Tünel Bölüm 6

Tünel Bölüm 6

Karanlık, bilinmezlik ve korkulu bir bekleyişle zaman, üzerlerine yapışmışçasına geçmek bilmiyordu. Matın üzerine yan yana oturmuşken elleri birbirine kenetli, nefesleri diğerine can yoldaşıydı.

Daldığı düşüncelerin karanlığını iyice artırdığının bilinciyle Emre, hem genç kızı oyalama arzusuyla hem de merak ettiğinden “Mira’yı anlatsana biraz bana,“ dedi.

“Anlatacak çok fazla bir şey yok. On sekiz yaşımdayım. Lise sonda okuyorum.”

“Ailen?”

“İki kardeşim daha var benden küçük. Dedem de bizimle yaşıyor. Annem, babam, bir de dayım. Dayım geçen sene boşandı, bizimle kalıyor. Onun evine gidiyordum işte.”

“Bayağı kalabalıkmış eviniz gerçekten.”

“Ailemin gözünde dünyadaki en güzel, en havalı, en tatlı, en akıllı kızım.”

Kendi tanımına gönderdiği nazireye gülümseyen genç adam, “Hayattan ne bekliyorsun?” diye sordu.

“Anlaşılmak.”

İlginç bir kelimeydi bu. Anlaşılmak… Emre Mira’nın bununla ne kastettiğini anlamamış olmanın verdiği rahatsızlıkla bocaladı.

“Anlamadığımı nasıl itiraf edeceğimi bilemedim.”

“İnsanların ne yaptığıma değil, neden yaptığıma yoğunlaşmalarını istiyorum. Çünkü beni yaptıklarım değil, bunu yapmama yol açan nedenlerim tanımlar.”

Konuşmasındaki özgüven, Emre’nin kıza daha da hayran olmasına neden oldu. Avukat arkadaşlarından birçoğunun böyle bir cümle kuramayacağına kalıbını basabilirdi.

“Örnek ver bana.”

“Ailemden ayrı eve çıkmak istiyorum.”

“Bu normal ama yaşın biraz küçük sanki bunun için.”

“Gördün mü? Benim nedenlerimi merak etmeden kendi nedenlerinle sonuca vardın.”

Karşısındaki kızı on sekiz yaşında bir öğrenci olarak dinlemenin yanlış olduğunu yavaş yavaş fark ediyordu genç adam. Bu kız derindi. Çok daha derin.

“Nedir seni nedenlerin?”

“Önce sen söyle, sence neden ayrı eve çıkmak istiyor olabilirim?”

Evlenene kadar ailesinden ayrı yaşamayı Emre neden istemişti?

“Özgür olmak.”

Bunu söylerken bile cevabın Mira için bu kadar basit olamayacağını biliyordu.

“Ben zaten özgürüm. Yarın anneme babama bir şey olsa, kardeşlerime tek başıma bakacağım. Yanımda bana yol gösterecek, bir sıkıntımda danışabileceğim annem babam olmayacak. Ama şimdi çıkarsam, bir evi ya da hayatı çekip çevirmeyi öğrenirken, arkamda onların olduğunu bileceğim.”

“Vay canına.”

“Dayım da böyle demişti. Sonra da bana Bolu’daki evinin anahtarını verdi.”

“Şeytanın tekisin sen. Bu yaşta bu kadar akıllı olmayı nasıl beceriyorsun?”

“Okuyorum. Kitapları dünyaya bakış açına saplanıp kalmadan okursan, senin dışında kalan o müthiş zenginliği de ruhuna katabilirsin.”

Bu kızın muhteşem bir potansiyeli vardı ve ailesinin bunu bastırmadan, kullanmasına izin verdiğini anlamak hoşuna gitmişti.

“Sen felsefe ya da sosyoloji okumalısın.”

“Kazanırsam öğretmen olmayı istiyorum.”

Mira için çok doğru bir seçimdi gerçekten. Onun insanlara verecek çok şeyi vardı.

“Kazanırsın. Cin gibisin.”

“Bakalım.”

Sesi buruktu ama Emre’yi en çok Mira’da ilk kez gördüğü umutsuzluk rahatsız etti.  Konuyu farklı bir yöne çevirip bu havayı dağıtmak istedi.

“Erkek arkadaş yapmadın mı kendine?”

“Erken daha. Üniversiteye gireyim, öyle.”

“Belki o da sen bahçede otururken bulur seni.”

“Belki.”

O ‘belki’de umut değil, dile getirilmeyen bir inanç eksikliği vardı.

“Biliyor musun, Berna ile bir kızım bir de oğlum olmasının hayalini kurarım hep. Kızımın sana benzemesini çok isterdim.”

“Gurur duydum. Bu, yıkıntı arkadaşından şikâyetçi değilsin mi demek oluyor?”

Gülümseyerek, “Hiç değilim elbette. Bu saatleri sen çekilir hale getiriyorsun benim için,” dedi.

“Sen olmasan çok korkardım Emre. Aklımı kaçıracak gibi hem de.”

“Şşş, düşünme. Ben buradayım.”

Sonuna kadar da yanında olup onu korkularından uzak tutacaktı. Bu dünyada yapabileceği son şeyler artık sadece Mira içindi.

“Emre…”

“Söyle.”

“Sence tüneldeki gaz boşalmamış mıdır artık? Neden hiç ses duymuyoruz taşların arkasından?”

“Bilmiyorum bebeğim. Ama ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarına eminim.”

“Peki, burada olduğumuzu nereden biliyorlar?”

“Bilmiyorlar ama yıkıntının bu tarafında birisi olabilir varsayımıyla kurtarma çalışması yapacaklar.”

“Tamam.”

Emre’nin içinde Mira’ya sarılıp ona güvende olduğunu hissettirmek için büyük bir ihtiyaç uyandı.

“Gel buraya.”

Kollarının arasına sokulan kızı sımsıkı sarıp “Her şey iyi olacak, merak etme,” dedi.

“Tamam.”

Tavanın tam o anda büyük bir gürültüyle Mira’nın arabasının üzerine çökmesi, ikisi için de tam bir şok oldu. Emre, uyku tulumunu hemen çığlık çığlığa bağıran kızla kendi üzerine örterek onu ve kendisini havalanan tozdan korumaya çalıştı.

Aklı çıkan kızı koruma güdüsüyle genç adam tüm dikkatini ona vermişti. Mira’yı sıkı sıkı sarmalayıp, dökülen taşların sesi kesilene kadar “Geçecek, sakin ol, geçecek,” diye fısıldadı. Altındaki minik beden tir tir titriyor, başını olabildiğince Emre’nin boynuna gömüyordu.

Sesler kesilip ortalık sakinleştiğinde, uyku tulumunu açmaya çalışan Mira’nın ellerini tutup “Toz yutarsın, çıkma” diyerek tuttu.

Eliyle yüzünü okşayıp ona içindeki şefkati aktarmak, şu an Emre’nin de ihtiyacı olan şeydi. Toprağın altında, doğanın hiddetiyle baş başa, ellerinde birbirlerine verecek şefkatten başka bir şeyleri yoktu.

Kızın hıçkırıkları yavaş yavaş kesilip de nefesi normale döndüğünde, Emre yavaşça tulumu kaldırarak havayı kontrol etti. Acaba fener neredeydi?

“Mira.”

“E- efendim.”

“Şimdi ikimiz de duvar kenarına oturacağız. Sonra ellerimizin ve ayaklarımızın eriştiği yere kadar yoklayıp feneri bulacağız.”

“Tamam.”

“Işıldağı bulsak da olur. Ya fener ya ışıldak… Anladın mı beni?”

“Anladım.”

“Aferin kızıma. Hadi şimdi oturalım. Ama çok yavaş ol. Nasıl bir şeyin içinde olduğumuz hakkında hiçbir şey bilmiyorum çünkü.”

“Ta- tamam.”

Doğrulup oturana kadar Mira Emre’nin elini bırakmadı. Bir süre sesleri dinleyerek sessiz kaldıktan sonra, elini ondan ayırarak etrafını yoklamaya başladı.

Emre de ışıldağın yerini kestirmeye çalışarak ileri doğru uzandı.

“Burada bir şey yok. Hep taş, toprak.”

Emre uzandığı son yerde ışıldağın ucunu yakalayınca, “Buldum!” diye bağırdı.

Mira’nın hızlı hızlı aldığı nefes dışında çıtı çıkmadı. Emre ışıldağı çalıştırdığı an, ikisinin de nefesi içlerinde tıkanıp kaldı. Oturdukları yer dışında her yer taş doluydu. Sadece onların olduğu yerdeki duvar çökmemiş, sağlam kalmıştı. Şimdilik…

Mira’nın arabası artık neredeyse görünmüyordu. Tam üzerine inen büyük bir kaya parçası, tavanı koltuğa kadar çökertmişti.

Mira’nın üzgün sesini duyup baktığı yere döndü. Yana devrilen motosikleti, üzerine yığılan taşlarla can çekişen siyah bir atı andırıyordu.

“Emre.”

“Efendim.”

“Bizi koruyan biri mi var dersin?”

“Kim bilir?”

Yanına sokulan kızı kollarıyla sarmaladı.

“Öleceğiz değil mi?”

“Şşş, düşünme böyle şeyler.”

“Bana söylemediğini biliyorum. İlk gün anladım ben. Tavana bakışını gördüm. Suyu istediğim gibi kullanmamı söylediğinde de anladım. Buradan çıkabileceğimize inansaydın, idare etmemizi söylerdin.”

Söylenebilecek ne vardı ki? Cin gibi bir kıza yalan söyleyip ikisinin de zekâsına hakaret etmenin anlamı yoktu.

“Haklısın Mira, öleceğiz.”

“Tamam.”

“Tamam mı?”

“Tamam. Yani yapabileceğimiz bir şey olmadığını anlıyorum. O zaman korkmanın ne gereği var ki?”

“Nasıl bir çocuksun sen böyle?”

“Ben çocuk değilim ki.”

Kızın burnunu iki parmağının arasına sıkıştıran adam, “Hem de harika bir çocuksun,” diye fısıldadı.

Bir süre daha etrafı seyrederek yeni koşullarını algılamaya ve ona alışmaya çalıştılar.

“Nasıl öleceğiz?”

“En büyük korkum tavanın çökmesiydi, o da oldu. Nasıl olduğunu anlamasam da biz bundan kurtulduk. Sağlam kalan bu duvar, dışarıdan kazı başladığında çökebilir. Ama çökmeyebilir de. Emin değilim.”

Çökecekti. Belki de kazıya gerek kalmadan çökecekti.

“Başka?”

“Onlar gelene kadar içerideki hava tükenebilir.”

“Çok canımız yanar mı?”

“Sanmıyorum.”

Sanıyordu. Boğularak ölmenin en acı veren ölümlerin başında geldiğini duymuştu. Ama Mira’nın bunu bilmesine gerek yoktu.

“Başka?”

“Dışarıdaki karbon monoksitten zehirlenebilirdik ama sanırım içeriye sızıntı yok artık. Ben yabancı bir koku almıyorum, sen alıyor musun?”

Kokuyu duymalarına gerek yoktu. Yavaş yavaş içeri doluyorsa, alışmış olacaklarından anlamayacaklardı.

“Yok, sadece toz kokuyor.”

“Evet. O da bir süre sonra azalır.”

“Her durumda boğularak öleceğiz demek ki. Hava bitecek ya da duvar yıkılıp üstümüz toprakla örtülecek.”

“Öyle görünüyor.”

Mira Emre’ye dönerek uzun uzun gözlerinin içine baktı. “Yanımda olduğun için çok şanslıyım. Sen birlikte ölünecek en mükemmel insansın.”