Perşembe Bölüm 37
Ertesi gün kalbi kulaklarında atarak bekledi Yiğit’i Selen. Bir sonraki gün de.
İlk haftanın sonunda ağzında acı bir tat… Gözleri her saniye ekranda bir nokta peşinde…
Hiçbir gece saat 03:00 olmadan kapatamadı gözlerini. O saatten sonraki uyku da kimseye yaramıyordu…
İkinci haftayı kendisiyle savaşarak geçirdi. Arasın mı? Gitsin mi? Yazsın mı? Neden? Bunları neden Selen yapacaktı? Zorla hiçbir şey olmuyordu işte. Selen hep zorlamıştı. Hep. Bir kez de kendiliğinden olsa olmaz mıydı?
On yedinci gün bilgisayarı kapattı Selen. O gün perşembeydi. Haziran ayının üçüncü perşembesi. Yiğit’in gelmeyeceği tek gün. Bugün Zeyra’nın günüydü.
Dalgın bakışları gecenin karanlığında kaybolarak balkondaki sallanan koltukta oturdu. Yalnız bir kadın… yalnız bir ömür… Kapıdan gelen tıkırtıya bir anlam yüklemedi. Ayak seslerine de. En çok uyumuş olabilirdi. Bunlar da rüya…
Balkon kapısında durup kendisine baktığını hissettiği adama dönmedi o yüzden. Bakıp boşluk görecek olmak hoş değildi. Yanına yaklaştığında da dönmedi. Yanağına dokunduğunda da.
Titredi ama. Herhangi bir ayın hiçbir üçüncü perşembesini paylaşamadığı o erkeğin şu an yüzüne hafifçe dokunup okşuyor olmasını mantık sınırlarına oturtamazdı. Yine de titredi. Gözlerini yanında duran adama çevirdiğinde onun karanlığında kaybolması kaçınılmazdı. Yine karanlık bir rüya, diye geçirdi içinden. Yine fırtına vardı. Güneşin parladığı bir rüyaya hasretti.
Okşadığı dudaklara eğilip öptü adam. Lezzetli bir kokteyli yudumlamaktı yaptığı. Kendisini rengarenk meyvelerden oluşan bir aroma gibi hissetti Selen. Kendi tadını aldı. Taze, serin, yanmaya, patlamaya hazır, sadece o dudakların tadımına sunulmuş…
Yiğit’in derin bir iç çekip sonrasında kendisini kucağına almasını rüyada gibi izledi. Uyumuyordu. Yiğit’in alev alev yanan gözlerine bakarken onun her bir kalp atışını kendisinde duydu. Elleri sahiplenircesine koruyucu sarılışıyla onu bir bulutta taşır gibi odaya götürüp yatağa bıraktı. Çekilmedi üzerinden sonrasında. Dokundu. Eşofmanın üzerinden her bir noktasını dolaşarak bedenini sanki yeni baştan şekillendirdi.
Rüya değildi. Hayal değildi. Gerçekti. Daha ötesini düşünemedi. Yerinden doğrulup dizleri üzerine kalktı. Eli Yiğit’in yüzünde aşkla dolaşırken gözlerine biriken yaşları görmemesini diledi.
Dudakları birbirine kenetlendiğinde, henüz erimeye başlamış bir külah dondurmanın hiçbir damlasını ziyan etmeme telaşesi vardı üzerlerinde. Özenli… Her bir damlanın tadını alarak… Bitmesinden korkarak… Aşkla.
Erotik dokunuşlar yoktu. Uyarmak için değil ezberlemek içindi. Islatmak için değil çoğaltmak içindi. Büyütmek için değil kavuşmak içindi. Yaşamak içindi.
Beş sene boyunca hiç bu kadar tamamlanmamıştı Selen. Yiğit’in de aynı şekilde hissettiğini biliyordu. Bu duygu tek başına yaratılamaz, hissedilemezdi. Bu ikisinin birleşimiydi. Birlikte çoğalışıydı.
Gözleri karanlıkta birbirinden hiç ayrılmadan saatlere yayılan bir ayin yaşandı o gece. Ağır ağır. Acelesiz. Tadımlık değil, ömürlüktü. İzleri kazındı geceye. Kalplerine şükranla yazıldı. Beş yılın en özel gecesi bu Perşembe gecesine mıhlandı.
Sabaha karşı Yiğit giderken, gözler birbirine küs kalmadı. Gizli bir vaat her ikisinin derinlerinde sessizce parıldadı.
Nefesini tutarak yeniden ekran başında geçirdiği tam beş günün sonunda, Salı günü öğlen saatlerinde bir yazı belirdi ekranda sonunda…
26 Haziran
Bu akşam, Pınar Süren’in sergisine davetliyim. Belki orada hoş bir kadına rastlayabilirim
Oh Tanrım!
Nokta yok. Nokta yok. Hemen bir nokta koydu cümlenin sonuna. ‘Gördüm, okudum’ der gibi. Oh Tanrım! Hoş bir kadın… Öyle demiş… Hoş olması lazım. Olamazdı! Kıyafete bak! Bugün müymüş o sergi? Lanet olsun!
Yerinden fırlayıp patronunun odasına daldı.
“Serkan Bey!”
Adamın gözleri ekrandan ayrılmadı bile. “Hmm?”
“Akşam sergiye gitmemiz gerek. Yani gitmeniz gerek. Tabii ben de gelirim tabii. Gelirim tabii. Geçen sefer gelmiştim. Yine gelirim.”
Serkan Bey durdu. Ekranda yaptığı her ne ise, gözlerini ondan ayırıp Selen’e baktı.
“Ne sergisi?”
“Pınar Hanım’ın sergisi.”
Ha, o mu, diyen sıkkın bakışlar ekrana döndü. Gitmeyecekti.
“Gitmeniz lazım. Orada mutlaka görünmelisiniz. Pınar Hanım’a da kendinizi göstermeniz lazım hem.”
Adamın soru dolu bakışlarını umursamadı. Kelimeler birbiri ardına ağzından akıyor ve o kendisini durduramıyordu.
Sonra durdu. Niye ki? Serkan Bey’e ihtiyacı yoktu ki! Onu Yiğit çağırmış sayılırdı zaten.
Sakinledi. Sırtını dikleştirip, umursamaz bir havaya büründü.
“Yani ben gidiyorum. Siz de gitseydiniz fena olmazdı. Ama madem düşünmüyorsunuz, tamam o zaman. Ben çıkayım.”
“Selen.”
“Serkan Bey, ben erken çıkabilir miyim? Sergi için üzerime doğru dürüst bir şey almam lazım. Bu kıyafetle gidemem.”
Adamı ağzı açık kendisini seyretmesinden anlamalıydı… Şu an normal değildi. Adamın eliyle çık çık der gibi işaret etmesine gülmek istedi. Serkan Bey için şu an bir böceğe benzediği çok açıktı… İşiyle arasına girip kendisini meşgul eden bir böcek.
“Alışverişten sonra dön geri. Sergide ne halt karıştıracağını görmek için ben de geleceğim.”
‘Hah. Çok mükemmel. Aferin Selen. On numara salaksın.’
Mırıldanma mızıldanma arası bir şeyler söyleyerek çıktı dışarı. Tam on dakika sonra bir taksiye binmiş, en yakın alışveriş merkezine yollanmıştı.
Kibar ama abartı olmayan… Kışkırtıcı ama ağırbaşlı. Olabilir miydi ki bu. Gündüze uygun ama geceye de devam edebilen bir kıyafet. Of.
AVM’de katlar arasında çaresizce dolaşırken bunların hiç birisi olamayacağına çoktan karar vermişti. O dedikleri Selen’e bir nebze olsun uymuyordu.
Yanına yaklaşan tezgâhtar ne tarz bir şey baktığını sorduğunda, kadının mavi gözlerine bakıp, “beni istesin ama ayaklarına kapandığımı düşünmesin” dediğinde kim daha çok şaşırdı, bilemedi.
Kadının gösterdiği kıyafetleri denerken aynada kendisine giderek yabancılaştı. Gördüğü kadın, annesinin topuklu ayakkabılarını giymiş bir çocuktan farksızdı. Ne yapıyordu? Bir yanlıştan bir başka yanlışa…
Üzerindekileri çıkarıp kendi kıyafetlerini giydi. Kadının şaşkın bakışlarına mahcup bir gülümseme bırakarak mağazadan dışarı çıktı. Bir kafeye girip cam kenarına oturdu. Kahvesini içerken beş senesi gözlerinin önünde bir kez daha yaşandı.
Yiğit’i seksi olarak, cinselliğini burnuna dayayarak elde edebileceğini düşünmek onu baştan kaybetmekti. O Selen’in pazarlanmayan seksiliğini sevmişti. Göze sokulmayan… Ödül olarak vaat edilmeyen… Hesapsızca, en saf duygularla sunulan…
O zaten Selen’e deli oluyordu. Bunun için uğraşmak niyeydi? Yine neden kaçıp da cinselliğe sığınıyordu?
‘Olduğun gibi ol. O seni öyle seviyor.’
‘Bu halimle yetmem ona ben.’
‘Denemedin ki. Hiç kendini açmadın ki ona.’
‘Beni çocuk görüyor.’
‘Küçül de cebime gir. Yirmi yedi yaşındasın alo!’
‘Ama bana hissettirdiği bu.’
‘Söyle o zaman. Bunu söyle.’
Şirkete geri döndüğünde, Serkan Bey’in gözleri kıyafetine ve poşet taşımayan ellerine ilişince, anlamadan bir süre bakıp tek kaşını havaya kaldırdı.
“Böyle iyi olduğuma karar verdim.”
Kadınlar… Başını iki yana sallayıp ilgisini hemen yitirdi Serkan Bey.
Salona girdiklerinde, açılış saatini neredeyse bir saat kadar geçirmişlerdi. Çünkü Serkan Bey’in aklına bir anda bir detay gelmiş ve onu kâğıda dökmesi gerekmişti.
Selen neredeyse tırnaklarını yemeye başlayacakken sonunda yerinden kalkabilmişti. Bu sefer de trafiğe takılmışlardı. Bu kadar geç kalınca Yiğit onun gelmeyeceğini düşünüp gitmiş olabilir miydi?
Ağlamaklı bir halde salona endişeyle bakarken, önce Pınar Süren’i yakaladı gözleri. Serkan Atak’ı görür görmez kadının elleri yanında duran Yiğit’in koluna uzandı.
İşte o an… Selen’in bütün dengesi bozuldu. Bu kadın Yiğit’i eski sevgilisine nispet yapmak içi kullanırken, nasıl bir hasara yol açabileceğini hiç mi umursamıyordu?
Yiğit’in çatık kaşları önce kolundaki ele, sonra kadına ve sonra da onun baktığı yere yöneldi. İlk Serkan Atak’ı gördü, sinirlendi, sonra da Selen’i. Asık yüzü daha da asılarak kolunu kadından çekmeye yeltendi. Ama kadın arsızdı. İyice asılarak Yiğit’in uzaklaşmasına engel oldu. Tanrım! Böyle deniyordu değil mi öylelerine? Arsız!
Sakin olmak gerekiyordu. Ortada aslında çok acıklı bir durum vardı. İş hayatına yeğlenmemiş bir eski sevgili, kendisiyle ilgilenmeyen bir adamın tiksintisini fark etmeden onu kullanmaya çalışıyordu.
Selen çok şey yapabilirdi. Buna kadının saçını başını yolmak da dâhildi. Ama neden? Olay zaten kendi başına öylesine acıklıydı ki, buna katkıda bulunmanın bir gereği yoktu.
Serkan Bey’in bu olanların herhangi birinin farkında olup olmadığını merak ederken gözü Yiğit’e ilişti. Üzerine yaslanmış olan kadından kilometrelerce uzakta olduğu o kadar belliydi ki, Selen gülümsedi. Küçük bir şaşkınlıktan sonra Yiğit de gülümsedi. Kadının daha da yaslanması üzerine gözlerini devirdi.
“Kocan onunla ilgilenmiyor.”
Ah. Farkındaymış. Hem de sandığından fazlasının.
“Biliyorum Serkan Bey.”
Adamın kendisine ilgiyle bakışı uzayınca, bakışlarını ona çevirmekten kaçındı Selen. Kocasını patronuyla konuşmaya hiç niyeti yoktu.
“Çok ilginç bir kadınsın sen.”
Hayır hayır, mümkünse Yiğit’ten başka kimse onu ilginç bulmasındı. Hele patronunun duygusal çalkantılarına asla meze olamazdı.
“Sadece kocam için…” dedikten sonra, sınırı belirlemiş olmanın rahatlığıyla patronuna döndü.
“Sizin dikkatinizi çekmek için bu kadar uğraşmasını seyretmek hoşunuza mı gidiyor? İlgilenmiyorsanız bunu ona belli etmemeniz acımasızlık.”
Gülümsedi adam. “Ah Selen. Çok kadınca bir bakış açısı bu.” dedikten sonra kızı salon içinde dolaştırmaya başladı. “Bir kadın kendisine rakip olarak erkeğinin iş hayatını görüyorsa, sence o kadın kendisini nereye konumluyor olabilir?”
Zeyra’nın bilge bakış açısından sonra bunun yanıtı çok basitti.
“Adamın sahipliğine.”
Olduğu yerde durup şaşkın gözlerle kendisine bakan adamın bu cevabı beklemediği çok açıktı.
“Bunu anlayabilecek bir kadının var olduğuna inanamıyorum.”
Neyi anladığını bilmiyordu Selen. Ama Pınar ve Serkan ikilisi aynı sektördeydiler. Aynı okul… Aynı çevre… İş hayatındaki heyecanı paylaşabilirlerdi. ‘Onu alma beni al’ kaprislerine gerek yoktu. Eğer beklenti buysa gerçekten de sevgiden çok sahiplik ön plandaydı.
Yiğit çalışırken, onun yanında olup yaptığı çizimleri seyretmek bile mutlu ederdi Selen’i. Çünkü o anda sevdiği adamın yaratıcı yönüne şahit olurdu ki bu da seyredilmeye değer bir andı. Seviyorsan, öyleydi. Ama kıskanıyorsan… Onun gibi üretebilen biri değilsen hissederdin bu duyguyu. İçeriği de sevgi olmazdı.
Serkan Bey’in reddettiğinin aşk hayatı değil, Pınar Süren’in kendisi olduğunu o an anladı Selen. Dönüp yeniden kadına baktı. Çirkindi. Çok çirkin.
Bu kadar oyun yeterdi. Kararlı adımlarla Yiğit’in yanına yürüdü. Serkan Bey’in gelip gelmediğine bakmadı bile.
“Pınar Hanım.”
Kadının yay gibi kaşlarından birisi havalandı. Of Tanrım. Yine bir ‘Kim bu böcek?’ bakışı.
“Evet?”
Baştan aşağı yalandı tepkileri. İlgilendiği Serkan Atak ise, onun yanındaki kadını bilmiyor olması mümkün değildi, bu bir. Yok, Yiğit Ünsal’a olan ilgisi gerçek ise, soyadı Ünsal olan bir kadına dikkat etmemiş olması mümkün değildi, bu iki.
Her durumda batıyordu.
“Kocamın üzerinden çekilmezseniz, bu serginizin çok ses getirmesini garantileyeceğim. Ama bunu tercih edip etmeyeceğinizden emin olamıyorum.”
Herkes mi susmuştu? Ortalık çok sessiz geldi bir an Selen’e çünkü. Sonra sadece Pınar’ın sinir bozucu sesini duymuyor olmanın bu etkiyi yarattığını anladı.
Yiğit’in kendisine baktığının farkındaydı ama ona dönemiyordu. Yüzündeki ifadeyi çok merak etse de, kadınla arasındaki bu düellonun en baskın ayağını feda edemiyor, gözlerini ondan çekmiyordu.
Yavaşça toparlandı kadın. Gözleri Selen’in arkasında bir yere yöneldi. Muhtemelen Serkan Bey idi, sonra yeniden kendisine baktı. Bedeninin ardından elleri de Yiğit’in kolundan ayrıldı. O sevimsiz ojelerin ağırlığı olmayınca, Yiğit de sanki hafiflemiş gibiydi ya da Selen öyle olduğunu varsaydı.
Şuh bir kahkahanın ardında Pınar Süren, yanından geçmekte olan bir başka adamın koluna girerek uzaklaştı.
Sadece Yiğit ve Selen’di artık. Gözleri birbirinde kaybolmuş… Nefesleri tutulmuş…
Serkan Bey’in sesi çıkmadığına göre, o da ikisini yalnız bırakmıştı.
“Güzel bir kadınla yemek yemeyeli çok oldu.”
Oh Tanrım! Yiğit’ten normal bir cümle duymayalı bir yıldan fazla olmuştu. Üstelik flört eder gibi bir cümleyi onun sesinde dinlemek kalbini iki katı hıza çıkarmış olmalıydı. Yanaklarındaki sıcaklık da bunun yüzüne kırmız renk olarak yansıdığının habercisiydi. Annesinin kıyafetlerini giymediğine mutlu oldu.
“O halde seni davet etmeme izin ver. Bu salondaki tek güzel kadın benim çünkü.”
Kahkaha. İlk defa. Yiğit ilk defa kahkaha atıyordu.
Selen’in şaşkın gözlerine bakarak, bir süre seyretti kadını. Gözleri yumuşacıktı.
“Benim için bu salondaki tek kadın sensin.”
Başka dudaklardan dökülse riyakâr olabilecek bu cümle, Yiğit Selen’e söylediğinde dünya üzerindeki en sıcak cümle oldu.