Seksi Numara Bölüm 20

Seksi Numara Bölüm 20

Saf Zevk

Yıldırım geldiğinde eve iyiden iyiye alışmış, hatta sevmiştim bile. Perdelerimi açmış, bahçeden gelen ışığın verdiği loş huzuru bozmamak adına sadece küçük bir yer lambası yakmıştım.

Bahçeye giren arabanın sesini duyar duymaz kapıyı açıp dışarı çıktım. Arkadaşımı özlemiştim, bunu onu gördüğümde anladım. Gergin bedeni arabadan dışarı fırlayıp beni bahçenin ortasında bir yuva gibi kucakladı.

“Sersem şey, meraktan deli oldum!” diyerek beni kendine sıkı sıkı bastırdı. “İyi misin? Başına bir şey gelmedi ya? Neredeydin? Neden haber vermedin?” Canım ya. Bu beni gerçekten merak etmiş!

“İyiyim, artık iyiyim. Özür dilerim.”

Bu sırada duyduğumuz bir araba sesiyle ikimiz de elimizde olmadan gerildik. Siyah, büyük bir şeydi. Bahçe demirlerinin dışında durup farlarını kapatmadan öylece durdu.

Yıldırım’ın “Eyvah!” dediğini duyduğumda, içindekinin kim olduğunu anlamam zor olmadı. Yıldırım’dan uzaklaştım, sırtımı dikleştirdim, arkadaşımın elini tuttum ve meydan okuyarak arabaya gözlerimi diktim. Açılan kapıdan inen kocaman siyah siluetin içinde sadece alev almış gözleri gördüm. Bedenim elinde olmadan o adama ait olmak istediğini hatırlasa da, gözlerimden akıp ona ulaşan, acımasız ruhumdu.

Öylece baktım. Soğuk, uzak, umursamaz. Bir zamanlar, onun benim yerimi kendi hayatında belirleyişi gibi, ben de onun sınırlarını bahçenin, demirlerin dışına çizdim. Dört aydır her yerde beni arayan adam, bana doğru bir adım bile atamadı. Arkamı dönüp Yıldırım’ı eve doğru yönlendirdim ve birbirine ait iki insan olarak bizi, dışarıdaki yabancıdan uzaklaştıracak duvarların içine girip kapıyı kapattık. Bedenimin arzuları dışarıda kaldı.

Yıldırım şaşkınlıkla bir süre dışarıdaki arabanın kapanan kapısını ve lastiklerinin taşlar üzerinde çıkardığı sesleri dinledi. Ancak ondan sonra bedeni gevşeyip rahatladı.

“Nasıl bir güce sahipsin bu adamın üzerinde?”

Güldüm. Ben güce falan sahip değildim. Olsaydım, şu an ve her an yanımda ondan başkası olmazdı. Onun üzerinde hâkimiyet kurmuş olan, toplumsal baskılar ve öğretilerdi.

“Boş ver onu. Gel de yeni evimi gör.”

Evi Yıldırım ile birlikte bir kez daha keşfettim. Üç kata yayılan her odayı tek tek gezip işi fantezi boyutuna taşıdık. Hangi odada kim kalacak, hangi spor aleti nereye yerleşecek, sinema salonu hangi kata kurulacak… Sonrasında elimize biralarımızı alıp salondaki koltuğa yerleştik.

“Işığın kaybolmuş.” Bel altı falan değildi bu darbe. Doğrudan burnuma bir sol kroşe yemiştim.

“Belki de fazla parlamışımdır. Bir süre böyle kalayım.” Sıfırın altı. Hala oradaydım. Parıldamak umurumda değildi. Hayatımda sorun istemiyordum, tek isteğim buydu.

“Neden gittin?”

“Kaybetmek ağır geldi. Daha önce bu durumdayken kolay yolu seçip Mert ile evlenmiştim. Bu sefer korkmadan yüzleşmek istedim. Tek başıma olmazsam, yine size kaçmaktan korktum, gittim.”

Ben çok şey söylememiştim ama Yıldırım her şeyi anlamıştı. O beni böyle dinlerdi. O beni böyle hissederdi. O cümlede söyleneceklerin hepsinin söylenip bittiğini de anlamıştı.

“Sen gittin ve bu adam bir anda benim kâbusum oldu. Yerini gerçekten bilmediğimi anladığında onun yanına transfer edildim. Ne iş yaptığımı bile bilmiyordum. Gece gündüz bir an yanımdan ayrılmadı. Eskiden şirkete uğramayan adam, neredeyse bütün bir kata yerleşti. Dört aydır bir kez bile şehir dışına çıkmadı. Gittiği her yere beni de yanında bir çanta gibi taşıdı ve bu yerler hep seninle ilgili yerlerdi. Hayatın mercek altına alındı Melis. Kimsin, nesin, her sayfan okundu. Tanıştığın her insanı bulup seninle ilgili bildiklerini kendi dağarcığına aktardı. Adam psikopat mı âşık mı, inan anlayamadım.”

Psikopat olma ihtimali daha fazlaydı.

“Mert de neredeyse senin eski kocan olmanın bedelini ödemek üzere. Bir baktık, Ahmet Karadağ’ın kankası olmuş Erhan. Birlikte iş yapmalar, yemek yemeler, bu yemeklere Mert’i getirtmeler… Babasına karşı çıkamadığı için Mert de kuzu gibi gitti hepsine tabii. Seninle ilgili ne var ne yoksa öğrenmiş Ahmet Bey’den. Bir ara Mert’i de sıkıştırmış sanırım. Sonra yerini bilmediğine ikna olup bırakmış yakasını. Ama bunun için, Mert’in ikinizin yeniden evlenmeye niyetiniz olmadığına onu ikna etmesi gerekmiş.”

Kâbusa bakar mısınız? Benim insanlarıma bunu yapmaya ne hakkı var bu adamın? Bir iki kez takılıp sonra kendi yolumuza gidecektiysek, benim üzerimde ne hakkı var?

“Porlas da nasibini aldı bundan.” Yıldırım’ın gözleri kocaman olmuştu. Dehşeti hala içinde hissediyor gibiydi. “Rezaletti Melis. O kız senin kızın yaşında lan! naralarıyla saldırdı Haluk Bey’in üzerine. Akşamına Ceyda Hanım boşanma davası açmış, adamı da şirketten ve evden uzaklaştırmış.”

Ne kadar anlamsızdı. Bana bir kez sormadığı hayatımın taşlarını kendince yerlerine oturtuyor gibiydi.

“Ceyda Hanım eski işime dönmemi istiyor.”

Duyduğunu sevmişti Yıldırım. Hararetle, bunun çok iyi bir karar olacağına beni ikna etmeye çalıştı bir süre. Ama ben kararımı ertesi gün onunla konuştuğumda verecektim.

“Eray Çınar hakkında ne biliyorsun?”

Gözlerindeki bakış bile Yıldırım’ın o adama saygı duyduğunu anlamama yetti. “Çok muhteşem bir iş adamıdır. İnanılmaz akıllı hamleleri olmuştu. Hak edene acımasız, ama normalde adaletli olduğu söylenir. Bir ara bir kızla adı anılmış, kim olduğunu bilmiyorum. Sonra kız biriyle evlenmiş, Eray Çınar da yurt dışına gidip orada çalışmaya başlamış.”

“Porlas’ın yeni CEO’su o olacak.”

Etkilenen arkadaşım gözleri büyüyerek bana baktı. “Onun asistanı mı olacaksın? Kızım sen ne şanslı bir hatun olduğunun farkında mısın acaba?”

Bilmem. Ulaşmayı aklına getirmediğin hedefler kucağına verildiğinde heyecan uyandırmıyordu. İçimdeki kayıtsızlığı çok da sempatiyle karşılamıyordum açıkçası. Sıfır noktasında, sevinmek yok diye bir kural olmadığını umdum.

“Yarın görüşeceğim Ceyda Hanım ile.”

Kal, desem de kalmadı o gece Yıldırım, evine döndü. Yalnız kalıp yatağıma uzandığımda, karanlıkta alev alev yanan o kara gözlere karşı ne kadar hazırlıksız olduğumu bir kez daha anladım. Erhan benim zayıf noktamdı. Onun yaptığı ya da yapmadığı her şey benim hayatımı bir şekilde etkiliyordu.

Gece sabaha kadar rüyamdaydı. Arabasından inip yanıma gelmişti. Hiç konuşmadan bana bakıyordu ve ben kendimi felç olmuş kadar aciz hissediyordum. Gözlerinde sadece ateş vardı. Ellerinde alev topları… Dudakları volkanlardan daha hiddetliydi. Üzerimdeki örtüyü yere fırlatıp bedenimi yattığım yerde öylece seyretti.

Onun gözbebeklerine nefesimin hızlanışı yansıdı önce. Ciğerime çektiğim hava yetmedi. O baktıkça bedenimin görünmez ellerle yağmalanışını hissettim. Ben bir amaçtım onun için, üzerimdeki her giysi bir engeldi. Geceliğimi ve külotumu elleriyle paramparça edişini titreyerek izledim. Sanki beni gözlerinden saklayan giysilere ne kadar zarar verirse, aldığı zevk o kadar katlanacaktı.

Hayvandı. Kibar olmak ruhunda yoktu. Ben onu böyle istiyordum. Saf hayvan. Saf zevk. Aklındaki tek düşünce, benim içime girip boşalmak olan bir hayvan. Önüne çıkacak her engeli acımasızca ortadan kaldıracak, bunu yaparken dikkatini bir an olsun benden ayırmayacak bir hayvan.

Benim bedenime gizlenen o zevki, başka bir yerde bulamayacak olmanın paniğiyle saldıracaktı bana. Elleriyle değil, ruhuyla saldıracaktı. Beni hapsedecekti gözlerine. Onlardan başka bir yere kaçamayacaktım. Kollarının arası hapishanem olacaktı. Bana dokunmasa da sıyrılıp uzaklaşamayacaktım onun bedeninden. Hareket edemeyecektim. Nefesi zincirleyecekti beni kendine. Bedenimde uyandırdığı her zevk damlası zaferinin nişanı olacaktı. Kendisine muhtaç bırakacaktı beni. İhtiyacımla doyacaktı. Yalvarışlarımla beslenecekti. Acı çığlığı değildi istediği, zevk çığlığıydı. Fiziksel değil, duygusal çaresizliğimdi peşine düştüğü. Ben ne kadar ona ihtiyaç duyarsam, onun zevki de o kadar katlanacaktı.

Sabaha kadar, bana dokunmayan o hayvanın saf cinsel arzusuyla defalarca orgazm oldum. Sadece gözlerdi. Bahçede on saniye bile sürmeyen bir göz temasıyla bütün bedenimi kendisiyle doldurmuştu. Bana dokunmasa da, yalayıp öpmese de, sıkıştırıp morartmasa da gözleriyle hırpalamıştı beni. Sadece onun isteğine teslim olarak boşalmıştım. Sonrasında bırakmamıştı ama beni, “Ben doymadım.” demiş, kendisinden uzak durmamı engellemişti. Yine hiç dokunmadan arzusuyla kavurmuştu beni. “Daha başlamadım bile.” Bense bitmiştim. Bedenim teslim olmuş ama bu ona yetmemişti. Gözlerini çekmedi gözlerimden. İsteğinin derinlerinde boğuluşumu zevkle seyretti. Üzerimdeki gücünü zafer çığlıklarıyla kutsadı. Her orgazmımda daha da azgınlaştı, beni yaktı, yıktı, yok etti.

Sabah yataktan kalkan Melis, Erhan’dan başka hiçbir erkeğin ona sahip olma gücünde olmadığını iliklerine kadar biliyordu.