Perşembe Bölüm 31

Perşembe Bölüm 31

Akşama doğru uyandığında, sanki iki gündür sürünen o değildi. Hiç ateşlenmemiş, kendini bilmeden yatmamış gibiydi. Bütün hücrelerinden sağlık ve enerji fışkırıyordu.

Yastığın üzerindeki bilgisayar uykuya geçmiş, ekranı kararmıştı. Oysa güneş orada parlıyor olmalıydı.

Elini kalbine koyup, heyecanının tadını çıkardı. Kalbi mutlu atıyordu. Kalbi atıyor olmaktan mutluydu. Mutluluk kalbinde atıyordu.

Üzerindeki örtüyü fırlattığı gibi zıplayarak yerinden kalktı. Şu an hayattaki tek amacı o bilgisayardı. Susuzluktan çatlamak üzere olan bir çöl kazazedesi gibiydi. Suyu bulmuştu, içecekti. Boğulana kadar, ölene kadar içecekti.

Mutfağa gitti. Masanın üzerine ne varsa, her şeyi tezgâha fırlatıp misafirine yer hazırlar gibi bilgisayarı üzerine yerleştirdi.

Yiğit. Yiğit ondan etkilenmişti. Yiğit onun, hayatında gördüğü en güzel şey olduğunu düşünmüştü.

İlk gün gibi çarpan kalbi o günleri yeniden yaşamaya başladı. Yiğit’in şirkete gelişleri… Kendisine bakmadan selam verişleri… Kahvesini götürdüğünde hep meşgul oluşları… Not aldırırken pencereden dışarı bakışları… Ve sonra… alakasız bir yerde o bal gözleri üzerinde buluşları… Dalmış gibi… Farkında değilmiş gibi… Gördüğü o değilmiş gibi.

Oysa her şey ne kadar farklı olabilirdi. Yiğit’in duyguları ortada olsa. Gülümsemelerine cevap verse. Onunla flört etse. Kendisine güveni zirve yapabilirdi. Bambaşka bir kadına dönüşebilirdi. Peki, acaba Yiğit büyüsünü yitirir miydi? Onu gözünde bu denli büyütmesi erişilmez oluşundan mıydı?

Kim bilir?

Sabırsızlıkla programı açtı. İlk sayfa… Ekranda kayma… Bugün. 25 Mayıs. ‘Tarihe Git’ 7 Mart 2013. Oku. Oku. Oku. Ezberle. Gülümse. İçinden tekrarla…

İlk gördüğüm an biliyordum… Oydu. O.

Kaynattığı suyla bir çorba yapıp, bir daha hiç kalkmayacakmış gibi masaya yerleşti.

Tık. 8 Mart. Boştu. Bozuldu.

Tık. 9 Mart.

Tık. 10 Mart. Neden yazmıyordu? Hatırlamaya çalıştı. Gerekmedikçe hiç odasına çağırmamıştı Yiğit o günlerde onu. Selen de her sudan bahaneyle odaya girmeye çalışmıştı. Bir iki gün şirkete gelmediğini hatırlıyordu sonra.

Tık. 10 Mart.

Tık. 11 Mart.

Tık.

12 Mart.

Bana âşık. Hem nasıl… Öyle güzel, öyle saf… Hiç çekinmeden hayran hayran bakıyor bana. Aşkından hiç utanmıyor. Bu nasıl özel bir kadın? Hesapsız… Çıkarsız… Aşka her şeyiyle teslim.

Gaddar olmak zorundayım ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.

Ofisten kaçmak, üretebildiğim tek çözüm şu anda. Geldiğimde de yüzüne bakmamaya çalışıyorum. Baktığımda hiçbir duygu yansıtmamaya çalışıyorum. Onu görmüyormuş gibi yapıyorum. Hayatımın en büyük yalanı.

Tek bir kez terslesem hemen gider, biliyorum ama onu üzmeye kıyamıyorum. Yoksa aslında gitmesinden mi korkuyorum? Böyle güzel, böyle özel sevebilen bir kadını nasıl incitirim ben? Hele ki hayatım boyunca onu beklemişken…

Yine de yapmak zorundayım. Böyle incinmesi, annem gibi incinmesinden iyidir.

Selen’in gülümsemesi bir süre yüzünde asılı kaldı. Yavaş yavaş soldu. Annesi gibi mi? Melike Hanım nasıl incinmişti ki? Hele ki kendisini öldükten sonra bile hala seven Ahmet Ünsal gibi bir kocası varken…

Yiğit kendisini Zeyra ile inciteceğini biliyordu. Değil mi? Belli ki dört sene boyunca her ay ona gitmişti. O yüzden mi Selen’i uzak tutmak istiyordu kendisinden?

Ama yani ilişkileri yoksa… Yani tamam. Perşembe günleri nereye gittiğini söylese…

‘Saçmalama geri zekâlı! Kabul mü edecektin? “Tamam tatlım, sen eski sevgiline git, günü onunla geçir, ben beklerim” mi diyecektin?’

Ama ilişkileri yokmuş ki…

‘İğrençsin Selen. Ayrı olduğunuz on bir ay boyunca on bir kere o parka gitmiştir Yiğit. İlişkileri yok nasıl olsa. İçin rahat mı?’

Değildi. Zeyra Yiğit için kocam demişti. Kocam. Hala canını yakıyordu. Onuru olan hiçbir kadın, başka bir kadınla aynı erkeğe kocam demezdi. Bu yüzden Selen Yiğit’i hayatında Zeyra varken kabul edemezdi.

Yiğit’in annesi ile ilgili konuyu bilmiyordu ama… Yiğit haklıydı… İncinmişti.

Tık. Tık. Tık. 15 Mart.

Densizler! Eşek kadar herifler o küçücük kızın duygularıyla utanmadan dalga geçmeye yeltendiler. Bir de bunu benim yanımda yapmaya cüret ettiler! Sinirden yüzüm gözüm döndü bir anda. Siz kimsiniz ki öyle sevebilen bir kızı alaya alabiliyorsunuz? Sizi kimse böyle sevdi mi? Hiç o kadar şanslı olabildiniz mi? Yoksa bütün derdiniz bu mu?

Biraz bağırmış olabilirim. Ama gerekliydi. Kimsenin onu üzmesine izin vermem. Ben yeterince üzeceğim. Bir de onlara gerek yok.

Demek o yüzden bıçak gibi kesilmişti alaylı bakışlar, fısıldaşmalar… Ah Yiğit. Ah Yiğit!

Okuduğu her satırda bir yandan mutlu olurken diğer yandan kahrolmak nasıl bir ikilemdi? Her şey nasıl hem bu kadar mükemmel hem de boktan olabiliyordu?

İlişkileri daha başlamadan sabote olmuştu. Neden? Bir uzaylı yüzünden. Şaka gibi.

Aklını kaçırmaması mümkün değildi. Dünyada kendisinden milyonlarca kat güzel kadınlar varken, Yiğit tutup bir uzaylıya âşık olmuş ve rakip olarak Selen’e Zeyra’yı çıkarmıştı. Ne diyebilirdi? Ne yapabilirdi? Savaşması gerekse savaşırdı ama böyle bir şeyle nasıl savaşılırdı?

Aşk yok. Seks yok. Gelecek yok. Ama Yiğit Zeyra’ya ait. Tamam o zaman. Selen’e müsaade istemek düşerdi.

‘Tabii canım o yüzden on bir aydır boşanmak için bir girişimde bulunmadın zaten.’

Tıkır tıkır 21 Mart.

Zeyra’nın bana duyduğu hissin sevgi olup olmadığını çok merak ediyorum. Kelimeleri aynı anlamda kullanmıyor olabiliriz. Ben onun beni sevdiğini varsayıyorum. Ona gitmediğim gün Zeyra’nın korkacağını düşünüyorum. Oysa belki umurunda olmayacak. Bilmiyorum.

Ah Selen. Neler düşündürüyorsun bana. Seni içimden atmak zorundayım.

21 Mart Perşembe. Zeyra’nın günüymüş… Tercihi ondan yanaymış. İçten atılması gereken Selen imiş.

Neden ama? İnsanlar evliyken bile başka birisine âşık olabiliyorlardı. Bu aşk için evliliklerini sonlandırabiliyorlardı. Selen, Yiğit’in Zeyra karşısında neden özgür olmadığını anlayamıyordu. Kadın insan bile değildi.

Tık. Tık. Tık tıkı tık. Tıkı tıkı tık. 29 Mart.

Selen’e Zeyra’yı nasıl anlatırım ben?

Sekiz yaşındayken beş yaşındaki bir uzaylı ile evlendim. Babası onu götürdü ama kız on beş sene sonra hayatıma geri döndü. Kim olduğunu anlamadan onunla bir süre birlikte olduk ama nefesimiz fazlasına yetmedi. Aramızda aşk yok, seks yok, ben onun bu dünyadaki tek bağıyım. Her ayın üçüncü perşembesinde babasının gelmesini birlikte bekliyoruz. Ha bu arada, bana kocam der.

Bu kime anlatılabilir ki ben Selen’e anlatabileyim. 

Samanyolu sınırları içinde yaşanan normal bir aşk hikâyesine sahip olmuş olsaydım bile, kadınların başka bir kadını asla hazmedemediğini ilk elden öğrenmiştim. Kocasının üniversitede nişanlandığı kızı öğrendikten sonra kanseri tetiklenen annemin iki senelik hezeyanına şahit olmuştum. Taptığım o kadının halüsinasyonlarıyla büyümüştüm. Babam tarafından onca sevilmesine rağmen kendine güvenini yitirişini, bir anlamda kendisini yok edişini seyretmiştim.

Babam ona eski bir nişanlıyı anlatamamışken, ben Selen’e neyi anlatayım?

Yalnızlığım bir seçimdi. Ama Selen’i kendimden uzak tutmak bir zorunluluk oldu. Lanet olsun.

***

Selen Melike Ünsal’ı hiç böyle dinlememişti Ahmet Bey’den. Eski bir nişanlı için bu tür tepkiler göstermeyecek kadar kendisine güvenen bir kadındı onun bahsettiği. Burada bir şeyler yerine oturmuyordu.

Kafası çok da karışmıştı aslında. Zeyra daha önemli olduğu için mi Selen harcanıyordu yoksa Zeyra’nın var olmuş olması Selen ile bir hayat ihtimalini ortadan kaldırdığından mı?

Düşünürken fark etmeden günleri ilerletti bir yandan da. Nisan’ın dokuzuna kadar boştu.

Giderek daha çok giriyor özelime. Daha yakına geliyor. Çok yakına. Çok fazla yakına. Ve ben… onu seyretmekten başka hiçbir şey yapmıyorum.

İtmemişti ama! Selen’in ona attığı her adımı seyretmişti. Bu da bir seçimdi! Yiğit istediği kadar inkâr etsin… Selen’i seçmişti. Sadece bunu ona hissettirmemeyi öyle iyi becermişti ki, onun kendisine olan güvenini giderek tüketmişti.

Sonrasında çok boş sayfa tıkladı Selen. Nisan ayının yirmi ikisine kadar… O tarihte sadece tek bir satır vardı.

Nasıl olabilir bu?

Ne nasıl olabilir?

İki gün geriye gitti, on gün ileriye… buralar boştu. Geri geldi. O üç kelimede bir şey vardı. O her neyse Yiğit bunu yazamamıştı bile. Pazartesi gününe denk gelen bir nottu. Ne olmuş olabilirdi? Günü bir hatırlasa… O gün olanlardan ipucu yakalayabilirdi belki.

Günü hatırlamak… 2013 senesinin Nisan ayının 22’si. Hiçbir çağrışım yapmıyordu. Ajanda! Tabii ki ajanda! İnternetten erişebilirdi. Kendisi silmediği sürece önceki yıllar silinmezdi. O günkü kayıtları bulup kimlerle ne görüşme yapılmış, nereye gidilmiş bakmak on dakika sürmezdi.

Hevesle yerinden fırlayıp bir kahve yaptı. İnternetteki ajanda programı için şifreyi girdi. Sırayla yıllar arasında geriye gitti.

2013… 22 Nisan…

Üç görüşmesi vardı o gün Yiğit’in. Tanımadığı, tek bir isimdi. Arman. Hatırlıyordu aslında bu adamı. Kumral, uzun boylu, kahverengi gözlü, spor yaptığını bütün kaslarıyla haykıran, kendisiyle aynı yaşlarda ama çok şık biriydi. Zaten hatırlamasının nedeni de buydu. Yirmi iki yaşında Selen o kadar sıradanken, bu adam nasıl olup da böyle şık olabiliyordu? Aile parası? Kahpe dünya. İleri zekâlı bir girişimci? İşte buna söylenecek bir şey yoktu.

Çok kibar olduğunu da hatırlıyordu adamın. Gözlerini sevmişti, içlerinde hiç sinsilik yok gibiydi. Yiğit’in odasında bir saate yakın kalmıştı. Odaya kahve servisi yaparken konuşmalarını kesmiş olmalıydılar çünkü Selen’in aklında adam ile ilgili en ufak bir bilgi yoktu.

Ajandadaki son görüşmeye baktığında, Yiğit’in o gün onu iptal ettiğini de hatırladı. Sonraki günlerde de hiçbir görüşme yazılı değildi. Tabii ya! Yiğit’i o günden sonra tam bir hafta görememişti. Ahmet Bey onun başka bir şehirde olduğunu söylemişti. Oysa böyle bir programın olmadığını en iyi Selen biliyordu.

O zaman hiç ilgisini çekmeyen bu olaylar, şu an öğrendikleriyle birleşince farklı anlamlara kavuşmaya başladı. Arman önemliydi. Kimdi?

Tıklamalarla iki hafta kadar ilerleyip Mayıs ayının altısında yeni bir yazıya ulaştı.

Hazmedemiyorum. Toparlanamıyorum. Çözümsüz kalmak kadar kötü bir şey yokmuş. Konuşup danışabileceğim bir tek insanoğlu olsaydı… Bir tek. Tek bir tane. Bütün öğrendiklerim, hezeyanlarım içimde patlıyor ve ben kendimi sağlam tutmaya çalışmaktan başka bir şey yapamıyorum.

Yazmak tek sahip olduğum lüks şu anda. Yazacağım… Sadece biraz hazmetmem gerekiyor. Çünkü o cümleyi duyduğum anı hiç unutamıyorum.

“Size teşekkür etmeye geldim. Ablamın hayatında çok önemli bir yeriniz olduğunu biliyorum.”

Ablası? Anlamadan baktığımı görünce gülümsedi.

“Zeynep Rana Arman.”