Perşembe Bölüm 39
Kurtarılabilecek ilişkiler vardı. Kurtarılmaya değecek ilişkiler… Denesen de elinden bir şey gelmeyecekler… Denemeye bile değmeyecekler…
Kurtarmak… bozulmuş, kırılmış bir şeyi onarmaktı. Asla ilk pürüzsüzlüğe dönülemezdi… Sevgi yama tutmazdı. Hayır, sevgi sapasağlam olmak zorundaydı. Çetin badireler atlatacağı uzun yıllara dayanabilmek adına, güçlü temellere sahip olmalıydı. Yoksa ilk birkaç fırtınada elinde kalırdı.
Yiğit ve Selen… yanlış başlamışlardı. Yanlış nedenler, yanlış seçimler… Yiğit Selen’e haksızlık yapmıştı. Aynısını Selen’e Selen de yapmıştı. Bundan sonra ne olsa, adı kurtarmaktı.
On bir aydır içinde gizlenen umut bedenini yavaşça terk ederken canı yandı. Sergi salonunda sahip olduğu o sarsılmaz inanç artık onunla değildi. Ne umduğunu bilmiyordu ama Yiğit’in söyledikleri kendisini daha fazla kandırmasına izin vermemişti.
O Selen’i bilmiyordu, Selen onu bilmiyordu. Sevgi? Evet ama kim neyi seviyordu? Tahminler tahminler… İki insan heba olup gidiyordu.
Yiğit ile birlikte olmak… Evet, bunu yapabilirdi. Yiğit’in karısı olmak… Bunu da yapabilirdi… Ama hep eğreti kalacaktı. Sevildiğini, istendiğini bilse de artık bunu kaldıramazdı.
Geleceğine birikecek pişmanlık, karnına saplanıp içinde dönecek tırtıklı bir bıçak gibi birkaç santim ötesinde bekliyordu. Doğrunun ne olduğunu biliyordu. Kendisi için doğru ama. Yiğit’inki farklıydı elbette. Güzel olan, birbirine doğru olmaktı.
Şimdi artık Selen için konuşma zamanıydı. Ama belki ortam, belki sesler… Konuşmak için doğru yer burası değildi. Selen, bu kadar insanın olduğu yerde konuşabilecek kadar sakin değildi. O ağlayacaktı. Belki için için… Belki haykıra haykıra. Çünkü yapacağı bir sohbet konuşması olmayacaktı.
“Buradan çıkalım mı?”
Yiğit’e de iyi geldi sanki bu teklif. Gözleri sıcacık, onayladı ve olabilecek en kısa şekilde hesabı ödedi.
Dışarıda, arabaya binmek de istemedi Selen.
“Yürümek ister misin?”
Yine hissetmişti işte. Evet, yürümek isterdi. Gülümseyerek başını salladı. Yiğit’in uzattığı eli tutup sıcaklığına sığındı. Attıkları ilk birkaç adımdan sonra parmakları birbirine kenetlenmişti bile.
Haziran bitiyordu. Akşamın erken saatleri olmasına rağmen havanın serinliği ürpertiyordu. Yiğit biraz daha çekti Selen’i kendine. Sanki onlara ayrılmış gibi kimse yoktu kaldırımda. Hafif esen bir rüzgârla yol kenarındaki ağaçlar tembelce salınıyor ve kokuları sokağı sarmalıyordu.
Selen kaldırım taşları üzerine dizilen düşüncelerine bakarken Yiğit onu seyretti. Onun kelimeleri bitmişti. O, hayatına devam edebilmek için Selen’in kelimelerine ihtiyaç duyuyordu.
“Üşürsen söyle.”
Yiğit’in yanında üşümezdi ki Selen. Gözlerindeki ateş bile yeterliydi; Yiğit bakar, Selen ısınırdı. Onun teni, nefesi, gözleri Selen’e sıcacık bir battaniye olurdu.
Dakikalarca yürüdüler. Öyle bir dinginlik vardı ki aralarında, bozmaya kıyılmazdı. Bir park çıktı önlerine, içeri girip, salıncakların yanındaki banka oturdular.
Günlükteki gibiydi. Yiğit yine bir parkta, bir banktaydı. Yanında kendisi için önemli olan bir kadın vardı. Günlüğe şimdi yazsa… Bu anları nasıl anlatacağını merak etmekten kendisini alamadı Selen. İnsanları bir kitap gibi okuyamamak ne büyük kayıptı. Söyledim dediklerin duyulmayınca… Baktı dediklerin görülmeyince… Belki de insanlar belli aralıklarda birbirlerine yazmalılardı. Posta ile gönderilecek bir mektup özeni ile hem de…
Başını yukarı kaldırıp sık ağaçların arasından görünen aya baktı. Neredeyse dolunaydı. Neredeyse… Kenarında ufak bir eksik kısım vardı sadece. İki güne o da tamamlanırdı. Her şeyin bir zamanı vardı. O zaman gelmeden hiçbir şey tamam olmazdı.
Avucunu okşayan parmaklara verdi dikkatini. Ne güzel dokunuyordu Yiğit. Her bir hücresiyle… Bedenindeki enerji parmak uçlarından süzülüp Selen’e ulaşıyordu. Onun bedeninde dolaşıp yeniden Yiğit’e kavuşuyordu. O yüzden Selen, Yiğit’e karışmış gibi hissediyordu.
“Seni sevmediğim tek bir anımı hatırlamıyorum.”
Konuşurken gözlerini adamın ellerinden ayırmadı. Yiğit’in parmakları, devam etmesini bekler gibi durakladığında bile Selen dokunmaya devam etti.
“Asansörden indiğin anda başladı hem de. Sen bana yürüyordun, ben seni seviyordum. Her adımında daha fazla… Yanıma ulaştığında çoktan sana ait olmuştum.”
Gözlerini gökyüzüne çevirip yıldızlara baktı bir süre. “Kendimi yıldızlar kadar parlak hissetmiştim. Her yeri aydınlatabilirdim. Olağanüstüydüm. Seninle parlamıştım. Evren benimdi. Ben evrendim. Ben aşktım. Âşıktım.”
Gülümsediğinde yüzü o günün ışıltısını aynen Yiğit’e taşıdı ve genç adam ona bir kez daha âşık oldu.
“İlkti evet, nasıl olduğunu bilmiyordum. Saklanmayı bilmiyordum. Herkes alay ettiğinde neyi yanlış yaptığımı bile anlamamıştım. Sevgiyle neden alay edilirdi ki?”
Birbirine daha da kenetlendi parmaklar. Sevgi onlarındı. Aşk onların.
“Senin saklanışını da anlayamadım o yüzden. Sevmedin sandım. Ben zorladım sandım. Aramızdakiler sadece bana önemli sandım.”
Selen’i göğsüne çekti Yiğit. Sımsıkı sarmaladı. Hala kelimelerle atmıyordu çığlığını, dokunarak çağlıyordu.
“Günlüğü okurken anladım neyin yanlış olduğunu. Aşk iki kişilikmiş. Biri eksik olursa, yaşanan aşk değil, çaresizlikmiş.”
Ama yeterdi zaten bu kadar çaresizlik. Yine Yiğit’in kollarında, yine ağlamaklıydı. Burada bu şekilde sonsuza kadar kalabilirdi. Bu da çaresizlikti. Doğrulup sırtını dikleştirdi. Beş yıl sonra, Yiğit ile aralarına ilk kez mesafe koydu.
“Saklanan bir adam… Çaresiz bir kadın… İkimizin de diğerinden beklentisinin karşılanmaması doğalmış zaten.”
Ay… hala tamamlanmamıştı. Dolunaya iki gün vardı.
“Yine de ben birbirimizi sevdiğimize inanıyorum. Doğru ya da yanlış sevgi diye bir ayrım var mıdır bilmiyorum ama birçok evli çiftin birbirine karşı hissettiğinden çok daha güzel duygularımız var bizim. Sensiz mutlu olamadım ben. Kendimi bulmak ya da toparlamak istedim ama sensizliğin üstesinden hiç gelemedim. Başka bir erkeğe bakamam mesela. Senin bakma ihtimalin beni öldürdü mesela…”
Konuşurken ağlamaya başladığını, Yiğit yüzünü ellerinin arasına alıp parmak uçlarıyla gözyaşlarını silene kadar anlamadı. Bal gözler dokunacak kadar yakına gelmişti. Parmakları sakinleştirirken, dudaklarına sıcak bir öpücük ilişti.
“Dokunmadım. Senden başka kimseye dokunmak istemiyorum.”
“Ölürüm! Görürsem ölürüm. Bilirsem ölürüm.” Burnu aktı, hıçkırıkları aktı, gözleri taştı. Sesindeki titreme yüzünden kelimeler karıştı. Yanaklarını kavramış ellere sarıldı, yaslandı.
“Şşş. Sana aitim ben. Senin eşinim. O asansörden inip seni gördüğüm o günden beri benim için kadın sensin, geri kalan herkes insan.”
Uzun süre dinmese de yaşlar, hıçkırıklar azaldı. Yüzündeki eller ruhunu yatıştırdı. Nefesi düzeldi. Sonra ağladığı için utandı.
“Özür dilerim.”
Önce burnu öpüldü, sonra dudakları.
“Dileme. Şu an halimden çok memnunum ben.”
Yeniden öpüldü. Karşılık vermese de izin veriyordu. Öpülmenin tadını çıkarıyordu. Sevilmenin… Dokunulmanın… Ait olmanın…
Dakikalar boyu… Çalınmış bir mutluluk… Kim onları suçlayabilirdi? Bir kadın ve bir erkek… Bir parkta… Bir bankta… Bank. Evet. Bir sonraki perşembeye acaba kaç gün vardı?
Çekildi. Aşkla bakan adamı bir süre de gözleriyle içti. Perşembe günü, yine onları ayırmıştı. Bütün hücrelerine o günlerde hissettiği o yalnızlık sindi. Sonrasında durgunluğun o taptığı yüze adım adım yerleşmesini izledi. Yine kelimelere gerek olmadan Yiğit kendine çekildi.
“Baştan başlayabiliriz.” Bir başlangıç umut içermiyorsa, o, sonun başlangıcıdır. Yiğit’in Selen’in sesinde duyduğu da buydu.
“Birbirimizi yeniden tanıyabiliriz. Duygularımızı bu kez saklanmadan gösterebiliriz. Ardımızdaki beş seneyi fırtınalar hanemize kaydeder, güzel günleri biriktirmeye geçebiliriz.”
Yine de belli ki Selen buna inanmıyordu.
“Ama bir evlilikte üç kişi olamayız.”
Zeyra. Zeyra Zeyra Zeyra. Yiğit’in bembeyaz kesilen yüzünde, yok olma anını yaşayan bir insanı gördü Selen. Başından beri korktuğu, sadece bunu yaşamamak için sevmekten kaçtığı o andaydı. Her şekilde kaybedendi. Her türlü yok olan…
İlk kim çekildi, bilemedi Selen. Yanakları üşüyordu. Elleri buz gibiydi. Yiğit’in sıcaklığı hiçbir yerinde yoktu. Demek artık el ele de tutuşmuyorlardı. Ama kimin çekildiği önemli değildi ki… Bir insanı böyle bir seçim yapmaya zorunlu bırakmak, o insanı zaten yalnızlığa fırlatmaktı. Bu kez fırlatan Selen olmuştu.
“Baştan bilmiş olsaydım… seçim yapabilirdim. Yaşanacakları kendim belirleyebilirdim. Belki korkar kaçardım, belki sensiz olmaktansa, senin gibi ben de bir uzaylıyı ya da süper zekâlıyı evlat edinebilirdim. Ama asla karın olmazdım.”
Yiğit’in görmeyen gözleri parkın içinde dolaştı. O an belki altmış, belki yetmiş yaşındaydı.
“Duygularının bir çocuğu evlat edinmekten farklı olmadığını ben de biliyorum. Ben Zeyra’yı kıskanmıyorum. Sana, onu bırak bana gel demiyorum. Neden diyeyim ki? Sen, çocuğunu yüzüstü bırakan bir adam olmayı kaldıramazsın. Benim için Zeyra’dan vazgeçersen, kendine bir daha asla saygı duyamazsın. Ben de sana saygı duymam. Ve zaman içinde sen önce kendinden sonra da benden nefret edersin.”
Yiğit’in gözlerindeki tanıdıklık, onun da bunu çok iyi bildiğini gösteriyordu. Yiğit Zeyra’dan bu yüzden vazgeçmiyordu.
“Zeyra’dan vazgeçmemek, gerçeklerden vazgeçmek olur ama. Buradaki gerçek de ben oluyorum. Onunla karşılaşacak olsak beni ona kim diye tanıştıracaksın Yiğit? Arkadaşım? Tanıdığım? Kardeşim, kuzenim, sekreterim? Selen Ünsal? Karım diyemeyeceksin. Çünkü onun zihninde senin karın o. Peki ben bunu kabullenirsem… bana nasıl saygı duyacağız?”
Uzağa kaçan gözlerinde Yiğit’in de onayı görülebiliyordu. Dışarıdan bakan biri olsa o bankta dimdik oturan bir kadınla, yerçekimine yığılmış bir adam vardı. Ama bakan kimse yoktu. Dışarıdan bakmayı başarabilen bir kadına dönüşmüş Selen’den başka kimse…
“Bir kadının ne hissedeceğini bilemeyeceğini söylemiştin ya… Ben sana kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatayım.”
Sitem yoktu sesinde. Ağlamak da istemiyordu artık… Yiğit’in ona sarılmasını da… Zaten Yiğit’in de kimseye sarılabilecek ruhu kalmamış görünüyordu.
“Zeyra ile ilgili sana son derece mantıklı gelen ve olayı sorun olmaktan çıkaran o açıklamaların var ya… Bana da aynı şekilde mantıklı geliyor.”
Evet, çünkü mantıklıydı. Çok basitti. Zeyra Yiğit için bir kadın değildi. O kadar. Bitti. Finito. The End…
“Ama bu senin için bütün sorunu çözerken, benim aynı zamanda canımı da acıtıyor. Ben iki tarafa da gidemiyorum. Bir tarafta mantığı yadsıyamıyorum, diğer tarafta duyguyu. Kadın hem mantığı hem de duygusuyla ikna olmak zorundadır. Bunun sağlanmadığı her yerde kadın mutsuzdur.”
Ve Selen mutsuzdu. Zeyra Yiğit’e kocam dediği andan beri sadece mutsuzdu. Nedeni, bahanesi ne olursa olsun… Bir kadın onun Yiğit’ine kocam demişti. Ve ilişkilerinin bekâreti bozulmuştu.
İnsanlar kadınların bekâretine gereksiz yere o kadar anlam yüklerlerken, esas korumaları gerekene bu özeni göstermek hiç akıllarına gelmiyordu. O yüzden ortalık mutsuz çiftlerle doluydu.
“Ne istiyorsun Selen?”
Yiğit’in kabullendiği yenilgi artık sesindeydi.
“Boşanmak istiyorum.”
Selen söylerken, Yiğit dinlerken gözünü kırpmadı. Sadece adamın aldığı derin nefesler, onun duygularını nasıl delice perdelemeye çalıştığının ipucunu veriyordu.
“Peki… Selen Bircan da Yiğit Ünsal’ın hayatından çıkacak mı?”
‘Ağlama! Ağlama! Ağlama! Geri gönder o yaşları! Gönder! Gönder!’
“Çıkması ikimiz için de daha iyi olur sanırım.”
Saçlarının arasından geçip boynunu saran el ile kalçasından kavrayıp kendisini havalandıran diğer eli anlayamadı bile Selen. Saniyeler içerisinde Yiğit’in kucağına hapsolmuştu. Kapkaraydı artık adamın gözleri. Çenesi sıkılmaktan kasılmış, gözleri şimşeklerle dolmuştu.
“Bence ikimiz için de hiç iyi olmaz Selen.”
Soru işaretlerine bile bürünemeden adamın ağzında kayboldu ruhu. Bu kez öfke vardı. Yiğit Ünsal ilk defa Selen’e sormadan alıyordu.
Geri çekildiğinde, kadının gözleri şaşkınlıktan kocamandı. Dudakları öpüşmekten berelenmiş, kalbi ise mutluluktan ritmini yitirmişti.
“Seni bu kadar kolay bırakmam.”
Hırsla bir kere daha öptü kadını.
“Selen Ünsal gidebilir.”
Bir daha öptü.
“Ama Selen Bircan bana ait.”
Bir daha.
“Ben istemeden… o kendini bana verdi.”
Bir daha.
“Ve beni almayı bildi.“
Bir daha ve bu kez çok uzun. Selen, soyadını bile unuttu bu sürede. Yiğit geri çekilip, gözlerini açmayı beceremeyen Selen’i seyretti. O gözler açılana kadar küçük öpücükleri defalarca dudaklarına bıraktı.
“Yarın birlikte avukata gideceğiz.”
Burnunu kadınınkine dayadı. Konuşurken bir yandan da yüzünü sürtmeye devam etti.
“Boşanma davamızı açacağız.”
Öptü.
“Hâkimin karşısına çıktığımızda elin elimde olacak.”
Diliyle Selen’in dudaklarında dolaştı.
“Oradan çıkıp eve gideceğiz.”
Öptü.
“Seninle sevişeceğim.” İtiraz beklercesine dudakların üzerinde bekledi. Hiç ses gelmeyince yine öptü.
“Akşamları seni işyerinden alacağım.”
Öpücükleri kadının yüzüne yaydı.
“Bugüne kadar yapmadığımız ne varsa hepsini yapacağız.”
Yanağına yaslanıp derin nefeslerle konusunu içine çekti.
“Sinema, tiyatro, konser, bar, gece kulübü… Kitapçılara girip sana okumadığın kitapları bulacağız. Her gün bir tanesini hediye alacağım ve sen koltukta okurken seni seyredeceğim.”
Yüzüne değen ıslaklıkla başını kaldırıp Selen’e baktı. Gözlerinden damlayan yaşları aşkla, öperek kuruladı.
“Sonra da Perşembe gününde parka benimle gelmeni istiyorum. Seni Zeyra ile tanıştıracağım. Ya da herhangi bir gün evine gideriz. Ona bizi anlatacağız. Hayatımdaki yerini. Benimle ilgili ne istiyorsan orada söyleyebilirsin. Özgürsün. Sonra… Sonrasına orada bakarız. Ne hissettiğini konuşuruz. Ne istediğini konuşuruz. Beni hala hayatından çıkarmak isteyip istemediğini konuşuruz. Olmaz mı?”
Cevap gelmedi.
“Bana gerçekten git dediğinde gideceğim Selen, korkma. Emrivaki yapmıyorum. Kendimi sana dayatmıyorum. Ama hayatından çıkmamı gerçekten istediğine ya da elimizden gelen her yolu denediğimize inanmıyorum. Bütün çıkışlarımız kapandığında… İstediğin hala buysa… Yiğit Ünsal da Selen Bircan’ın hayatından çıkacak. Güven bana.”
Sessiz bir burun çekişinden başka ses yoktu. Yiğit Selen’e sarılıp onu iyice bedenine bastırdı. Yüzünü saçlarına, oradan da boynuna gömdü.
“Tamam mı?”
Dikkatle izlemese, adamın o küçük baş sallamasını görmesi mümkün bile değildi. Ama dünya üzerinde görmek istediği tek hareket buydu. Ve istediğini aldığında yüzündeki gerginlik yerini rahatlamaya bıraktı. Yiğit Ünsal, en büyük kaybını geciktirmeyi şimdilik başarmıştı.