Seksi Numara Bölüm 29

Seksi Numara Bölüm 29

Kapı Önü

“Neden telefon?” diye sorduğunda hala kapının önünde, yerdeydik. Erhan’ın kucağında, kollarının arasındaydım. Dünya üzerinde olmak istediğim tek yerdeydim. Beni üzebilecek, mutluluktan delirtebilecek tek yerde… Cinsellikten çok, ihtiyaç vardı dokunuşlarımızda.

“Kapatma tuşu var.” dedim, güldü.    

“Beni kapatamadın ama.”

Biraz uzaklaşıp baktım gözlerine. Cevabı önemli bir sorum vardı. “Neden aradın o numarayı?”

Buğulandı gözleri, andan uzaklaşıp geçmişe gitti. “Yolda arabanın camına bir kâğıt yapıştı. Silecekleri çalıştırdım, gitmedi. Tam gözümün önündeydi, okudum. Yol boyu okudum. Çok yalındı. Sesinle dokun satırı beynime kazındı. Abazaları söğüşlemekten çok, gerçek bir dokunulma isteği vardı sanki.”

Adama bak. Benim adamım, el yazımdan mı vurulmuş yoksa bana?

“Eve geldim, soyunup dökündüm, aradım. Kâğıt hala camda ama numara aklımdaydı.” Vay anasını.

“Sesini duyup kapatacaktım aslında. O satırların nasıl bir insana ait olabileceğini duymak istemiştim.” Hm.

“Niyetim yoktu, hevesim yoktu ama bir anda ortalık seks ve Melis doldu. Daha ilk anda kendimi seninle sevişirken buldum.”

Gözlerine yerleşen ateş, aylar önceki o telefon konuşmasının eksik parçalarını tamamlıyor gibiydi. Onun sesinde o gün hissettiğim her şeyi şu anda gözlerinde görüyordum. Bakışlarımı onun gözbebeklerinden alamıyordum. Simsiyahtı. Alev alevdi. Benimle o anı yeniden yaşıyordu.

Beni çevirip yere yatırdı, üzerime yerleşti. Bedeni değmiyordu ama üzerimdeydi. Tıpkı resimden çıktığı o son seferki gibi. Dokunmuyordu ama benim sınırlarım belirlenmişti. Kollarımı kaldıramazdım mesela. Bacaklarımı ayıramazdım. Dışarıdan beni çevrelemişti. Hareket alanı tanımamıştı bana. Kalkamazdım. Üzerimde o vardı. Öylece, bana belirlediği o küçücük alanda kalmak zorundaydım. Başımı çeviremezdim. Gözleri esir almıştı gözlerimi. Kırpmaya bile gücüm yoktu. Bir anda çevremizi sarmalayan şiddetli bir arzu bulutunda kaybolmuş gibiydim. Ya da ben onun arzusuyla sarmalanmıştım. Bilmiyorum.

Öyle garip bir duygu ki bu, isteği duyan oydu, ben onun o isteğiyle yanıp kavruluyordum. Ben kendi irademle hiçbir şey yapamıyordum. Yine ona hapsolmuştum, o beni yakıp kül etmeden özgür kalamayacaktım. Belki sonrasında da kalamayacaktım. Bedenim üzerindeki tüm tasarrufum Erhan’ı tanıdığım andan itibaren ona devredilmiş gibiydi.

Nefesi sıcaktı. Sanki içindeki tutkuyu soluyordu. Giderek ısınıyor, kızıyordu. Kavrulacaktım. Korktum. Ondan korkmak, bacaklarımın arasını arzuyla doldurdu. Ne garip… Korku ve seks… Şiddet ve seks… Nefret ve seks… Zorlama, baskılama, acıtma, yağmalama ve seks… Beraberinde zevki de getiriyordu.

Özgürlüğü kaybetmenin zevki olur mu? Oluyordu işte. Onun altında, onun kontrolünde, onun zevkinde özgür olamamak bana da inanılmaz zevk veriyordu. Çünkü o zevki çığırından çıkaran benim varlığımdı. Onu bu hale ben getiriyordum. Beni, özgürlüğüme el koyacak kadar istemesi; bana kendimi, kadınlığımı ve gücümü hissettiriyordu.

Bu muydu acaba bütün o zorakilerin, istemedenlerin, gönülsüzlerin, kaçırılmaların, alıkonulmaların, berdellerin, törelerin, mafyaların, psikopatların yazılma nedeni? Bu zevki mi arıyorduk biz?

Biraz önce ilk orgazmını yaşayan bedenim, şu an daha hiç dokunulmadan aldığı zevkin ondan daha öte olduğunun farkındaydı. O bedensel bir zevkti, bu ise ruhumu orgazma götürüyordu. Fazlaydı, çok fazlaydı. Erhan’ın tamamen benimle dolduğunu, içinde yükselen enerjiyi benim bedenimde patlatmadan durdurulamayacağını görebiliyordum.

“Sadece sesin bile yaşadığım bütün deneyimlerden daha fazla seks vaat ediyordu. Vaat de değil, açıkça sunuyordu. Her kelimenle yandım. Böylesine bir arzuyu hiçbir kadın bana duymamıştı ve ben daha seni görmemiştim bile.”

Uzanıp dudaklarımı yaladı. “Tadını bilmiyordum ama dilimdeydin.” Alt dudağımı kendi dudaklarının arasına sıkıştırıp emdi. Acısından arada ısırdığını anladım. Bacaklarım, bedenim, soğuk parkenin üzerinde eriyip yok olacaktı sanki. Göğüslerim acıyordu. Dokunulmadığı için acıyordu. Erhan’ın ellerinden, ağzından, dilinden mahrum kaldığı için… Ağzıma, dilime, dudaklarıma yayılan ateş ondan bana akıyordu. Islaktık. Birbirimizi dilimizle ıslatıyorduk. Bacaklarımın arası ise sadece bu dokunuşlarla zevki dışarı akıtıyordu. Sırılsıklamdım. Biraz önceki kupkuru orgazmıma göre, sırılsıklam bir cennetteydim şu an.

“Sadece sesinle bütün kontrolümü elimden aldın. Sen oldum. Zevk oldum. Doldum, taştım. Hayatımın en hızlı ereksiyonunu ve en hızlı boşalmasını yaşadım. Ergenliğinde bile kendisini tutabilmekle övünen Erhan Keskinoğlu’nu birkaç dakikada paçavraya çevirdin sen.”

Tekrar öptü beni. Onun dudakları benimmiş, benimkiler de onunmuş sandım. O kadar karıştılar birbirlerine. Onlardan yayılan enerjiyle bedenlerimizdeki bütün hücreler birleşip ayrılıyordu sanki.  Ağzım onsuz kaldığında canım acıdı.

“Sana dokunmuyordum ama bedenim tamamen telefonda duyduğum o sesle, nefesle doluydu. Bütün dokunuşlardan fazlaydın sen. Bütün hücrelerim istila edilmişti, engel olamıyordum.”

Bakışlarını göğüslerime indirdiğinde titrememin artık gözle görünür hale geldiğini görebiliyordum. Dokunmadan, bir dokunuşun yaratacağı etkinin kat kat fazlasını uyandırıyordu bedenimde. Dudakları çeneme dokundu önce. Bir dondurmayı yalar gibi dudaklarıyla ve diliyle tattı beni. Çenemin emilmesi bana biraz önceki orgazmın ne kadar acınası bir duygu olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bütün kontrolümü Erhan’a teslim etmiştim. Orgazm olurken vermediğim Melis’i şu an çenemi emerek alıyordu.

“Sana ağzımla ya da dilimle dokunmamıştım ama tadını günlerce ağzımda hissettim, biliyor musun?”

Omzumu yalayıp emdi bir süre. Boynumu… Yeniden çenemi… “Teninin tadını bilmiyordum.”

Göğüs ucuma kapattı dudaklarını, bir çığlık duydum. Benmişim. Dilini erişebildiği her noktaya vurup gezdiriyordu. Ölüyordum. Yanıyordum. Başıma ne geldiğini anlayamıyordum. Bana ne yapılmakta olduğunu algılayamıyordum. Kim olduğumu unutacaktım. Dünya üzerinden silinip kaybolacaktım. Dili beni silip süpürecekti. Onun ağzında eriyip yok olacaktım. Ucunu emmeye başladığında, sütümün gelip onun ağzına akmasını deliler gibi istedim. Beni içsin, benimle beslensin ve doysun istedim. Bıraktığında çığlık atabilirdim. Öbürünü ağzına aldığında yine çığlık atabilirdim. Belki zaten atıyordum. Artık hiçbir şey bilmiyordum. Savrulup giden bir yaprak gibi hırpalanarak ufalanıyordum.

“Göğüslerinin bu kadar güzel olduğunu da bilmiyordum ama günlerce avuçlarımı onlar doldurdu. Senin arkandayken onları tutuşumu öyle kazıdın ki beynime, ellerimi sana dokunmazsam bir daha kullanamayacakmışım gibi hissettim.”

Göbeğime inen dudakları, bana ölümün çok yakınımda olduğunu gösterdi. Birazdan hayata veda edecektim. Erhan’ın dudaklarında son nefesimi verecek, yenisini alamayacaktım. Almak istemeyecektim. Erhan’ın dudaklarında solup gideyim isteyecektim.

Dokundu. Göbeğime. Biraz daha aşağı kaydı. Çenesini bacaklarımın arasına yaklaştırdıkça bastırdı. Gelişini hissettirdi bana. O gelmeden hazırladı beni gelişine. Dondum. Durdum. Zaman da durdu. Hepimiz bekledik. Nefesim, kalp atışım, kanım, klitorisim… Erhan’ı bekledik. Dokunuşunu hissettiğimiz an hepimiz coşkuyla çağlayarak yeniden yaşama katıldık. Dilini, dudaklarını, ağzını ve ıslak dokunuşlarını, çocukluğumuzdan bu yana öğrendiğimiz her şeyden daha büyük bir dikkatle izleyip tanımaya, anlamaya, hissetmeye çalıştık. Hiç unutmayalım, aklımızdan bir an olsun çıkmasın istedik. Yaşam bu olsun istedik. Ölüm bu olsun.

Ve ben, Erhan’ın ağzında, orgazmın ne demek olduğunu ilk kez anladım.

Seyretti beni. Gözlerim açık değildi ama seyrettiğini biliyordum. Onun orgazmıydım ben o an. Erkek olmanın, bir kadına doyumu sunmanın bütün gururuyla en büyük orgazmını yaşıyordu.

Bir erkeğin en saf zenginliği bence bu. Elmas almış, pırlanta almış, yat, kat, villa, araba almış, ne ki? Onların hepsi yalancı zevkler. Gerçek zenginlik şu an Erhan’ın bana yaşattığı. Ve benim için dünya üzerindeki tek varlıklı erkek Erhan.

“Orgazmının sesini telefonda nefesinden duymuştum ama şu an gördüğüm şey, alınabilecek en büyük zevkin ötesinde. Bu kadar güzel zevk alan bir kadın tanımadım hiç. Meğer ne çok eksikmişim.”

Ben bulanık, şaşkın ve kaybolmuş, hatta muhtaç bakıyordum ona, o ise gururla. Sadece o bakışı bile beni uyarmaya yeter biliyor musunuz? İsterse kaslarım orgazm spazmlarıyla felç geçirsin, yeniden uyanıp hayat bulur o bakışla.

Bacaklarımı diziyle birbirinden ayırışındaki hoyratlık, saatlerce okşanmanın vereceğinden daha büyük bir uyarıya neden oldu bacaklarımın arasında. Beni istiyordu ve beni almaya geliyordu artık. Benimle oynaması bitmişti, biraz da kendisine oynayacaktı, görebiliyordum.

“İçine boşalana kadar asla senden kurtulamayacağımı biliyordum o telefon kapandığında. Sen gitmiştin, sesin gitmemişti. Gece uyudum ama kulağımdaki nefesin uyumadı.”

Sırılsıklam girişime eliyle tutup sürttü ipek gibi tenini. Ne çelişki. Demir sertliğinde ipeksi bir dokunuş… Her kapım açıktı ona. Her kilidim kırılmış, anahtarsız teslim olmuştu. Onda olan eksik parçamla tamamlayacaktı şimdi beni. Bende olan eksik parçasına bütünlenecekti. Gözleri gözlerimde, tamamlandık.

Bu bir sevişme değildi. Bu sonu orgazmla bitecek bir eylem değildi. Bu özlenen bir kavuşmanın doyumuydu. O içimde beni durmaksızın kendisine katarken ben orgazmın değil, bana ait bir erkeğe ait bir kadın olmanın doyumunu yaşadım. Bence yaşanmaya değer tek orgazm buydu.