Seçilmemiş Bölüm 5

Seçilmemiş Bölüm 5

Elif’in evi zemin katta stüdyo tipi bir daireydi. Daireye bir duvarı boydan boya gizli dolap olan küçük bir koridordan giriliyordu.

Salon açık mutfakla birleştirilmiş; yatak odası ile banyo yan yana yerleştirilmiş, hem salondan hem de odadan banyoya birer kapı açılmıştı.

Evin her yanına krem rengi halı döşenmişti. Salonun sokağa bakan duvarı boydan boya filmle kaplı katlanabilir çift camdı. Ağaçlık bir alanı gören camlar, evin orman içine yerleşmiş gibi görünmesine neden oluyordu.

Önünde sadece siteye gelenlerin kullandığı araç trafiği olmayan bir yol olduğundan, perdelerini her zaman açık tutabiliyor, bu yüzden evin küçüklüğü onun için bir dezavantaj olmuyordu. Yazın katlanır camları kenara çekerek evin önündeki çim alanı da bahçe olarak rahatlıkla kullanabiliyordu.

Evini çok seviyordu Elif. Ailesini kaybettikten sonra birlikte oturdukları o kocaman evde tek başına olmaya dayanamamış, onu satarak kendisine bu küçük evi almıştı.

İçini sadece gerek duyacağı rahat eşyalarla döşemişti. Salona, bir gün birileri tarafından kullanılması umuduyla gerektiğinde iki kişilik geniş bir yatak olabilen üçlü kanepeden başka sadece dar uzun bir sehpa ve yer minderleri koyarak küçük mekânını ferah tutmuştu. Televizyonunu da orta boy seçerek bütün önemi müzik setine vermişti.

Akşamları yer aydınlatmasını yakar, müzik eşliğinde kitabını okurken, hayatının sonuna kadar böyle tek başına oturmayacağını umardı. Bazen de aklına gelen fikirleri kâğıda döker, ertesi gün de bunları muhteşem reklam kampanyalarına dönüştürürdü.

Bardan çıkıp eve geldiğinde hemen üzerine eşofmanlarını geçirmiş, sadece gerektiği için bir iki lokma yemek atıştırmış ve dışarıyı seyretmeye başlamıştı. Her zamanki kendinden emin ifadesi, yerini akıl karışıklığına bırakmıştı. Gözlerinin önünden bir an olsun ayrılmayan ela gözleri düşünmemeye çalışıyor, ama kalbindeki sıkışmanın önüne geçemiyordu.

Sadece birkaç dakikalık bir zaman süresi içerisinde tüm dengesi sarsılmıştı. Sinan’la yaşadığı o sessiz savaşa bir anlam vermeye çalışıyordu. Zeynep’in gelişinden itibaren olanları tekrar tekrar gözden geçiriyor ama adamın kendisine duyduğu o öfkeye neyin sebep olmuş olabileceğini bulamıyordu.

Yanlarında durduğu süre içerisinde tek bir kelime bile etmiş miydi? Sanki selam dahi vermemişti. Sadece kendisiyle değil, Ceren’le de konuşmamıştı. Belki bir baş selamı vermiş olabilirdi çünkü adamın sesini duyduğunu hiç hatırlamıyordu. O halde neden kendisine böyle davranmıştı?

Dengesiz bir kişiliği olabilirdi. Hoş, Zeynep saçma sapan birisiyle evliliği düşünmeyeceğine göre bu ihtimali eleyebilirdi. Adamın herhangi bir psikolojik sorunu olsa Zeynep bunu sezemeyecek kadar aptal bir kadın değildi. Sinan’a çok saygı duyduğu da konuşmalarından anlaşılıyordu.

Belki de çok iyi bir oyuncuydu ki Zeynep’e Elif’e açık ettiği yönünü belli etmiyor olabilirdi. Elif’e açık ettiği yönü? Neydi Tanrı aşkına bu? Elif bunun adını bile koyamamıştı ki!

İlk defa bir insanla ilgili yargısında bu kadar zorlanıyordu. Oysa biriyle tanıştığı ilk anda, sadece gözlerine bakarak onunla ilgili kararını vermiş olurdu. İlk izleniminin en doğrusu olduğunu düşünür, tanıştıktan sonra yargısı ne yönde değişirse değişsin, ilk düşüncesini her zaman aklında bulundururdu.

Sinan’ı ilk gördüğü an ne hissetmişti? Korku. Oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanarak keşfettiği şeyi hazmetmeye çalıştı. O adam kendisini korkutmuştu. Kendisine zarar vereceğine dair bir korku değildi bu. Sadece bakışlarıyla, insanlarla arasına koyduğu sınırı zorlamıştı ve onu durduramayacağının korkusuydu.

İçi üşüyerek sert bir şey içmesi gerektiğini düşündü. Ama Zeynep geldiğinde aklının bulanmamış olmasını istiyordu.

Zeynep ve Sinan’ı bir arada düşünerek nasıl bir ilişkileri olabileceğini tahmin etmeye çalıştı. Fiziksel olarak mükemmel bir çift olmuşlardı. İkisi birbirine yakışıyor, birbirlerini tamamlıyorlardı. İkisi de güzelliğin bedene bürünmüş haliydi. Ama Zeynep’in bedeni kadar ruhu da çok güzeldi. Yumuşak huylu, uzlaşmacı, çatışmadan uzak duran bir yapısı vardı.

Sinan ise mücadeleci bir yapıya sahip gibi görünüyordu. Hiçbir kavgadan kaçınmayacağı, istediğine ulaşmak için önünde hiçbir engelin bulunmasına izin vermeyeceği belliydi. O engel Zeynep olursa onu da yıkıp geçer miydi?

İçi huzursuzlukla dolarak ikisinin birbirlerine uygun olmadığını düşündü. Zeynep Sinan karşısında kendisini savunamaz, ezilirdi. Onu onore edecek bir erkeğe ihtiyacı vardı. Kendisine pamuklar içinde yaşayan bir prensesmiş gibi davranacak, sakin ve yapıcı yaklaşımlarına saygı gösterecek birisiyle mutlu olabilirdi. Oysa Sinan sertti. Yakıp yıkardı. Gri yoktu onun için, ya siyah ya beyazdı. Zeynep’in içindeki bütün o canlı renkleri yok ederdi.

Hüzünle arkadaşı için üzülürken kapı çaldı ve Zeynep tüm parıltısıyla içeri girerek evdeki havayı ısıtıverdi. Çok fazla zamanları olmadığından, ikisi de büyük bir hevesle düzeltmelere giriştiler.

Yaptıkları işi seviyorlardı. Hele ki müşterinin beğenisini almış olmak hem Elif’e hem de Zeynep’e büyük motivasyon kazandırmıştı. Elif’in metinlerde yaptığı değişikliği Zeynep hızlıca foamboard üzerine uyguladı. İşin son haline bakarak “Budur işte!” çığlıkları arasında kendilerini koltuğa bıraktılar. Kahvenin içerisine damlattıkları birkaç damla brendi şu anda onlar için en büyük ödüldü.

Zeynep, Sinan’a attığı mesaja gelen yanıtı okuduktan sonra, “Yarım saate ancak gelirmiş, Doğan’la takılıyorlarmış,” diye kalan zamanlarını belirledi. Elif’in en korktuğu da buydu. Zeynep kendisinin Sinan’la ilgili düşüncelerini soracak diye aklı çıkıyordu.

“Doğan kim?” diye sorarak konunun Sinan’a gelmemesine çalıştı.

Doğan Sedefoğlu’nu anlatırken Zeynep şarkı söyleyen bir bülbül gibiydi. Onu sevdiği çok açıktı. Adamı sarılıp kucağında dolaştırabileceği bir oyuncak ayıya benzettiğinde, Elif’in gözlerinde beliren görüntü dakikalarca gülmesine neden oldu.

İkisinin üniversiteden birkaç yıl sonra BroD adlı yazılım şirketini kurduklarını öğrenmek Elif’i çok şaşırtmıştı. Ajansta patronları Servet Bey bir süredir o şirketle çalışmanın yollarını arıyordu. Zeynep’in nişanlısının BroD ortağı olduğunu bilmediği belliydi.

Şirket son üç senede çok başarılı olmuş; programlarının ülkedeki bütün bankalarda kullanılması, BroD Ltd.’i çok hızlı büyüyen ve sermayesi hızla artan şirketler arasında en üst sıraya taşımıştı.

Zeynep, gözlerinde büyük bir umutla “Nasıl buldun Sinan’ı?” diye sorduğunda Elif bakışlarını sıkıntıyla yerdeki halıya dikti. Genç kızın Sinan’la ilgili bir onay beklediği çok açıktı.

Elif yalan söylemeyi bir türlü beceremezdi, hemen anlaşılırdı yüzünden. Ama doğruyu da söyleyemezdi. Ne diyeceğini bilemeden öylece kalakaldı.

Onun hemen cevap vermemesi ve gözlerine bakmaması üzerine Zeynep’in yüzü düştü, söylenmemiş kelimeyi odaya sessizce bırakıverdi.

“Sevmedin.”

Elif’in duygularını belli etmeyen yüzüyle elinde çevirip durduğu bardak, konuşmayı hiç istemediğinin kanıtıydı. “Yok, sevmedim değil de, hakkında bir şey bilmiyorum,” diye geveledi.

“Sen birisi hakkında düşünceni söylemek için hakkında bir şey bilmeye hiç gerek duymazsın Elif.” O haylaz çocuksuluğun, yerini bu kadar hızla kaygılı bir kadına bırakmış olması, Elif’i şaşırtmıştı. Şu an yaşından çok daha olgun bakan gözleri, Pollyanna tarzının altında, aslında çok daha derin bir kişiliğin olduğunu kanıtlıyordu.

“Sanırım kendime itiraf etmeyi beceremediğim şeyleri söyleyeceksin sen de bana.”

“Senin de çekincelerin olduğunu bilmiyordum. Çok mutlu görünüyordun. Nedir seni huzursuz eden?”

Kahvesini yudumlayarak yere bakan genç kızın bir iç hesaplaşma yapmakta olduğu belliydi.

“Bazen, yanında ben olsam da olurmuş, olmasam da, gibi hissediyorum. Sanki benden başkası olsa da olurmuş gibi. Yani bu Sinan için fark etmiyormuş gibi.”

Sustuğunda Elif ses bile çıkarmadan devam etmesini bekledi.

“İçim rahat olarak Sinan bana ait, diyemiyorum. Bu hakka sahip değilmişim gibi.”

Dudakları titredi, başını kaldırıp Elif’in gözlerinin içine baktı.

“Beni eşiti gibi değil de bir çocuk gibi gördüğünü düşünüyorum. Belki de öyledir, ona göre yeterince olgun değilimdir. Ama öyle de olsa benimle ciddi hiçbir şeyini paylaşmadığını hissediyorum. Belki denese zamanla ben de olgunlaşabilirim ama bana bu şansı vermemesinden korkuyorum.”

“Seni korumak istiyor olabilir mi?”

“Eğer küçümseyerek yapılıyorsa ne anlamı var?”

Elif işte bunu çok iyi bilirdi. Yetersiz olduklarını bildiği noktalarda insanları başka konulara yönelterek geçiştirmek onun en çok uyguladığı taktiklerdendi. Sıkıntı çıkmasının önüne bu şekilde geçer ama içinden de onları küçümserdi.

“Sinan’ı seviyor musun Zeynep?”

Genç kız gözlerini kaçırarak bir süre sustu.

“Sevdiğimi düşünüyordum, belki de seviyorum. Bilmiyorum. Ama insan sevip sevmediğini bilmez mi? Ben bilmiyorum işte.”

Bir süre sustuysa da içinden taşan konuşma isteğine engel olamadı. Sanki Elif’in yanında her şey berraklaşmıştı. İçindeki bütün kaygılar kelimelere bürünüp ortaya dökülüyordu.

“Bazen ondan korkuyorum. Özellikle sinirli olduğu zamanlarda yanında olmaktan hiç hoşlanmıyorum. Nedenini asla bana söylemediği için kendimi bir yabancı gibi hissediyorum. Sevgide yabancılık olur mu?”

Parmağındaki yüzüğü döndürerek bir süre daha sessiz kalan Zeynep sanki hayatının en önemli sorusunu soracakmış gibi derin bir nefes aldıktan sonra Elif’e baktı.

“Yanlış bir şey mi yapıyorum ben Elif?”

Kendisine umutla bakan bal rengi gözlere, hemen bavulunu toplayıp şehirden ve hatta ülkeden arkasına bakmadan kaçmasını söylemeyi ne çok isterdi. Ama bunu söyleme hakkına sahip değildi. İnsanlarla ilgili yargıları sadece kendisinin onlara nasıl davranacağını belirlerdi. Bunların bir başkasının davranışına etki etmesi onları yönlendirmek olurdu ve Elif bunu sevdiği insanlara asla yapmazdı. Yanıtları Zeynep’in kendisi bulmalıydı. Küçük bir hilenin tam sırasıydı.

“Sinan hayatında olmasa, senden ne eksilir?”

Zeynep bir anda donmuş gibi Elif’e bakakaldı. Kafası karışmış, yeniden korkmuş bir çocuğa dönüşmüştü. Dudakları titriyordu. Bir süre yanıtı oraya gizlenmiş gibi gözlerini bardağındaki kahveye dikti. Elif Zeynep’in saçlarını sevgiyle okşadı ve onun suskunluğunu paylaştı.

“Sen çok özel bir kadınsın bebeğim. Senin bir armağan olduğunu bilecek bir insandan daha azıyla asla yetinme.”