Tünel Bölüm 5

Tünel Bölüm 5

Ne kadar güzeldi kollarının arasında onunla uyanmak. Huzurla karısını biraz daha kendisine bastırdı. Bütün bedenini onun kıvrımları arasına yerleştirdi. Sırtıyla kalçalarından tutup kendisine tamamen yapıştırdı. İşte bu, kendisini çok iyi hissettirmişti.

Yüzünü saçlarına gömerek kokusunu içine çekti.

Neden farklı kokuyordu ve neden kaskatı kesilmişti?

“Aşkım?”

“Mira.”

Telaşla kollarını çözüp kızdan uzaklaştı Emre.

“Özür dilerim, çok özür dilerim Mira. Şey sandım, Berna sandım, yani öyle alıştığım için…”

“Şşş tamam. Anladım ben.”

Lanet olsun.

Fenere uzanıp yaktı. Biraz ışığa ihtiyacı vardı. Bu lanet karanlıktan bunalmıştı.

Işığı “Acıktım, kahvaltı edelim mi?” diye soran kıza yöneltip yüzünü inceledi. Mahmur gözleri, dağılmış saçları, kızarmış yanakları ve sarkıttığı kocaman dudaklarıyla kadın bedeninde minicik bir çocuktu.

Uyku tulumunun fermuarını açıp oturdu ve botlarını aradı. Dünkü sakinliği yerini büyük bir kızgınlığa bırakmıştı şimdi. İçinden vurup kırmak, taşları elleriyle söküp ışığa ulaşmak geçiyordu.

Poşetlerin içinden bir şeyler çıkaran Mira’yı izlemekten vazgeçip fenerle etrafı inceledi. Havadaki toz yere indiğinden bulundukları yer dünkü kadar kötü görünmedi gözüne.

Ama hava ağırlaşmıştı. İçerideki oksijen düne göre azalmıştı.

Işığı tavana çevirdi. Yıkılmak üzere olduğunu biliyordu. Dünden daha fazla hissediyordu bunu. Boğazına kadar gelen isyan çığlığını yutup kendisini sakinleşmeye zorladı.

“Sandviç yapayım mı sana?”

“Fark etmez.”

“Reçel mi koyayım domates mi?”

Dişlerini sıktı Emre.

“Fark etmez.”

“Bir tanesini domatesli yapayım, bir ta…”

“Ne yaparsan yap, fark etmez dedim! Çeneni kapa sadece!”

Ses tamamen kesildi. Yere vuran fener ışığında kızın duvar kenarına oturup hiç hareket etmeden önüne baktığını gördü. Gözlerini kapattı. Sanki yeniden açtığında başka yerde olabilecekmiş gibi…

Feneri kapatıp yere bıraktı. Başını ellerinin arasına alıp derin soluklarla sakinleşmeye çalıştı. Kızgınlığın kimseye faydası olmayacaktı.

Uyandığında yanındakinin Berna olmadığını fark ettiği an gerçek, bir tokat gibi patlamıştı yüzüne. O ana kadar adını koyamadığı bir umut, gizli gizli yüreğinde barınmış meğer. Sanki ne olursa olsun, kurtulacaklardı. Bu kadar kolay sona eremezdi. Bu kadar çabuk ölünmezdi.

Burada öleceğini, bir daha asla gün yüzü göremeyeceğini, Berna’ya bir daha sarılamayacağını kollarının arasındakinin Mira olduğunu fark ettiğinde algılamıştı. Onun kolları başka bir kadına sarılmazdı. O, güne başka bir bedenle başlamazdı. O, Berna’sız bir hayatı yaşamazdı.

Dünden beri yanındaki kız için dik durmaya çalışmış, her şeyin yoluna gireceği bir inancı oynamıştı. Artık yapamayacaktı. Tükenmişti. Yas tutmak istiyordu. Ağlamak istiyordu. Önüne çıkan her şeyi yıkıp yok etmek istiyordu.

Ne kadar olduğunu bilmediği bir süre, kendisini mutlak bir sessizliğin kollarına bıraktı. Ölüm de böyle olacaktı. Sessiz, karanlık, boş…

Bedenindeki gerginlik bitecekti. Evrenle bütünleşecekti. Evrenin kendisi olacaktı. Bilinçsiz, anlamsız bir hiçliğe katılacaktı.

Düşüncelerini durdurup hiç olmayı hissetmeye çalıştı. Uzaya dağılan molekülleri sonsuza dek sürüklenip duracaktı. Belki başka moleküllerle çarpışıp birleşecek, başka zamanlarda başka yerlerde başka formlar oluşturacaktı. Onlar, Emre olmayacaktı.

Duyduğu sessiz bir burun çekişle içinde bulunduğu ortama geri döndü. Düşünceleri garip bir şekilde sakinleştirmişti onu. Öfkeden arındığını hissetti. Kızın nefesi üzerine yoğunlaştı duyuları. Ağlıyordu. Hıçkırmamak için kendisini tutuyordu. Tek dayanağını kaybetmiş, korku içinde titriyordu.

Yanına gidip oturdu ve Mira’yı kollarının arasına çekti.

“Özür dilerim.”

Ses çıkmadı hiç. Tepki vermedi kollarındaki beden. Varlığını belli etmeden, yokmuş gibi duruyordu.

“Mira.”

Yanıt vermedi Mira. Tek bir hücresi bile oynamadı.

“Özür dilerim Mira. Gerçekten.”

Burnunu bir kez daha çekti küçük beden.

“Berna olmaman o kadar büyük bir hayal kırıklığı uyandırdı ki içimde, öfkemi kontrol edemedim.”

“Pis. Özür dilerken kurduğun cümleye bak.”

İçine güneş açmış gibi dolan gülme isteğiyle derin bir kahkaha attı Emre.

“Evet, biraz garip oldu, değil mi?”

“Olsun ben anladım ne hissettiğini.”

Burnunu bir kez daha çekip doğruldu Mira.

“Ben açım Emre. Bana sandviç hazırla.”

“Anlamadım?”

“Cezalısın.”

Yüzüne yerleşen sırıtışla, feneri de alarak “Tamam,” dedi ve poşetlerin olduğu yere yöneldi genç adam.

“Küçük bir hanımefendiyi üzmenin karşılığında kendisine muhteşem bir sandviç hazırlanacak. Neli olsun? Domates koyayım mı?”

“Fark etmez.”

Önce Emre’nin kahkahası patladı duvarlarda. Sonra Mira’nın kıkırtıları eşlik etti ona. Ortamdaki elektrik yumuşayıp her şeyin normalmiş gibi algılandığı bir boyuta taşıdı Emre’yi. Becerikli elleriyle hazırladığı sandviçleri Mira’nın kucağına koyup içinden bir tane aldı ve feneri söndürdü.

“Mm acıkmışım, iyi geldi bu.”

Yoruma katıldığını ifade eden bir mırıldanmayla Mira hiç konuşmadan elindekini yemeye devam etti.

Duvar kenarına dizili su şişelerinden birisini kendisine aldı, diğerini de Mira’nın ellerine uzattı.

“Hiç su içmedin. Biraz iç.”

“Bu şişe benim hakkım mı?”

“Evet.”

“Diğerleri bize yeter mi?”

“Yeter.”

“Yani kaç gün yeter?”

Ne fark ederdi ki. Onları bitirecek kadar hayatta kalabileceklerini sanmıyordu Emre.

“Çok gün yeter. İstersen hepsini şimdi iç.”

“Yok, yani içmeme gerek yok ama bu şişe benim, tamam mı?”

Kızın söylediğini garip bulsa da üstelemedi Emre.

Küçük bir torbayı çöpleri koymak için ayırıp kendilerinden uzakta bir yere bıraktı. Mira su şişesini alıp arabanın yakınlarına gitmişti. Karanlıkta ne işler çevirdiğini merak etti. Diş fırçalama ve gargara sesi duyduğu an yüzüne bir gülümseme yapıştı. Mükemmel bir çocuktu bu.

Üst çantadan kendi fırçasını ve macununu alarak o da başka bir kenarda ağzını tazeliğe kavuşturdu. ‘Yaşamak güzel,’ demek geldi içinden. ‘Her şeye rağmen.’

Sabahki patlamadan sonra Mira hiç konuşmadan saatlerce oturdu. Emre onun uyuduğunu sandığı zamanlarda bile uyanık olduğunu fark etmiş ama kızın üzerine gitmemişti.

Bir süredir durmaksızın kıpırdandığını fark ettiğinde merakla ona döndü.

“Neyin var Mira?”

“Yok bir şey.”

Ağlamak üzereydi bu ses. Kaşların çatarak kızın yanına gitti Emre.

“Söyle bana Mira.”

“Söyleyemem.”

“Neden?”

“Utanıyorum.”

“Ufaklık, senin en yakının benim burada. Benden utanma. Derdini söyle ki nasıl çözeceğimizi bulayım.”

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayan kızı duyduğunda şaşaladı genç adam. Hızla kollarının arasına alıp, “Hey, hey, ne oluyor?” diyerek sırtını sıvazladı.

“Söyleyemem.”

“Kızarım ama bak.”

İçli içli ağlamasını sürdüren kız sonunda dayanamayıp Emre’nin kulağına eğildi ve iki kelime fısıldadı.

“Tuvaletim geldi.”

Bu nasıl bir yaratıktı böyle? Her yaptığı ile Emre’nin içini neşeyle dolduruyor, içinde kahkahaların birikmesine neden oluyordu.

Emre gülmemeye çalışarak, “Çok özür dilerim leydim, hemen sizin için en konforlu ortamı hazırlayacağıma emin olabilirsiniz,” dedi ve feneri alarak etrafı inceledi.

Üst çantandan çıkardığı küçük bir paketi ve tuvalet kâğıdını Mira’nın kucağına bırakıp yan çantaları kendilerinden en uzakta hafif çukurlaşmış bölgeye götürdü. Oturdukları yerle aralarını kapatacak şekilde çantaları üst üste koyduktan sonra, feneri açık olarak üzerine bıraktı.

Küçük pakete anlamsız gözlerle bakan Mira, “Nedir bu?” diye sordu. “Açıklamasını benden isteme ama Berna o olmadan hiçbir yerde tuvalete girmez,” dedikten sonra, “Arkamı dönüyorum. Kulaklarımı kapatıyorum. Burnumu tıkıyorum. Hatta uyuyorum,” diyerek onu rahatlatmaya çalıştı.

İçmeyeceğini söylediği su şişesini de alarak çantaların arkasına süzülen Mira’ya sırtını dönüp oturdu. Kesinlikle iyi bir baba olurdu.

Acı gülümsemenin yüzünde fazla kalmasına izin vermedi. Farklı yaşam biçimlerine dönüşmeden önce Emre formundaki zamanını güzel geçirmeye karar verdi. Ölecekse, gülümseyerek ölecekti. Yüzüne bakmadan yanına gelen Mira’dan feneri alıp, “Şimdi de sen dön bakalım arkanı,” diyerek uzaklaştı. Kızın kıkırtıları, bu yıkıntının içinde duyulabilecek en güzel sesti.