Perşembe Bölüm 5
Bunayacak kadar yaşarsam, bu günlük her ayın üçüncü Perşembe günü Zeyra’ya gitmem gerektiğini hatırlatsın bana
Yirmi üç yaş ilginç bir yaştı gerçekten. Okul bitmiş, rahat bir soluk almıştım. Ne iş yapmak istediğime karar verene kadar uzun bir tatili hak etmiştim.
Babamın yanında çalışmak seçeneklerim arasında değildi. Ben daha özgür hissedeceğim şeyler yapmak istiyordum.
İki aydır Park Yolu’ndaki evde yaşıyordum. Mezuniyet hediyesi olarak Peder Bey evi üzerime yapmıştı. Burayı çok sevdiğimi bilir. Anneme en yakın hissettiğim yer burası çünkü.
O akşam, çocuklarla benim evde buluşacaktık. Onların gelmelerini beklerken, kızın gidip gitmediğini merak etmekten de kendimi alamıyordum.
Onu ilk olarak taşındığımın ertesi günü görmüştüm. Evin karşısındaki parkta bir bankta oturuyordu. Aslında dikkat etmezdim ama hiç kıpırdamadan gökyüzüne bakması bir süre sonra ilgimi çekmişti. Bir kız o kadar uzun süre neye bakabilirdi ki? Benim çevremdekiler bunu başaramazdı en azından.
Yüzünü görmemiştim. Uzun siyah saçlı, minyon bir kızdı. Üzerinde siyah bir elbise vardı. Uzaktan ancak bu kadarını görebilmiştim. Sabahın erken saatlerinde gelmiş, hava kararırken de gitmişti.
Birkaç hafta sonra yeniden görene kadar onu unutmuştum. Uyandığımda oradaydı. Yine siyah giyinmişti ve yine saatlerce gökyüzüne bakarak oturdu.
Sonraki günlerde uyanır uyanmaz ilk onun gelip gelmediğine bakmak, bende neredeyse bir alışkanlık olmuştu. Bu sabah da gözlerim o minyon figürü bankta yakalamıştı.
Kızın gidip gitmediğine bakmak için terasa çıktığımda gördüm bizimkileri. Kafaları şimdiden iyi olmuş, taşkınlığa başlamışlardı. Ve onu fark eden sadece ben değildim. Bizim çocuklar da görmüşlerdi bankta tek başına oturmakta olan kızı… Ona doğru yöneldiklerini gördüğüm an içimi bir huzursuzluk kapladı.
Üst kattan parka olan mesafenin bu kadar uzun olduğunu hiç tahmin etmemiştim. Basamaklar bitmemişti bir türlü. Parka ulaştığımdaysa bizimkiler çoktan kızın etrafını çevirmişlerdi.
“Hadi ama” diyordu Eren. “Yalnız olmak senin kadar güzel bir kıza hiç yakışmıyor.”
Bacağını kızın dibinde banka dayamış, onun hareket alanını kısıtlamıştı. Üzerine iyice eğilmiş, burnuna kadar girmişti. Sanki siyah elbisesinin yakasında bir toz varmış da onu silkeliyormuş gibi parmağıyla fiske vuruyordu.
Ümit de öbür tarafta banka yaslanmış olduğundan kızı neredeyse ablukaya almışlardı. Olgun ve onun kardeşi Batuhan ise biraz daha uzakta önlerindeki sahneyi seyrediyorlardı.
Yanlarına gittiğimde kızın yüzünde gördüğüm gülümseme, beklediğim en son şeydi. Parkta tek başına otururken dört sarhoş genç tarafından kıstırılmış bir genç kızın yüzünde panik olması gerekirken, o sanki bir film seyrediyormuşçasına rahattı.
Eren elini kızın siyah saçlarının arasına sokup okşamaya başladı. Çekilmedi kız. Hala gülümseyerek bakıyordu.
Rahatsızdım. Yaşananlardan mı, yoksa kızın tepkisizliğinden mi daha fazla rahatsız olduğumu şimdi hatırlayamıyorum.
Yüzünde hala aynı gülümsemeyle, “Tenini kendime yakın bulmadım. Elini çekebilirsin,” diyen yumuşak sese kim daha fazla şaşırdı, söylemesi zor. Ama sarhoş ve hormonları tavan yapmış olan Eren, duyduğundan hoşlanmadı.
Aramızda en genç olan Batuhan’ın da huzursuzlanmaya başladığını anlayabiliyordum. Eren’i itekleyerek kızdan uzaklaştırdı ve banka oturdu.
“Bu gece çılgınca eğlenmeye niyetliyiz. Bize katılmak ister misin?”
Kızı davet etmekten çok, konuşmaları medeni boyuta çekme çabasını anlayabiliyordum. Eren’in tavrı onu korkutmuştu.
“Eğlenmeyi severim. Ama çılgınca eğlenebilir miyim bilmiyorum.”
Ümit Batuhan’ın mesajını almamıştı. Kıza iyice yaklaşıp yanağını okşadı.
“Beş kişiyiz bebek. İstersen tek tek, istersen hepimiz aynı anda çılgınca eğlendirebiliriz seni,” dediği an, kalbim bir cendereyle sıkıştırılıyormuşçasına çırpınmaya başladı.
Batuhan ve ben korkuyorduk. Kız korkmuyordu. Hala gülümsüyordu.
“Tenini kendime yakın bulmadım. Elini çekebilirsin.”
Neden bu kadar sakindi bu kız? Kendisini bir ağacın dibine çekip tecavüz etme potansiyeli olan kalabalık bir genç gurubuna gülümseyerek saçma bir cümleyi tekrarlayıp duruyordu.
Tecavüz falan olmayacaktı elbette. Ne ben ne Batuhan ne de Olgun buna izin vermezdik. Eren ile Ümit’in de bunu yapacaklarına inanmıyordum. Sarhoş olabilirlerdi. Erkeklik hormonları tavana vurmuş olabilirdi ama hayvan değillerdi. En azından öyle olmasını umuyordum.
O ana kadar sessiz kalmış olmamı kızın sakinliğine ve kurduğu cümleye bağlıyordum. O kadar farklıydı ki. Korku barındırmayan, tehlikeyi algılamayan sakin yapısıyla hepimizi şaşkınlığa uğratmıştı.
“Tenini kendine yakın bulduğun biri mutlaka vardır aramızda. Tek tek tadımıza bakmak ister misin?”
Eren’in kızgın sesi, duyduğundan ne kadar rahatsız olduğunu anlamama yetmişti.
Kız Batuhan’a bakıp elini uzattı. Hepimizin şaşkın bakışları arasında gülümseyerek onun elini tuttu. Kısa bir an sonra çekip biraz daha arkada duran Olgun’a uzattı. Olgun da uzanarak onun elini tuttu ama temas yine kısa sürdü.
Sonra bana baktı. Hayır. Bu oyuna dâhil olmayacaktım. Elini bana uzattığında hareket etmedim.
Gözlerim gözlerinin içine hapsolup kalmıştı. Kalbimin sesini diğerlerinin duyacağından korktum bir ara.
“Demek senin eşin var,” diyerek elini indirdi.
Eren’e dönüp, “Başarılı bir uyum yakalayamadım,” derken bilimsel bir deneyin sonucunu hocasına açıklayan bir öğrenci ciddiyetindeydi.
Batuhan “O halde burada işimiz bitti. Hadi beyler, hanımefendiyi yalnız bırakalım ve çılgın gecemize başlayalım,” diyerek banktan kalktı ve Eren’in koluna girdi. Olgun da aynı anda Ümit’in koluna girmişti.
Tansiyonun düşmesi üzerine rahat bir nefes aldım ama artık çılgın gece hiç umurumda değildi.
“Siz gidin. Benim tadım kaçtı.”
Yaşananların hiç hoşuma gitmediğini hepsinin anlamasını istemiştim. Bu tür şeylerin şakası olmazdı. Bu kız korkmamış olabilirdi ama ben korkmuştum.
İki kardeşin Eren ile Ümit’i parktan çıkarıp arabaya bindirişlerini gözlerimle izlerken kızın bana baktığını hissedebiliyordum. Kesinlikle tehlikeliydi bu kız. Belki bugün burada değil ama başka bir gün başka bir yerde başı derde girecekti.
Tekrar ona döndüğümde, başını yukarı kaldırmış bütün dikkatini yıldızlara vermiş olduğunu gördüm.
“Eşin neden yanında değil?”
Bu eş olayının nereden çıktığına anlam veremeyerek “Eşim falan yok,” diye terslendim.
Şaşkın gözleri bir an üzerime dikildi. “O zaman neden ten uyumunu kontrol etmedin?”
Kızgınlık, kırgınlık, ne hissettiğimi bilmiyordum. Çoktan çığlık çığlığa koşarak uzaklaşması gereken bir durumu hala zorluyordu bu kız. Saçmaydı. Uygunsuzdu.
“Canın sevişmek mi istiyor?”
Özellikle kırıcı olmak istemiştim. Tavrını değiştirmesi gerektiğini belli etmek istemiştim.
“Canımın istemesi için deneyimlerim arasında yer edinmiş olması gerekir. Ten uyumunda başarılı bir eşleşme gerçekleştiremediğim için sevişme eylemini henüz deneyimlemedim.”
Bir manyağa çattığım belliydi. Sinirlerim iyice tepeme çıkmıştı.
Gidip banka, yanına oturdum. Yüzünü ellerimin arasına aldım. Başparmaklarım kemikleri üzerinde dolaştı.
Bedeni gibi yüzü de minyondu. İnce uzun bir yapısı vardı. Düz siyah saçları alnının ortasından itibaren yüzünün yanlarını örterek aşağıya süzülüyordu. O güzelim saçların arasında sadece kapkara gözler, minik kalkık bir burun, gülümseyen dolgun dudaklar ve sivri bir çene görünüyordu.
Kız çok güzeldi. On dokuz ya da yirmi yaşında olmalıydı. Gözleri korkusuz ve meraklıydı. Ben dokundukça yüzünü ellerime uzattığını gördüğümde kalbimin hızlanmasının önüne geçemedim.
“Benimle uyuştu mu tenin?”
“Çok başarılı sonuç aldım. Kanımın akışındaki hızlanmayı algılayabiliyorum. Seninkiyle aynı hızı yakaladı.”
Ellerim yüzünde donakaldı. Gözlerinin karanlığında kaybolduğumu sandım. Beni içine çekip yutacak bir kuyu gibiydi rengi. Kaslarım istemsizce gerildi ve bütün kanımın bacaklarımın arasına toplanmaya başladığını hissettim.
Kendime engel olamadan eğilip kızı öptüm. Nasıl cevap vereceğini bilmiyor gibi öylece duruyordu. Gerçekten hiç sevişmemiş olabilir miydi?
Kendimi “O zaman gidip sevişelim,” derken bulduğumda “Tamam,” deyişini şaka zannedip algılamakta güçlük çektim.
Kabul etmişti. Henüz kimseyle sevişmemişti ama parkta gördüğü bir adamla gidip sevişecekti. Yanlış olduğunu biliyordum. Yine de bu yanlışı yapmamak elimde değildi. Kız çok güzeldi ve teni benimkine kesinlikle uymuştu. Tek bir öpücükle çoktan sertleşmiştim.
Gözümü karartıp ayağa kalktım, elimi uzattım. Benimle birlikte o da kalktı. Yürürken elini bırakmadım, o da çekmedi. Eve yaklaştıkça elini daha da sıkı tuttum. Artık gitmesini ben de istemiyordum. Bedenim çoktan onun için hazırlanmıştı. Bu saatten sonra hormonlarımı yatıştırmak zorunda kalmak ölümden beter bir durum olurdu.
O gece, aylardır parkta oturan o kızla seviştim. Gerçekten de daha önce kimseyle birlikte olmamıştı. Onunla, sanki ben de daha önce kimseyle olmamışım gibi hissettim.
Tanımadığım o kızla yaşadığım şeyin adını koymam gerekse, buna kesinlikle seks demezdim.
Bir şeyler çok farklıydı. Şehvet, tutku, hayvani içgüdü değildi. Tanımak, anlamak, deneyimlemekti. Sanki bu dünyaya ait değildim. Rutinler, öğrenilmiş edimler geçerliliğini kaybetmişti. Onunla birlikte ben de her şeyi yeni baştan öğreniyor gibiydim.
Yüzündeki o gülümseme gece boyunca hiç kaybolmadı. Bakışları farklıydı ama bu farkın bir tanımını bulamıyordum. Özel olduğu değildi düşündüğüm. Özel bulmak bir insanı diğer insanlardan farklı kılabilir. O, bildiğim herkesin tamamen dışındaydı. Sabah uyandığımda gitmişti. Ne adını sormuştum, ne kendiminkini söylemiştim. Ve onun gidişiyle sanki içimde bir şeyleri kaybetmiştim.