Tünel Bölüm 9

Tünel Bölüm 9

Havada tek bir toz zerreciğinin bile kıpırdamaya cesaret edemediğine yemin edebilirdi Emre. Kurduğu cümle tünelin içindeki bütün o yıkıntıdan daha çok ses çıkarmış olmalıydı. Kelimeler havada asılı kalmış, yere inmeyi unutmuştu.

Kopkoyu bir karanlığın içindeki cılız ışıkta Mira yeşil gözlerini kocaman açmış, nefes bile almadan adama bakıyordu.

Yeşil gözlerin içerisinde korku olmaması rahatlatıyordu Emre’yi ama bu sessizliği neye yoracağını da bilemiyordu.

“Senin için adaletsiz olan çoğu şeyin önüne geçemem. Ama sana elimde kalan son şeyi verebilirim. İçinde bir yerlerde zamanını bekleyen kadınla tanışmanı sağlayabilirim.”

Mira başını salladığında bunun bir onay olduğunu ancak bir süre sonra anladı Emre.

Başparmağı kızın heyecandan pembeleşmiş elmacık kemiklerini okşayarak gözyaşlarını sildi. Oradan, tüy gibi bir dokunuşla burnunu dolaştı, sonra yanaklarına ve çenesine indi.

Görme yetisi olmayan bir insanın parmak uçlarına biriken keşfetme duyarlılığıyla bir başkasının yüzünü aklında canlandırmaya çalışması gibiydi dokunuşları. Bir farkla, o, Mira’nın yüzündeki bütün duyguları seyredebiliyordu.

Diğer elini de götürerek parmaklarını Mira’nın yüzündeki her noktayla tanıştırdı. Sadece dudaklarına dokunmuyordu. Onun nefesindeki değişiklikler, beyninin içerisine sızmayı başarabilen tek sesti. Her dokunuşunda ya hızlanıyor ya duruyordu. Yeniden nefes almasını beklerken Emre gözlerini onun gözlerinden hiç ayırmıyordu.

O gözlerdi yol göstericisi. Tek bir gölge, kuşku ya da korku perdesiydi sınırı. İçlerindeki canlılık devam ettiği sürece Emre elinde olan her şeyi ona verecekti.

Bir süre sonra parmaklarına dudaklarıyla eşlik etmeye başladı. Dokunduğu her noktaya minik bir öpücük bırakıyor, arada da Mira’nın gözlerindeki yansımaları izliyordu.

Dudaklarının onunkilere ilk dokunuşu, sadece bir merhabaydı. Hiç hareketsiz, karşısındakini hisseden ve uyanacak duyguyu anlamaya çalışan iki yabancı gibi tetiktelik barındırıyordu.

Sonra değişti o dokunuş. Katılım beklercesine sürtünmeye başladı diğerine. Uyandırdığı duygunun kabulünü Mira’nın hareketlenen dudaklarıyla kendisine eşlik edişinde buldu Emre. Gözlerini kapatmış olan kızın dudaklarına minik bir öpücük bıraktı ve ardından ondan gelen daha minik bir öpücüğü kendi dudaklarında buldu.

Gülümsedi Emre. Biraz uzaklaşıp Mira’ya baktı. Yanakları pembe, yeşil gözlerine yerleşmiş bir ışıltıyla sıcacıktı bakışları. Bir şey daha vardı içlerinde. Güven.

Emre’nin kalbine tarifsiz bir gurur yaydı bunu görmek. Hem kendisine zarar vermeyeceğine, hem ona hayatındaki en güzel şeyi vereceğine inanan bir insandı karşısındaki.

Yanlış. Artık bir kadındı o. Onu bir erkek olarak bedenine kabul eden bir kadındı.

O anda, eğilerek Mira’ya ilk öpücüğünü verdi Emre. Aralanmış dudaklarını diliyle ıslattıktan sonra alt dudağını dişleri arasında kıstırıp içine çekti. Kızın ağzından fırlayan hayret çığlığı bir yerlerde kayboldu. Ne yapacağını bilemeyen dudaklar Emre’nin dili eşliğinde ağzı içinde yeniden yoğruldu, daha dolgun, daha kırmızı, daha şaşkın ve daha titrek bir forma dönüştü.

Dakikalarca bu lezzeti tattı Emre. ‘Bal gibi.’ Ondan uzaklaştığında, bir kaybolmuşluk yayıldı ortalığa. Mira buğulanmış gözlerini Emre’nin mavi gözlerine kilitlemiş, öylece bakıyordu.

Keskin bir gerçek Emre’nin bilincine doldu.

Mira değişmişti.

Yeşil gözlerin ardında bir çocuk yoktu artık. Şaşkınlık vardı, haz vardı, mutluluk vardı, beklenti vardı ama Mira artık ‘Ufaklık’ olmaktan çıkmıştı.

Eğilip bir kez daha buluşturdu ağızlarını. Artık neyle karşılaşacağını bilen dudaklar hemen açılarak katıldı Emre’nin dansına.

Dilini keşfetti Mira. Ağzının içini. Damağının ne engin zevkler barındırdığını. Dişlerinin kendisinden bağımsız hareket edebileceğini…

Kelimeleri kullanmadan da konuşulabileceğini fark etti. Ve o dudaklarla şarkı söyledi Mira. Dokunarak, yalayarak, dişleyerek ve emerek…

Emre bir kez daha uzaklaştığında, artık yabancılık yoktu.

“Biz ölene kadar beni öper misin?”

Gülümseyerek öptü onu Emre. Dakikalarca belki. Saatlerce belki. Günlerce ya da… Bilmiyordu. Her soluklanışlarından sonra yeniden öptü. Mira’nın öğrenen, hisseden, zevk alan bedeni o öpücüklere bütün ruhuyla katıldı. Aldıklarını çoğalttı. Kendi yorumunu kattı, Emre’yi şaşırttı. Bir yıkıntının ortasında, evrene yayılan bir ışık her yeri aydınlattı.

“Neden yetmiyor?”

“Hiçbir zaman yetmez.”

“Sana dokunmak istiyor ellerim. Sadece dudaklarını değil, boynunu da öpmek istiyorum. Hatta kulaklarını. Ellerim tenine değsin istiyorum.”

İçindeki bütün saflıkla uyanan kadınlığını itiraf eden Mira’nın gözlerinde yaşama sevinci vardı. Emre ölümün aralarından ve hatta bulundukları yerden çekilip gittiğini hissetti.

Mira’yı kucağından kaldırıp kenara oturttu. Ayağa kalkıp üzerindeki montu çıkardı. Ardından bandanasını ve içindeki gömleği… Botlarını sıyırıp kenara koydu. Çoraplarının ardından pantolonunu… Bunları yaparken gözlerini Mira’nın gözlerinden bir an olsun ayırmadı.

Yeniden yanına oturup ona baktı.

Dizlerinin üzerinde doğrulup ona yaklaşan genç kızın parmakları çekinerek Emre’nin göğsüne dokundu. Arasındaki tüyleri parmaklarıyla dolaştı. Oradan omuzuna çıktı. Avucunu bastırarak daha fazla Emre hissetmek istedi. Sonra öteki elini uzattı, diğer omuza götürdü.

Gözleri ellerini takip ediyor, her iki eli arasında mekik dokuyordu. Sanki bir dokunuşu izlemeyi kaçıracakmış gibi bir telaşı vardı.

Mira’nın dokunuşlarıyla nefesi hızlanmaya başlayan Emre gözlerini kapatarak kendisini o merakın büyüsüne bıraktı.

Tedirgin, acemi eller önündeki bedene alışmaya başladıkça daha fazla yere göz dikti. Emre’nin kolları, boynu, beli yavaşça Mira’nın küçük dokunuşlarıyla istila edilir oldu.

Göğsünün üzerinde hissettiği küçük bir öpücükle gözleri açıldı. Mira eğilmiş, saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırmış, bütün dikkatini de yaptığı işe vermiş gibi kaşlarını çatmıştı. Arka arkaya kondurduğu öpücükler merakını ortaya koyuyor, Emre’nin içine gülümsemeler saçıyordu.

Yanağını tüylerine sürterken gözlerini kapattı genç kız. Sanki yüzüyle okşuyordu Emre’yi. Onun yüzündeki huzur ifadesiyle Emre’nin içine büyük bir doğruluk duygusu yayıldı. Elini uzatıp o da kızın yüzünü okşadı.

Tekrar öpüşmeye başladıklarında, Mira’nın dudakları kadar elleri de katılmıştı keşfe. Artık sadece merak değildi gidermek istediği. Dudaklarını tamamlayan bir devamdı. Emre’nin ağzında dudakları ve dili şarkısını dillendirirken, elleri de bedenindeki dansı yönetiyordu.

Dudaklarını bırakıp kızın boynundaki çukura gömdü yüzünü genç adam. Yeni açan bir çiçekti Mira’nın kokusu. Kırılgan ama sağlamdı. Her hücresinden enerji fışkırıyordu. Ağzı ve diliyle tattı Mira’yı. Her dokunuşunda yanındaki bedenin kendisine daha da sokulduğunu görüyordu.

Dakikalarca boynundaki her noktayı titremelerle doldurdu. Tüylerinin dikleştiğini, derisinin pütürlendiğini görebiliyordu. Sanki Mira’nın bedenindeki her hücre Emre’nin dokunuşlarına uzatıyordu kendisini.

Kendisine yapılanların aynısını Mira’nın da yapmaya başlaması müziği düete dönüştürdü. Artık ikisi de dudakları, dilleri ve elleriyle ölüme inat yaşamı seslendiriyorlardı.

Şimdi de Emre’ye yetmiyordu. Ona dokunabilmek için gömleğinin düğmelerini birer birer açmaya başladı. Elleri tenine dokunduğu an ikisinin de nefesleri bir an için durdu. Sıcaktı Mira. Elinin altında kalbi bir kuş gibi çırpınıyordu. Uçmaya hazırdı. Hayata hazırdı.

Üzerindeki gömleği sıyırdı önce Emre. Ardından elini arkasına götürüp sutyenin kopçasını açtı. Askılarını omuzlarından kaydırdığında Mira’nın utanacağını düşünerek baktığı gözlerde sadece gurur vardı.

Ayağa kalkıp kemerini çözdü genç kız. Blucinini iç çamaşırıyla birlikte sıyırdı üzerinden. Bir an bocalayan Emre gözlerini kapattı. Sonra uzanıp kendi slipini çıkardı.

Mira yanına geldiğinde hala kapalıydı gözleri. Kızın kokusu doldu burun deliklerinden içeri. Gözlerini açtığında, yeşillerinin içi beklentiyle dolu bir Mira gördü karşısında. Buradan sonra ne yapacağını bilmiyordu bu küçük kadın.

Uzanıp matın üzerine yatırdı Mira’yı, kendisin de yanına uzandı. Gözlerine bakarak onun bedenini keşfetmeye başladı. Hiçbir parçasını ayırmıyordu. Hiçbir yere öncelik vermiyor, Mira’yı tümüyle tanımaya çalışıyordu elleri.

Gözlerini yumarak dokunuşlara yoğunlaşan genç kızın elleri de bilinçsizce Emre’nin bedenine uzandı. Sonra ikisinin dokunuşlarına dudakları da katıldı, dilleri de…

Mira kendi bedenini Emre’nin ellerinde tanımanın ne demek olduğunu artık biliyordu. Mira’nın bedeni o dokunuşlarla bambaşka bir dünyaya adım atıyordu.

Ne kadar sürdüğünü sorsalar ikisi de buna yanıt vermezdi. Emre gibi Mira da onun bedenini önce çekingen, sonra öğrenmiş dokunuşlarla keşfetmişti. Ama Mira sonunda dayanamayıp sorusunu dillendirdi.

“Çok güzel bu… Çok mutlu ediyor beni. Neden hala yetmiyor?”

Emre’ye de yetmiyordu. Çakmak çakmak olmuş gözlerini kızınkilere dikerek üzerine uzandı. Bacaklarını iki yana ayırdıktan sonra arasına yerleşti. Kendiliğinden birbirlerine uzanışları nefes kesiciydi.

“Canını acıtmak istemiyorum Mira. Benimle birleşmeye hazır olmanı istiyorum. Beni içine alırken canın yanacak. Sonrasında çok güzel olacağına ve bu sefer yetmediğini düşünmeyeceğine söz veriyorum.”

“Tamam.”

Mavi gözler yeşil gözlere kenetlendi ve Emre bedenini yumuşak bir süzülüşle Mira ile birleştirdi. Çok kısa bir ifade değişikliğinin ardından Mira’nın şaşkın gözleri kocaman açıldı.

“Bu… Bu…”

Emre kızın kendisine alışması için bir süre hiç hareket etmeden bekledi.

“Emre ben…”

Gerisini getiremiyordu. Ne söyleyecekse kelimeleri bir araya getirip ifade etmeyi beceremiyordu. Oysa gözleri onun yerine her şeyi Emre’ye söylüyordu.

Gülümseyerek hareket etmeye başladı Emre. Mira’nın yüzündeki en ufak değişikliği kaçırmıyor, onun canını yakmadan en büyük hazzı tatmasına çalışıyordu.

Mira’nın gözleri kapandı. Artık onun nerede olduğunu bildiğini bile sanmıyordu Emre. Bedenindeki titremeler kasılmaya dönüşmüş, dünyanın çok dışındaki bir noktada Emre ile buluşmuştu.

Kendisini daha fazla dizginleyemeyeceğinden korkan genç adam, onun attığı çığlıkla kasılmalarını hissedince huzurla bıraktı kontrolü. İçinde biriken varını yoğunu, dünya üzerinde verebileceği en son şeyi Mira’nın içine bıraktı. Geriye kalan bir şey yoktu artık. Ne bir şey yapacak, ne konuşacaklardı. Artık sadece ölümü beklemek vardı… Kıyafetlerini giyip uyku tulumunun içine girdiler. Işıldağı kapattı Emre. Birbirlerine sarılıp uyudular.