Seksi Numara Bölüm 30

Seksi Numara Bölüm 30

Üç Elma

Onlar ermiş muradına… Sonsuza kadar mutlu olmuşlar… Gökten üç elma düşmüş falan filan diye biterdi ya masallar… Öyle olmuyor işte. Gökten o üç elma düştükten sonra boku yiyorsunuz.

Murada ermek nedir ya? Tek amaç evlenmek, o gelinliği giymek midir? Ee, sonra? Adam horluyor mu? Osuruk ve geğirme sesleriyle de seksi kalıyor mu? Bir kere, o diş macunu tüpü ortasından sıkılıyorsa al başına belayı. Ya da bir bakıyorsun, klozet kapağı açık. Ay kâbus! Kıyafetler seks için ortalara saçılırken iyi de, her sabah onları bir yerlere fırlatılmış bulunca insan ne hissediyor? Ya da adamın dizim dizim dizdiği gömlekleri haşırt diye gardırobun bir kenarına ittirip kendi kıyafetlerine yer açınca acaba o ne hissediyor? İlk gördüğü an şoku atlatana kadar içinden ona kadar sayıyor mu? Tam bir bilinmezlik… Tamam, öpüşüp koklaşıp orgazmlar arasında yuvarlanırken her şey güzel de, sonrası çok tehlikeli.

İlk sabah yerlerdeki kıyafetlerimiz sevimliydi. Görünce bacaklarımın arası ıslandı bile. Of be, ne yuvarlanmıştık o kapı önünde. Sonra koridorda. Merdivenler biraz rahatsızdı doğrusu. Sırtım acıdı. Yatağa giderkenki halı üzeri de efsaneydi. Yatak kısmını hiç anlatmayayım. Sizin de canınız var, ayıp olmasın. 

Doğrudan kahvaltıya geçeyim mesela. Muhteşemdi. Cilveleşerek, mıncırıp sıkıştırarak, sürtünüp yalanarak yapılan bir kahvaltıyı kesinlikle tavsiye ederim. Öyle Dokuz Buçuk Hafta(*) filmindeki sahnelerden yoktu bizde. Çilekler kremalar oramızdan buramızdan akıp yalanmadı. Bunun yerine çocuk gibiydik ikimiz de. Dokunuyorduk. Hissediyorduk. Galiba mutluyduk.

Saat öğleye yaklaşmıştı ve ben işe gitmeyeceğimi haber vermeyi akıl bile etmemiştim. Erhan’ın da bir görüşmesi vardı ama o da sekreterine iptal ettirdi. Evin içinde cilveleşerek, mırıldanarak harika bir perşembe günü yaşıyorduk.

Bizi rahat bırakmayan telefonlarla bile eğleniyorduk. Bazen onunki çalıyor ve Erhan bir anda ciddi, sert adam sesine bürünüyordu. Aleti göbeğine tırmanmış bir adamın karşısındaki elemanına bağırıp durması çok komik görünüyordu ve ben kasıklarımı tutarak odadan dışarı koşuyordum. Benim kasıklarımın da çıplak olduğunu söylememe gerek yok elbette. Erhan da buna gülüyordu.

Kimi zaman da Eray arıyordu; ama o bana bir şey sormuyor, ne haltlar yediğimi bildiğini ifade eden sırıtık boş konuşmalar yapıyordu. Erhan’ın tepe tüylerinin bu konuşmalar sırasında dikildiğini söylememe gerek var mı? Eray’dan kıllanıyordu. Yüzünün asılmasından anlıyordum.

Yine de günü bozacak hiçbir şey yapmamaya ikimiz de özen gösteriyorduk. Akşama kadar evin içerisinde sevişe koklaşa, konuşa, anlaşa muhteşem saatler geçirdik. Üç kere duşa, beş kere yatağa gittik. Tavşanlar gibi çiftleşiyorduk. Ben orgazmı yirmi yedi yaşında bulmuş taze modunda her an onun için hazırdım. O mu? O bana baktığında hep hazırdı.

Yine bir telefonuna cevap verirken çıkardığı cüzdanından tek elle bir kâğıda ulaşmayı başaramayınca kucağına oturup ona zevkle yardım ettim. Çıkanları gerisin geriye tıkıştırırken de elime geçen nüfus cüzdanındaki fotoğrafına hayran hayran baktım.

Canım benim. Göbek adı Can mı? Can mı? Oyy yerim ben senin göbek adını da göbeğini de… Ne kadar şanslı bir cüzdan bu ya! Üzerinde her saniye aşkımın resmi var. Kütük neresiymiş bakalım. Ne fark edecekse? Olsun ya, ezberlerim ben bu adama ait her şeyi. TC kimlik numarasını bile beynime kazırım. Hele uyruk, muyruk… İlk defa görüyorum ya bir cüzdanı. Mavi işte. Benimkinden tek farkı o. Medeni durumunu da yerim ben senin. Evli.

Gözlerimi kucağında olduğum ve hala telefonla konuşmakta olan adama çevirdim. Baktım. Öylece ona baktım. Cüzdan elimde, gözüm onun üzerinde, ruhumsa bu dünyanın dışındaydı.

Erhan’ın konuşmasını bir anda kesip bana bakışını bir yabancıyı seyrediyormuş gibi seyrettim. Algılamadan. Ben sadece bakabiliyordum. Kaskatı kesilmiştim. Düşünemiyor, hissedemiyor, tepki veremiyordum. Telefondaki kişi bir şeyler söylüyor olmalıydı. Ben duymuyordum. Artık Erhan da duymuyordu. Gözleri elimdeki nüfus cüzdanına ilişti, tekrar bana döndü. Ben ona bakmaya devam ettim. Dudakları aralandı, bir şey söyleyecek gibi oldu, ben bir şey duymayı beklemedim.

Ben hiçbir şey beklemedim. Baktım. Bittim.

Düşünmem gerekiyordu. Giyinikken düşünülebiliyor herhalde çünkü çıplakken düşünemiyordum. Demek giyinmem lazımdı.

Erhan’ın kucağından kalktım. Fevri ya da ters bir hareketim yoktu. Bir sandalyeden kalkar gibi kalktım. Sakince. Elimdeki cüzdana bir süre ne olduğunu anlamaya çalışarak baktım, sonra bana ait olmadığını algılayıp Erhan’a uzattım.

Pür dikkat beni izliyordu. Tepkilerimi gözlemliyor, ne yapacağımı anlamaya çalışıyordu. Ne yapacaktım? Ne yapabilirdim ki? Kızabilir miydim? Hayır. Ben onun evli olup olmadığını hiç sorgulamış mıydım ki kızayım?

Evli olduğunu bilsem, içimdeki tutku böyle pervasızca serbest kalmazdı. Onu biliyorum. Onunla bir ilişkiye de girmezdim; üçlü beşli ilişkileri sevmem. Ama onu ister miydim? İsterdim. Erhan’ın kişiliğini düşündüğümde, cüzdanda yazan o kelimenin kutsal anlamlar taşımadığını anlamam zor değildi. Erhan’ın bana korkuyla bakmasına gerek yoktu. Eşiyle ayrı olmalıydı. Yoksa Nesrin Keskinoğlu onun hayatında olurdu. Gününde, gecesinde olurdu. Erhan öyle bir adamdı.

Bir şey canımı acıtıyordu ama bunun ne olduğu henüz bilinç düzeyime ulaşamamıştı.

Giyindim. O beni tedirgin bakışlarla seyrederken, yüzümde hiçbir ifade olmadığının farkındaydım. Ama ifadesizlik de bir ifadedir aslında. Sana içimi göstermiyorum, der. Sana sınır koyuyorum, der. Yaralandım ama sen benim yaralarıma şahit olacak kadar yakınım değilsin, der.

Kendi çıplaklığından rahatsız olup o da giyinmeye başladı. Sessizlik benim için hazmediş, onun içinse bilinmezlik barındırıyordu. O korkuyordu, ben duruluyordum. İçimdeki tüm heyecanın, tutkunun yavaş yavaş beni terk edişini üzüntüyle hissettim. Bitiyordum. Bir şeye çok kırılmıştım. Evli oluşuna değil hayır, adını koyamadığım bir şeye. Çok kırılmıştım hem de. O kadar ki yüzeye çıkarıp yüzleşmeye cesaret edemiyordum.

“Melis,” diye adımı söyledi tedirgin bir sesle. Üzerimdeki tüm hakkını yitirmiş olduğunun farkındaydı. Beni sahiplenemiyordu. Beni kontrol edemiyordu. Bunlar artık hak edilmemiş talepler olurdu. Biliyordu.

“Gitmeni istiyorum.”

Çok netti sesim. Geri dönüşü olmayan anların sesiydi. Her neye kırılmışsam dönüşü yoktu, anlıyordum. Sanırım Erhan gittikten sonra bunu keşfettiğimde darmadağın olacaktım. Ama şimdi değil.

“Olmaz!” derken sesi sertti. Ama itirazın bir anlamı olmadığını benim yüzümde görüyor olmalıydı. Rengi beyazlamış, kimliği gibi üzerine yapışan o kendine güvenli duruşu onu terk edip gitmişti. Cevap bile vermedim. Gerek yoktu.

“Açıklayabilirim.”

Kim bilir kaç erkek sevdiği ya da ilgilendiği ya da elinde tutmaya çalıştığı kadına aynı kelimeyi söylemişti. Kurtarılacak bir şey kalmadığını hepsi biliyordu sanırım. O öyle bir kelimeydi.

Açıklayabilirim. Ama bunu sana yediremeyeceğim belli.

Açıklayabilirim. Ama götüm yemiyor.

Açıklayabilirim. Ama açıklarsam daha fazla şeyi de açıklamam gerekecek, bunu becerebilir miyim bilmiyorum.

O öyle bir kelimeydi. Arkasındaki ama’da bir yaşam biçimi gizliydi. Tek bir ama’ya bir erkeğin bir kadına bakış açısı, hayatı yaşayış tercihi, kimliği, kişiliği sinmişti. Elbette açıklayabilirdi hepsi. Ama kadının o ama’dan sonrasını dinlediği pek görülmemişti. O yüzden genellikle kadın koşarak uzaklaşırken söylenirdi.

Korkak, hepsi korkak bu pezevenklerin. Kadınlardan teki dönüp de, “Açıkla ulan!” dese, altını ıslatmayacak erkek azdır bence.

Evet, senin en yakın kız arkadaşını öptüm. Seninle ilişkimiz monotonlaşmaya başlamıştı. Arkadaşın kaltağın tekiydi ve dünden hazırdı, benim için de taze bir soluktu. Heyecanı onda buldum ama seni gözden çıkarmayı da götüm yemedi. Yedirebilirsem diye arada onu da götürdüm işte.

Evet, seninleyken aynı anda iki kızla daha görüşüyorum. Senin göğüslerine tapıyorum; ama Leyla’nın o bacakları beni benden alıyor, Ayşen de manyak gibi öpüşüyor.

Senden cinsel olarak hiç etkilenmiyorum; ama ne yapayım ki babanın parası var. Güzel bir denge kurup hepsine birden sahip olacaktım.

Sarhoştum. Bilinçaltım dışarı fırladı ve aslında Nurhayat’ın içine girmenin en büyük saplantım olduğunu anladım. Sarhoş olmadığım bir gün yine de girecektim. İstiyorum çünkü. Çoluk çocuk düzenimiz bozulmadan idare ederim sandım.

Öf içim bayıldı. Çirkinliklere çok fazla tahammül gösteremiyorum, o yüzden çeşitlemeleri burada bırakalım. Bu işler böyle olmaz. Açıklamalar baştan yapılıp karşındaki insana tercih hakkı tanıman gerekir. Adam olmak bunu gerektirir. Diyorum ya, ortalık orta boy salatalık dolu diye…

Erhan mı? Onun ama’sı mı?

Evliyim. Ama artık birlikte değiliz. Boşanmadık sadece. Ve ben sana bunu söylemeye gerek duymadım. Senin bütün hayatını sorguladım, kişiliğini sorguladım, yargıladım ama sana kendimle ilgili bir bilgi vermeye gerek duymadım.

Lanet olsun. O gitmeden çıkmamalıydı bu yüzeye. Canım acıyor çünkü ve ben onun bunu görmesini istemiyorum.

Erhan’a olan tek inancımın kaynağını hatırlıyor musunuz? Ondan neden vazgeçemediğimi… Erhan dürüsttü. Kendisine dürüsttü. Doğrusunu yanlışını itiraf etmekten, kabullenmekten yüksünmüyordu. Ve dürüstlük, benim bu hayatta değer verdiğim tek şeydir.

Saptamam doğruymuş aslında. Erhan dürüst gerçekten de. Ama sadece kendisine, bana değil. İşte bu, benim Erhan’ın gözündeki değerimi bana göstermişti. Önemli değildim. Değerli değildim. Kaybedilmemek için çaba harcanacak biri olarak görülmüyordum. Ben kolay lokmaydım. Ben kadındım.

Hayır. Ben insanım. Erkeklere ne öğretilirse öğretilsin, hepsinin kendi akılları ve düşünme potansiyelleri var. Kullansın pezevenkler! Kullanmaya alışsınlar. Kadına bir insan olarak değer vermeyi öğrensinler. Bizleri hayatlarının bir bölümüne yamamasınlar. Kendilerini bizimle paylaşsınlar.

Bundan azını kabul etmiyorum. Erhan’ı da kabul etmiyorum.

“Açıklaman umurumda değil Erhan. Evli olman da umurumda değil. Dürüst olman önemliydi. Eşitim olman… Bundan azı beni kesmez, üzgünüm. Ben senin sahip olamayacağın kadar değerli bir insanım. Hayatın kendisiyim. Yaşamın özüyüm. Ben saf, tertemiz insanım. Ne seninle, ne senin gibilerle kirlenmeyeceğim. Bu yüzden git Erhan. Git.”

Hiçbir şey söylemedi. Öylece baktı bana. Kaybeden bir insanın bakışıyla baktı.

Hayatım benden uzaklaşırken, ne kadar sakindim. Her yenilgi içinde bir sakinlik barındırıyor sanki. Ben de yenilmiştim. Aşk birçok kere yaşanabilecek bir duygu değil kimileri için. Ben de onlardan biriyim. Erhan benim hayatımın tek aşkı olmuştu ve benim beklentilerim onun bana verebileceklerinin çok üzerinde kalmıştı. Bu yenilgiydi.

Ama ben Melis olmayı, kazanmaya tercih ediyorum. Varsın aşksız kalayım. Varsın yalnız öleyim. Ölürken, kendimi kimseye ezdirmedim, demenin gururu bana yeter.

(*) Dokuz Buçuk Hafta: 1986 yılında çevrilmiş, ABD yapımı erotik film. Aklımda tek kalan, Kim Bassinger ile Mickey Rourke’un mutfakta buzdolabındaki her türlü malzeme eşliğinde sevişmeleri oldu. Öyle yapış yapış sevişmenin erotik boyutunu ise hiç çözemedim. Ne zaman aklıma düşse, içimde köpük banyosuna girme arzusundan başka bir dürtü uyanmadı.