bir kadın buldu Facebook’ta biliyor musunuz?

Upuzun saçları var. Göğüsleri maalesef büyük. Kendisi buna çok üzülüyor ama bilmiyor ki bu Serhat’ın ilk tercihi… Uzun saçlı, büyük göğüslü kadınlara dayanamaz kendisi. Topuklu ayakkabılar, frapan kıyafetler giyiyor, her giydiği kendisine çok yakışıyor, bir gören iki kere bakıyor. Kısacası tam bir dişi.

Anna konuşmaları boyunca hep mahzundu. Geçmişinde derin acılar, travmalar vardı. Güzel olan bir şeyin kendi başına gelemeyeceğine inanıyordu. Onun kaderi derin bir yalnızlıktı.

Gizemli, karamsar, hayata küsmüş, seksi, özgür, yalnız, kimsesiz ve zengin.

Zengin kısmı önemli. Aile ölünce para ona kaldı.

Kimsesiz kısmı da önemli. Serhat’a kimse karşı çıkmayacak. Anna kafeslendi mi işlem tamam.

Ankaralıydı Anna, orada ailesiyle birlikte yaşamıştı. Annesinin adı Semra idi. 1955 doğumluydu, mimardı ve Anna’yı yirmi beş yaşında doğurmuştu. Babası Halit 1954 doğumluydu, makine mühendisiydi. Bir de erkek kardeşi vardı, Cem. 1984 doğumluydu. Anna’dan dört yaş küçüktü. Annesi yirmi dokuz yaşında doğurmuştu onu.

Anna kadınlığı biraz erken gelişmiş on beş yaşında hırçın bir ergenken, arkadaşının ağabeyine âşık olmuştu. Ailesi bunu biliyordu ve kızlarını nasıl zapt edecekleri konusunda kaygı duyuyorlardı.

Bir gece, anne kırk, baba kırk bir, Cem on bir yaşındayken, kızımız arkadaşında yatıya kalmak istedi. Anne ve babası buna izin vermediler haliyle. Arkadaşın ağabeyi ve Anna, aynı evde ateşle baruttu. Anna’nın gözü kara, ikisinin de hormonları tavandaydı. Arabalarına atlayıp Anna’yı almaya gittiler.

Kızımız hırçın. Kızımız âşık. Ailesine karşı öfke dolu. Eve dönüşte araba içerisinde kavga kıyamet kopması kaçınılmazdı.

Belki bunlar her ailenin yaşayabileceği dönemlerdi. Ama Anna, o yaştaki diğer ergenlerden farklı olarak, araba hareket halindeyken kapıyı açıp atlamaya çalıştı. Babası panikle direksiyonu kırınca da, araba ağaca çarptı.

İşte o an, Anna’nın hayatının sonsuza kadar değiştiği an oldu. Kendisi açık kapıdan dışarı fırlamış, çarptığı kaldırımda sadece iç organlarında birkaç hasarla kazayı atlatmıştı. Ailenin diğer fertleri ise onun kadar şanslı değillerdi, anında hayatlarını kaybetmişlerdi.

Sonrasında Anna bu yüzden hep kendisini suçladı. Babaannesi de öyle. Türkiye’de geçirdiği sonraki altı yıl, babaannesinin yanında nefretle, öfkeyle, yalnızlıkla ve vicdan azabıyla yoğruldu.

Anna Kolej’de lise sonda okurken, İngilizce öğretmeni Shannon’a âşık oldu. Adam kendisinden on yedi yaş büyüktü. Evli ama karısından ayrıydı ve yedi yaşında Jennifer adında bir kızı vardı. Azgın hormonları baba özlemiyle birleşerek onu bir sene sonra kırk yaşına yakın adamın kucağına attı. İlişkileri iki sene sürdü ve sonra Shannon İngiltere’ye döndü.

Anna’nın Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı’nı bitirdiği sene, Shannon ona İngiltere’de iş buldu.

Anna bir daha dönmemek üzere Türkiye’den ayrıldı. Hem kaza, hem sonrasında yaşadıkları, hem de babaannesinin varlığı nedeniyle ülkeye bir daha asla adımını atmayacaktı.

İki sene orada birlikte yaşayıp sonra evlendiler. Evlilikleri dört sene sürebildi, çünkü Shannon’un kızı Anna’yı istemiyordu. Boşandılar.

Shannon’un arkadaşı olan John ve karısı Kayla, bu dönemde bütün sıkıntının Jennifer’dan kaynaklandığını sezdiklerinden ona arka çıkmışlardı. Boşanmanın ardından John, önce Anna’yı çalıştığı yayınevinde işe aldırmış, sonra da Makedonya’daki büroya müdür olarak atandığında, Anna’nın da oraya gelmesini sağlamıştı.

Şirkette çeviri, düzeltme gibi işler yapıyor ve yaptığı işi çok seviyordu. Şirketin İngiltere Brighton’da, Ukrayna Kiev’de ve Makedonya Stip’te büroları vardı. Bu bürolar birbirleriyle bağlantılı çalışıyor ve arada bunlara gidip gelmek gerekiyordu.

Anna için John bir baba gibiydi. Karısı Kayla ve kızları Mathilda ile olmak şu an Anna’nın hayatındaki tek olumlu şeydi. Shannon’un kızı Jennifer evlenmeye karar verip, babası yalnız kalmasın diye yeniden Anna’yla aralarını yapmaya çalıştığında, ikisi de Shanon’un önüne sanki gerçek ailesiymiş gibi dikilmişlerdi.

İşte Anna, Facebook’taki o şiirleri o dönemde Shannon’a yazmıştı. Ama artık tüm şiirleri Serhat’a yazılıyordu.

O zamanlar bloglar falan yoktu tabii. Ama ben yine de hikâye içinde hikâye yaşıyordum.

Serhat’ın kızın parasını yeme isteğini gizlemesi bir türlü mümkün olmuyordu. Facebook’tan attığı bir mesaj…

– NİKON / AF-S DX NIKKOR 18-200mm
  NİKON / AF-S DX NIKKOR 55-300mm
Canım, Yavuz bunlardan birini alacak. Öncelikle fiyatını öğrenmek istiyor. Oralarda bir bakabilir misin? Teşekkür :)” 

Siz anlamadınız mı? Bunlardan hangisi iyiyse al gönder, diyor. Yoksa fiyatını öğrenmek isteyen, bir AVM’ye girip sorar. Makedonya’daki zengin kıza modeline kadar detay vermez.

– Bu lenslerden hangisini istiyor Yavuz?”

– İstemiyor fiyat istiyor.”

– Fiyat bulamam şimdi, sadece modelini öğrenmek istiyorum.”

– Hayır fiyata göre birini alacak ya da bunların fiyatı uygun değilse başka bir seçenek var ona bakacak.

Para sıkıntısı var yani, çocuk alamayabilecek. Duygu sömürüsü had safhada.

– Serhatcığım hangisini istiyor? Bunlar birbiri yerine olabilen şeyler mi?

Siz anlıyorsunuz değil mi? Bana hangisiyse söyle, ben alırım tavrı var Anna’nın. Ama bir yandan da Serhat henüz Anna’yı amacı konusunda ikna edemedi. Lens’i alsın ama Serhat’ın bu amaçla ona yazmadığına da inansın. Henüz ikinci kısmı yediremedi Anna’ya.

– İki tane var ya, sen fiyatı şu diyeceksin, uygun olmazsa üçüncü alternatif var, ona bakacak.”

– Fiyatı uygun olsa ikisinin de, hangisini isterdi?

Artık geri zekâlı muamelesi çekiyoruz Serhat’a. Cicim Anna bunu yemeyecek çünkü canı yemek istemiyor. Biz bunu bu seferlik yemeyeceğiz cicim ya… Çırpın sen. Hatundan Lens istemiş olma yükü de biraz omuzlarında duruversin bir zahmet.

Çonki çünk…

O ne?

Ahahahah, yuh ama ya. Lenslerin olduğu mağazanın web sayfası. Satın al demek kalmış bir tek.

– İstemiyor şimdiiiiiiiiiii, unut sen bunu.

Tabii tabii gerçekten inanıyorum sana Serhat. O kadar inandım ki hatta Anna sana o lensi alıp göndermeyecek ve sen de buna çok şaşıracaksın.

– Peki, unuttum.

Çok eğleniyordum. Serhat’ın yazdığı her cümlenin altındaki niyeti bilmek muhteşem bir güçtü. Yalan söylediği konularda onu sıkıştırıyor, soğuk terler dökmesine neden olan saf sorular soruyordum.

– Şu ortağın nasıl bir kadın?

– Ortağımla pek yakın değiliz. Esas kocası benim arkadaşım.

– O zaman neden arkadaşınla değil de karısıyla ortaksın?

– Bir dakika, müşteri geldi, ona bakayım sonra gelirim.

Geri zekâlı. Hatun yanlış anlayacak diye on senelik kankiliğimizi yansıtmaya bak.

Ya da…

– Sanalı hiç sevmiyorum ben. İnternete de pek girmezdim zaten. Seninle tanıştıktan sonra girer oldum.”

– Facebook’ta neden iki profilin var o zaman?

– İkinciyi poker oyunu için açmıştım.

– E her gün oynuyorum demiştin, internete girmeden nasıl oluyor bu?

– Bir dakika ikizler geldi, bir şey soruyorlar. Birazdan gelirim.

Önümde kamera açık, Serhat’ı bilgisayar başında görüyorum, ortalıkta ikizler yok. Bazen kendimi durduramıyor ve pislikte sınır tanımıyordum.

– Serhat benim garip bir içgüdüm var. Ben yalanı hissederim. Sen şimdi bana yalan söylemiş olabilir misin?

– Nasıl yani?

– Ben şu an senin yalnız olduğunu hissediyorum. Neden diye sorma, öyle hissediyorum. İçim bir an öyle karardı ki, korktum.

– Aşkım ikizler burada. Neden sana yalan söyleyeyim?

– Neyse önemli değil. Ne zaman böyle hissetsem Shannon’ın yalan söylediğini anlardım. Seninle konuşurken de bunu hissediverdim işte.

Bunu o kadar çok yaptım ki, Serhat Anna’nın yalan radarı olduğundan şüphelenmediyse ne olayım.

Zaten Anna garip bir karakterdi. Batıl inançları vardı. Kendisinin kötü olduğuna, o yüzden de çevresindeki herkesin zarar görmesine neden olarak mutsuzluğa mahkûm edildiğine inanıyordu. İlişkileri boyunca, hep bir gün ayrılacaklarının kehanetini işledi Serhat’a. Yaşananların sohbet ekranında kalmasını, gerçek hayata açılmamasını arzuladı.

Ama haris bir erkeği kendi felaketinden kurtaramazsınız. Görmemiş gibi çevresindeki herkese otuz yaşında bir sevgilisi olduğunu söylemekten kendisini alamadı bizimki. Anna yapmamasını söyledikçe ondan gizli olarak bilgiyi yaygınlaştırdı.

Artık Zıbar’da arkadaşlarıyla masalarda fıs fıs konuşmalar, sevgilisiyle böbürlenmeler başlamıştı. Kontrolün yavaş yavaş elimden kaçmaya başlaması beni üzüyordu açıkçası. Sonuçta gizli bir ilişkinin darbesini sadece Serhat yaşardı, alenileştiği anda ise bütün çevresi bileceğinden etkileri hayatının tümüne yayılırdı.

Hala neden onu kollamaya çalışıyorsam?

Evet, canını yakmak istiyordum ama bir yandan da kollamaya çalışıyordum. Sonuçta ona zararı verecek olan bendim. Canını o kadar da yakmak istemiyordum. Benim amacım sadece bu aileden tümüyle kurtulmaktı. Canı da yanacaktı nasıl olsa. Daha fazlası için bir hırsım yoktu.

Ama arada bir Deniz şeytanını dizginlemem mümkün olmuyordu. Senelerdir dövme yaptırmayı düşünen ama bir türlü ne olacağına karar veremeyen Serhat’a Anna güya işyerindeki grafiker David’e bir figür yaptırttı. Serhat da karşı çıkamayıp bunu koluna nal gibi kazıttı.

Bendeki keyfi düşünebiliyor musunuz? Kendisine özel yapıldığını sanan Serhat, her önüne gelene kolunu gösterip sevgilisinin tasarımı olduğunu söylüyordu.

Derken bir gün Mertcan internette bu figüre rastlayıp babasına gösterdi. Anna’nın yanıtı hazırdı.

– Ben kendim buldum dedim, David’e çizdirttim dedim. İnternette yok demedim ki?