Tünel Bölüm 7

Tünel Bölüm 7

Ali Fırat’ın ikna gücünün olağanüstü olduğu bilinirdi ama polis müdürünü ikna edebileceğini hiç beklemediklerinden, Alper ve Emre’yi motosikletle tanıştıran Zafer’in kullandığı siyah Transporter barikatın dibine kadar girince hepsi şaşırdı.

“Hadi şu makineleri çekelim de Zafer buraya girsin.”

Dört adamın motosikletleri bulunduğu yerden yola çıkarmalarından sonra Transporter, kenara iyice yanaşabilmek için yaptığı birkaç manevra sonrasında yerini almıştı.

İçinden motosiklet kıyafetleriyle çıkan Zafer, gece Alper’in telefonu üzerine bütün olanaklarını kullanarak onlara bu aracı temin etmiş ve son hızla yanlarına gelmişti.

İlk iş, Berna’nın yanına giderek “İyi misin?” diye sordu. İçi boşalmış bir bedenin ışığı sönmüş bakışlarıydı yüzüne dönen. Zafer kalbi sıkışarak Berna’nın omuzunu sıktıktan sonra diğerlerinin yanına gidip olanları öğrenmeye çalıştı.

“Emre’nin içeride olduğunu nerden biliyorsunuz?” sorusuna Alper’in verdiği yanıt yeterince ikna ediciydi.

“Çünkü Berna’nın yanında değil.”

Alper’in motosikletindeki yan ve üst çantaları çıkararak Transporter’in içine bıraktılar. İçlerinde Selda’nın kıyafetleri de vardı ve ölçüleri Berna’ya uyardı.

Transporter’ın arka koltuğu önceden yatak haline getirilerek ikisi için hazırlanmıştı. Artık yapılacak başka bir şey yoktu. Alper’in makinesini Zafer kullanacak ve diğerleri ile birlikte şehre döneceklerdi.

“Onları burada bırakmak hiç içime sinmiyor,” diyen Alparslan aslında hepsinin duygusunu ifade ediyordu ama gitmek zorundaydılar. Ertesi gün girmeleri gereken duruşmaları vardı. Alper’in duruşmasına da konuya hâkim bir başka avukat girecekti.

“Yavaş gidin. Hepiniz uykusuzsunuz. Dikkat toplama sorununuz olacak. Bir de sizinle uğraşmayalım,” dedi Alper arkadaşlarına.

Zafer “Tamam, merak etme, ben önde olup yavaş gideceğim,” diyerek inisiyatifi derhal eline aldı. “Arkada yiyecek ve su var. İçeride portatif tuvaletiniz de var. Yedek poşetler yanındaki kutuda. Depo dolu. Telefonunu kontağın yanındaki USB’den şarj edebilirsin. Ayrıca gerekebilir diye iki tane Power Bank attım torpidoya. Ondan da şarj edebilirsin.”

“Umalım da onları kullanmak gerekmeden Emre içeriden çıksın Zafer. Yine de sağ ol her şey için.”

“Hadi bakalım. Biz gidiyoruz, siz de Berna ile biraz uyuyun.”

Sırayla Berna ile vedalaştıktan sonra dört motosiklet yolda süzülen kuğu edasıyla yanlarından uzaklaştı.

Alper barikatın yanındaki görevlilerden birisine Transporter’ı göstererek, bir gelişme olduğunda kendilerine haber verilmesini istedi. Ardından saatlerdir hiç kıpırdamadan oturuşunu bozmayan kadının yanına yürüdü.

İşin zor yanı şimdi başlıyordu.

“Gel biraz dinlenelim ikimiz de,” dediğinde “Sen dinlen, ben iyiyim burada,” yanıtını elbette bekliyordu Alper. Berna idi o. Huysuz, dediğim dedik, burnu dik.

“Berna saatlerdir taş üzerinde oturuyorsun. Burada böyle beklemenin kimseye bir yararı yok.”

“Sen kendi işine bak Alper. İstiyorsan git yat. Ben burada duracağım.”

Alper’in bir anda yanına gidip kucakladığı gibi onu havaya kaldırışına Berna mı daha çok şaşırdı yoksa kendisi mi, bunun cevabı yoktu.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen? İndir beni yere hemen!”

Şimşekler çakan kahverengi gözler o an Alper’i rahatlıkla öldürebilirdi. Oysa adamın içindeki tek düşünce, sonunda ondan normal bir tepki alabilmiş olmaktı.

Hiç cevap vermeden Berna’yı Transporter’ın içine götürüp yatağa bıraktı.

“Kim olduğunu sanıyorsun sen, o benim kocam,” diye itiraz ederek yataktan inmeye kalkan kadını omuzlarından geriye bastırdı ve “Kapat artık şu çeneni!” diye bağırdı. “Bir tek sen değilsin üzülen. Emre hepimiz için çok önemli.”

Şaşalayan Berna’nın bakışlarındaki alevler sönmese de sesi kesilmişti. Çatık kaşlarıyla buz gibi bakışlarını Alper’e gönderdiğinde onun derhal önünden çekilmesini ve kendisinden uzak durmasını bekledi.

Çekilmedi Alper. Üzerine iyice eğilerek ellerini iki tarafına koydu.

“Uykum var. Yorgunum. Emre çıktığında ona yardım edebilecek kadar güç kazanmak istiyorum.”

Gözleri Berna’nın göz bebeklerini hapsetmiş, tartışmasız itaat beklediğini belli ediyordu.

“Artık sesini kesip uslu bir kız olacaksın. Uyuyacak ve gücünü toplayacaksın. Ben kalk demeden de bu yataktan kalkmayacaksın.”

Cevap vermedi Berna. Alışık olduğu Alper değildi bu. Her istediğini yapan, bir bakışıyla söylemediği şeylere bile itaat eden Alper değildi.

Tek kelime etmeden arkasını ona dönerek gözlerini kapattı. Adamın yüzündeki şaşkın mutluluğu kaçırmıştı.

Aracın kapısını kapatarak Berna’nın yanına yatıp gözlerini kapatan adamın uyumadan önceki son düşüncesi “Anahtar hep gözümün önündeymiş, anlamamışım,” oldu.

Kapıya vurulmasıyla uyandıklarında aradan dört saat geçmişti. Alper’in tembihlediği görevliydi gelen. “Tünelde bir çöküntü oldu,” dediğinde ikisi de telaşla fırlayarak araçtan çıkıp barikata koştular. Taşların yığılı olduğu bölgede hafif bir toz bulutu seçiliyordu.

“Neresi çökmüş?” diye korkuyla sordu Berna.

“İçeriden geldi ses.”

İçeriden. Emre’nin olduğu yerden.

“Ne yapılıyor peki!” diye bağıran Alper’i duyan görevlilerden birisi havalandırmanın çalıştığını ve gazın epey temizlendiğini açıklayarak adamı sakinleştirmeye çalıştı. Kazıya başlama aşamasındaydılar aslında ama çöküntüden sonra, İstanbul’dan gelecek uzmandan onay alana kadar beklemeye karar vermişlerdi. Yanlış bir şey yapıp yeni bir çöküntüye yol açmak istemiyorlardı.

Berna yere oturup başını ellerinin arasına alarak duyduklarını sindirmeye çalıştı. Zaten yıkılan bir yer. İçeride her ne kadar alan varsa, onu da daraltan bir çöküntü. Emre’nin saklanabileceği, kendisini koruyabileceği hiçbir yer olamazdı orada. Sadece montu ve kaskıyla taşların altındaydı. Kurtulması bir mucizeydi ve Berna mucizelere inanmazdı.

Gözlerini yumup Emre’nin o güzel mavi gözlerini düşündü. Laciverte yakın, sıcacık gözleri… Nasıl güzel bakardı kendisine. Sevgi dolu, aşk dolu… Sadece Berna’ya bakarken farklı bir ışıltı olurdu içlerinde ve bu, ona kendisini güvende hissettirirdi.

İlk andan beri böyleydi bu. İçki yüzünden hoyrat bir insana dönüşmüş babasının Berna’da yarattığı kırıklığa ilaç olmuştu onun varlığı. İçindeki yaraları sevgisiyle iyileştirmiş, kaskatı olmuş ruhunu yumuşatmayı başarmıştı. Onunla, hayatın mutlu yönleri de olabileceğine inanmıştı Berna.

Zaten Emre’nin yanında olup da mutlu olmamayı kimse beceremezdi. Onun içindeki yaşama sevgisi bir şekilde herkese bulaşırdı. En olumsuz koşullarda bile yakaladığı küçücük bir mutlulukla ortamı pozitif enerjiye boğardı.

Sekiz senedir onun mutluluk oyununa alışan Berna, şimdi bunu tek başına sürdürmeyi beceremiyordu.

Alper yanına oturup kendisine sarılmak istediğinde kaskatı durarak kolunu omuzundan çekmesini sağladı. Kimsenin dokunuşuna tahammülü yoktu. Hele Alper’in.

Kendisine güç vermek amacıyla bunu yaptığını biliyordu. Yine de korkusunu tek başına yaşamak istiyordu. Onun bir başkasından gelecek güce ihtiyacı yoktu. Emre’ye ihtiyacı vardı.

Dişlerini sıkarak ayaklanan Alper aracın arkasındaki poşetlerin içinden birkaç sandviç ve meyve suyu alarak yeniden kadının yanına oturdu. Bir tanesini ona uzattığında Berna başını sallayarak istemediğini belli etti.

“Ye bunu Berna.”

“İstemiyorum.”

“Umurumda değil. Ye bunu.”

“Alper istemiyorum, ne oluyor sana böyle?”

Çakmak çakmak olmuş gözleri Alper’i sınırın öteki tarafına geçmesi için uyarıyordu. Onun yaklaşabileceği nokta belliydi. Sekiz senedir sadece Berna’nın izin verdiği yere kadar gelebilmişti ve şimdi bunu aşmış olması Berna’yı şaşırtıyordu.

“Ye Berna. Yemezsen ben yedireceğim. Ağzının içine tıkıştırmak zorunda kalsam da bunu yiyeceksin.”

Adamın ses tonundaki taviz vermez kararlılık Berna’nın daha fazla itiraz etmesinin önüne geçti. Bakışlarını Alper’den uzağa çevirerek sandviçten bir ısırık aldı. Lokmalar boğazında büyüyor, bedeni yaşamak için gerekenleri yapmasına itiraz ediyordu. Ama Alper ile mücadele edecek gücü yoktu. Bu Alper ile mücadele edecek gücü yoktu.

Bir saat sonra barikata yanaşan bir aracın içinden inen adamın beklenen uzman olduğunu anlamaları uzun sürmedi.

O andan sonra nereden çıktığı belli olmayan bir masanın üzerine rulo rulo şemalar, haritalar açıldı. Telsiz sesi durmaksızın hışırdadı. Birileri aralıksız oradan oraya koştu. Tünele girildi, tünelden çıkıldı, garip aletler ortaya çıkarıldı.

Bütün bunları donuk bir yüzle seyreden Berna, duyduğu konuşmalara anlam verebilmek için Alper’in eline yapıştı.

“…termal görüntüleme…”

“…içeride iki kişi…”

“…vücut ısıları normal…”

“…hayatta olma ihtimalleri…”

“…çöküntüye meydan vermeden canlı olarak…”

“…tavanı sağlamlaştırıp…”

“…dikey destekle…”

‘Emre.’

‘Emre.’ ‘Emre.’