Tünel Bölüm 4

Tünel Bölüm 4

‘Berna’nın aklı çıkmıştır artık. Üç saat oldu tünel çökeli. Kazadan haberi olmuştur. Ben dönmeyince burada olduğumu anlamıştır. Öldüğümü sanmıştır. Ölü sayılırım zaten.

Göz bebeğim. Seni yarı yolda bıraktığım için kızma bana ne olur. Gitmek istemiyorum. Sensiz olmak istemiyorum. Ama yapabileceğim hiçbir şey yok, biliyorum.

Ölümü beklemek zormuş. Çok garip bir ruh hali bu. Kabullendim öldüğümü çoktan. Çaresizliğe teslim olunuyormuş demek. İsyan bile edemiyorum. Sanki seninle geçirdiğim yıllarımı bir kutunun içine koyup yanıma aldım. Giderken götürüyorum. Ama asıl olan gitmek oldu şu an ve ben bunu neden bu kadar çabuk kabullendiğimi anlayamıyorum.

Bir de yoldaşım var yanımda. Gencecik. Hayatının baharında. Yaşamına başlamadan sonuna geldi. Bilmesin. Bilmeden ölsün. Hala umut doluyken… Umudu kaybedince boşalıyor yaşamın içi.‘

“Sence ne zaman kurtarırlar bizi buradan?”

Bomboş bakışlarını simsiyah yalnızlığına dikmiş olan Emre, yüzündeki ifadenin görünmeyecek olmasının verdiği rahatlıkla gözlerini kapattı.

“Biraz zaman alacağını sanıyorum.”

“Ya… Neden?”

“Çünkü bu yıkıntının dışında, yanan araçlar yüzünden tüneli dolduran bir gaz var. Önce onu arıtmaları gerekir. Ancak ondan sonra, sağ ya da sol taraftan taşları kaldırmaya başlayıp bize geçebileceğimiz kadar bir boşluk yarattıklarında çıkabiliriz.”

“Anladım.”

Bir süre sessiz kaldı Emre. Sonra yanındaki kızın rahatlaması için onu konuşturmaya karar verdi.

“Neden boş bir eve erzak aldın sen?”

“Zonguldak’ta benim evim. Kalabalık bir aileyiz. Üniversite sınavına hazırlanıyorum. İki aydan daha az bir zaman kaldı sınava. Dayım benim rahat çalışmam için Bolu’daki evinde kalabileceğimi söyleyince pılımı pırtımı toplayıp yola koyuldum.”

“Mira.”

“Efendim?”

“Bu tünel Zonguldak’tan Bolu’ya giden yol üzerinde değil.”

“Biliyorum. Yanlış yola sapmışım. Ama bu dar yolda dönebilecek kadar iyi değilim araba kullanmakta. Dönüş yapabileceğim bir sapak aranıyordum.”

“Mira.”

“Efendim?”

“Sen daha en az beş sene annesinin dizinin dibinden ayrılmaması gereken bir çocukmuşsun.”

Koluna inen bir yumruk eşliğinde “Pis,” diyen kızı duydu.

Gülümsedi. Ama acı bir gülümsemeydi bu.

“Sen nereye gidiyordun öyle aheste aheste? Yürüyerek bile geçerdim ben seni yolda.”

“Tünelin öteki ucundaki benzinliğe gidiyordum. Karım benzin alırken çantamızı orada unutmuş.”

“Aaa evli misin sen? Ne güzel.”

“Niye, çok mu seviyorsun evliliği?”

Koluna bir yumruk daha indi.

“Saçmalama ya, karınla yolculuk yapman çok güzel, motosikletle yani.”

“Grupta bizden başka üç çift daha var böyle karı koca. Bir tane de kız arkadaşıyla gelen var. Neden o kadar özel geldi ki sana?”

“Bizim orada biraz farklı bu işler. Erkekler yolculuğa çıkar ama aralarına kadınları almazlar.”

“O niyeymiş?”

“Motosiklet özgürlükmüş.”

“Karılarının yanında özgür olamıyorlar mıymış?”

“Özgür olmayı ne şekilde tanımladıklarına bağlı.”

“Nasıl tanımlıyorlar sence?”

“Bence onlar paylaşmayı bilmiyorlar. Yani yüreklerini eşleriyle paylaşmıyorlar.”

Emre’nin bedenindeki her hücrenin canı yandı bu cümleyi duyduğunda. Ne kadar güzel anlatmıştı Berna ile olan ilişkisini. Yüreğini paylaşmak… O yüreği bırakıp nasıl gidecekti.

Neredeydi acaba şu anda. Haber almışlarsa doğrudan tünele gelmiş olabilirdi. Belki dışarıdaydı şu anda. Kalbi sıkışırken gözünden damlayan bir damla yaşı hızla sildi. Berna üç yüz metre ötesinde bile olsa, ulaşamayacaktı artık ona.

Ölümün çok beklememesini diledi içinden. Berna’sızlığın nasıl olacağını düşünmeye vakti kalmadan gelip işini bitirmesini diledi.

‘Berna buna nasıl dayanacak? Bensiz kalmayı nasıl atlatacak?’ Karısının güçlü olduğunu biliyordu. Ne olursa olsun yaşamaya devam ederdi. Ama eksik kalırdı Berna. Hangi yaşamlarla yoluna devam ederse etsin, bir parçası hep eksik kalırdı.

Omuzuna düşen başı fark edince, Mira’nın uyuduğunu anladı. Rahat etmesi için onu hissettirmeden kucağına yatırdı. Mis gibi kokusu burun deliklerinden içeri süzüldü. Umut kokuyordu. Heyecan kokuyordu. Upuzun bir gelecek kokuyordu. Bir damla yaş da küçük kız için süzüldü gözünden.

Hava giderek soğumaya başladığında Mira’nın titremesiyle uyandı daldığı uykudan Emre.

“Hey, neden uyandırmadın beni? Donmuşsun sen!”

“Seni rahatsız etmek istemedim.”

“Çatlak şey. Uyku tulumumuz var. Sıcacık olursun içinde.”

Duvarın kenarına yasladığı tulumu alıp fermuarını açtı. Matın üzerine yayıp, “Ayakkabılarını çıkarıp gir bakalım içine,” dedikten sonra kendisi de botlarını ve montunu çıkardı. Yan yana uzanıp fermuarı tepeye kadar kapattığında Mira’yı kollarının arasına çekti.

Titremeleri hala devam eden kızın dişleri birbirine vuruyordu. “Şimdi ısınacaksın, merak etme,” diyerek sarıldı. Kollarının arasına sığınan küçük bedenin titremelerinin yavaşça azalmasını hoşnutlukla hissetti.

“Nasıl sığdık biz ikimiz bunun içine?”

“Çünkü bu tulum çift kişilik ufaklık. Tek kişilik bile olsa, o kadar ufaksın ki, emin ol yine sığardık.”

“Atma, sen kocamansın.”

“Olsun, sen de yok sayılırsın.”

Bir süre sessiz kalan Mira, “Anlatsana biraz bana kendini,” diye fısıldadı.

“Ne merak ediyorsun?”

“Neye benzediğini anlat önce. Fenerin ışığında bir şey anlamadım ben senden.”

“Hm bakalım… 1.90 boyundayım. Kumralım. Gözlerim mavi. Karımın gözünde dünyadaki en yakışıklı erkeğim.” Mira kıkırdayınca onu gıdıkladı. Kahkaha atan kıza “Gülme bak, sabaha kadar gıdıklarım sonra seni,” diyerek pes sözü aldı. “Serseri tipim vardır ama ruhum asla uyum sağlamaz görüntüme.”

“Kaç yaşındasın?”

“Otuz. Avukatım. Karım Berna ile aynı avukatlık firmasında çalışıyoruz.”

“Nasıl tanıştınız?”

Gülümsedi Emre. Onu gördüğü an yıldırım çarpmasına benzettiği o duyguyu yeniden hissetti içinde.

“Okulun son senesinde bahçede gördüm onu. Ayaklarım birbirine dolaştı sandım. Yanımda da Alper adında bir arkadaşım vardı. Meğer çoktan yanıkmış Berna’ya.”

“Vay!”

“Etrafına bakmadan öylece oturuyordu. O kadar sert görünüyordu ki kimse yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Alper de sırf bu yüzden ona uzaktan bakar dururmuş.”

“Film gibi ya, eee?”

“Asil bir prenses gibiydi. Yapay olan hiçbir yanı yoktu. Son derece kendinden emin ve yalnızdı. Ona bakmaktan kendimi alamadım. Gözlerimiz karşılaştığında gülümsedim. Karşılığında güneşi tekrar tekrar açtıran bir gülümseme aldım.”

“Sonra?”

Heyecanlı bir aşk filminin tam ortasında kalmış da devamını merak edermiş gibiydi Mira. Öyle saf, öyle temiz. Sıcak bir gülümseme yerleşti Emre’nin dudaklarına.

“Yanına gidip, ‘Sakın kendinden uzaklaştırma beni, bunu kaldıramam,’ dedim.”

“O ne dedi?”

“’Galiba ben de kaldıramam,’ dedi.”

Derin bir iç çekiş çıktı Mira’nın dudaklarının arasından.

“Sonra?”

“Bir daha hiç uzaklaşmadım onun yanından. Dört sene sonra da evlendik. Şimdi dört senelik evliyiz.”

“Of, çok şanslısın. Alper ne oldu?”

“Biz evlenene kadar mücadele etmeyi bırakmadı.”

“Vay pislik!”

“Yok, öyle değil. Aramıza girmedi hiç. Ama içindeki duyguları asla gizlemedi.”

“Pislikmiş işte. Kadınlar böyle şeyleri sever. O da kendisini hep karının aklının bir köşesinde tutmuş.”

“Bana bak ufaklık, şimdi gidip adamı dövdürtme bana.”

“Yok, çok düzgün bir adamsın sen. İçinden iyilik ve güzellik taşıyor. Ona hiçbir şey yapmazsın.”

“Bak sen, nereden bildin bunu iki dakikada?”

“Bir kere seni sollarken bana yol verdin. Sonra kamyoneti sollamamda bana yardım ettin. Yoldaki herhangi bir araçtım ben. Yapmak zorunda değildin.”

“Yardım etmezsem narçiçeğin yolun ortasında dağılacak diye korktum ben.”

“Pis. Neyse, sonra manzarayı seyrederken mutluydun. Doğal güzellikler sana haz veriyor demek ki. Herkes baktığı şeyi görmez, görse de bu ona mutluluk vermez.”

“Aman aman, filozofmuş benim ufaklığım.”

“Sonra, karını çok seviyorsun. Bahsederken sesine çok farklı bir ton yerleşiyor. Herkes bu kadar güzel sevemez.”

Söylenecek bir şey yoktu. Gözlerini kapatıp Berna’nın gülüşünü getirdi gözlerinin önüne. ‘Özledim.’

“Burada da bana çok iyi davranıyorsun. Korkmamam için elinden geleni yapıyorsun. Beni evlat edinmiş gibisin.”

“Gel beni gıdıkla diyorsun yine.”

“Biliyorum ben. Hissediyorum. Olduğundan daha kaygısız görünmeye çalışıyorsun. Kendi kaybını bırakıp benimkini telafi etmeye çalışır gibisin.”

“Şöyle düşün ufaklık. Sen rahat olmazsan başıma büyük sorun çıkarırsın. Ağlar, zırlar, başımı şişirirsin. Ne yapıyorsam sadece kendi keyfim için yapıyorum, bilesin.”

Bir yumruk daha yedi göğsüne Emre.

“Pis.”

“Hadi uyu artık. Sabah bizi kurtardıklarında kimseye çirkin görünmek istemezsin.”

Sustu Mira. Tek bir kelime daha etmedi. Onun düzgün nefesini dinleyen Emre, kıza daha da çok sarıldı. İçinde uyanan şefkatle yüreği sıkıştı.

Elinden gelse, kendi canının ötesine bu küçük kızı yaşama iade etmek isterdi. Güzel bir hayata sahip olmayı o kadar hak ediyordu ki…

Mira uyuduktan sonra, gözlerini kapatıp Berna’yı düşünmek için kendisine izin verdi. Bu gece uyumadan önce gördüğü son şey karısı olmayacaktı. Onun o taptığı kokusunu bir daha duyamayacaktı. Sımsıkı sarılıp dünyanın en zengin erkeği olduğunu düşünemeyecekti. İçinden geldiğinde onu öpemeyecekti.

Gözlerinden akan yaşları bu kez durdurmadı.

‘Yanında kalamadığım için özür dilerim aşkım.’

Kolları arasındaki küçük beden kendisine biraz daha sokulunca onu iyice sarmaladı. ‘Hiç olmazsa sana bir faydam dokunacak küçük kız. Şu an parçalara ayrılmıyorsam eğer, sebebi sensin.’