Seksi Numara Bölüm 28
Orospu
Erhan’a karşı gereksiz bir kinlenme seziyorum hepinizde. Melis’e siktir git, orospu dediği için Melis adına hepiniz alındınız sanki. Ona ders verilmesi, sürüm sürüm süründürülmesi gerektiğini düşünüyorsunuz.
Neden? Namusu el değmemişlik ile eşdeğer gören siz değil misiniz? Oğlunuz için bakire kız arayacak olan siz değil misiniz? Pavyonda çalışan, para kazanmak için erkeklerle yatmasa da garson olarak seksapelitesini kullanan kadınlara orospu etiketi yapıştırıp içgüdüsel bir küçümsemeyle dolan siz değil misiniz? Onlar için herkesle yatar bu önyargısına sahip olmadığınızı iddia edebilir misiniz?
Erhan sizin oğlunuz. Onu siz yetiştirdiniz. Melis ile ilgili oğlum kötü kadına gidiyor paniğini kaçınız yaşamayacak? Kadın telefon seksi yapıyor. Kadın telefonda seks yapıyor. Kadın SEKS YAPIYOR lan! Rezaletin daniskası.
İşin karşılığında para alma boyutunu bir geçelim hele. Bu konuya girmeye gerek bile duymadan, hepiniz bu kitaba ilk başladığınızda telefonda seks yapacak bir orospunun ahlamalı ohlamalı hikâyesine hazırlanmamış mıydınız? Erhan’a neden kızıyorsunuz, anlamadım ki?
Adama Melis evliydi, boşanmış diyoruz. Bu ne demek? Normal şartlar altında belli bir yaşa erişmiş her dişinin cinsel ihtiyacını düzenli olarak gidermesi gerektiğini düşünmek doğanın gereğidir.
Adama Melis eğitimli diyoruz. Bilmem kim CEO’sunun asistanı. Hadi üç yabancı dil, yüksek lisans diploması bilgisini geçtim, belli ki en azından üniversite mezunu. Hayatını bedenini satmaya gerek duymadan çalışarak sürdürebilecek donanıma sahip olduğu açık.
Adama kadının parası var diyoruz. Bir CEO asistanı kaç lira maaş alır gerçi bunu bilmiyorum. Seks ile para kazanan bir kadının ondan daha çok ya da az kazanıp kazanmayacağını da inanın bilmiyorum ama hepsinin benden fazla kazanacağı açık ve bence Erhan da bunu biliyordur.
Adamın bu verilerle ulaşabildiği en uç nokta, Melis’in nemfomanyak olması. Çünkü ona öyle öğretildi. Ona bunu siz öğrettiniz. Ona, kadın bedeni özgürce seks yapma ve cinsel ihtiyacını karşılama hakkına en az senin bedenin kadar sahiptir demediniz. Kadın dediğin evde oturmalı, kendisini saklamalı, sadece kocası olacak hıyara vermeli dediniz. Kadına kendisini o kadar saklattınız, ihtiyacını o kadar baskılayıp utandırdınız ki, kocasına da veremedi. Sadece bacaklarını açtı. Koca da genelevlere, metreslere, özgür kadınlara ihtiyaç duydu; ama bunu yaparken bile onları küçümsemesi gerektiğini iyice öğrenmişti.
Şimdi Erhan Melis’te bulduğunu, bir papağan gibi özgürlük yerine orospuluk olarak tekrarladığında buna neden tepki duyuyorsunuz?
Erhan haklı bayanlar, baylar. Melis de haklı. Ama sadece ikisinin de haklı olduğunu anlayıp tuzağı fark edebilenler mutlu. Çünkü onlar bu tuzaktan çıkabiliyorlar.
Neyse ki Melis önyargı tuzaklarında yitip gitmiş olan Erhan’ın bilinçaltında çırpınan sağlam içgüdüsünün farkında da adamın sadece gözünü açmakla eğitilebileceği ihtimalini göz ardı etmiyor. Yoksa o ikisi tam bir kayıp olacak.
Bu girişten sonra konuya Melis’in ağzından devam etmeye nasıl döneceğiz? Melis haklı dedik, bunu diyen Melis’in iç sesi mi desek? Bir anda durup, “Haklıyım ama değil mi?” diye kıvırsak mı? Bilemedim.
Bilemedimmm. Ben Melis olarak ne yapacağımı hiç bilemedim. Erhan bana sarılmışken, aklımda deli sosyolojik, psikolojik sorunsallar dolanıp dururken, hele ki hayatımın ilk orgazmından hiçbir bok anlamamışken ben ne yapacağımı hiç bilemedim.
Şimdi, bu adama bir tavır koymam lazım. O kanına işlemiş öğretileri burnundan fitil fitil getirmem lazım. Öyle Pavlov’un köpeği(*) gibi kendisine her ezberletileni adım adım uygulamak yerine, aklını kullanmasını sağlamam lazım. Bunun için de bu adamı kıçının üzerine oturtmam lazım.
Kollarının arasından sıyrılarak Erhan’dan uzaklaştım. Çıplak bir kadın… Çıplak bir erkek… İkisi de kapı girişinde, etrafa saçılmış kimisi yırtık giysilerin arasında… Birbirlerine tedirgin, yabancı, ürkek bakışlarla bakan iki âşık…
Oturduğum yerde ellerimi arkaya götürerek geriye yaslandım. Göğüslerimin ileri çıkmasına, Erhan’ın gözüne girmesine neden oldu bu. Bacaklarımı da dizlerimden kıvırıp hazinemi sakladım. Onun hazinesi mal gibi ortada, benimki gizli. Öyle öğrenmişiz ya… Sinirlenip bacaklarımı açtım. Artık üçgen tüylerimin arasındaki hafif şişkin ve ıslak girişim de gözler önünde. Güzelim. Utanmıyorum. Bunlar doğanın bana verdiği zenginlikler. Saçlarım gibi… Ellerim, kollarım, ayaklarım gibi…
Gözbebeklerinin büyümesini keyifle izledim. Onu uyaran bacaklarımın arası ya da göğüslerim değildi. Bunları gururla sergileyişimdi.
“Benimle olmayı beceremeyeceksin Erhan. Farkındasın, değil mi?”
Zaten tetikteydi, iyice dikildi şapşalım.
“Çaba harcamadığımı söyleyemezsin.”
Hadi şuna gerçekleri itiraf ettirelim. “İstediğine ulaştın. İçime girdin, beni siktin, boşaldın. Artık huzurla yoluna devam edebilirsin. Seni tanıdığıma sevindim.”
Gülümsemiyordum. Yargılamıyordum. Canını acıtmaya çalışmıyordum. Bilimsel gerçeklerden bahseden bir akademisyen edasındaydım ve o bunu içgüdüsel olarak seziyordu. Sadece anlayamıyordu. İncinmemiş olmamı da anlayamıyordu. Ona göre ben şu anda kendimi aşağılanmış, kırık, ağlamaklı ve öfkeli hissetmeliydim. Bunun yerine bende gördüğü özgüven, ona kendisini aciz hissettiriyordu. Oynamaya alışık olduğu rol elinden alınmıştı.
Erhan’a olan tek inancımın kaynağını size söyleyeyim mi? Ondan neden vazgeçmiyorum. Erhan kendine dürüst ve doğrusunu, yanlışını itiraf etmekten, kabullenmekten yüksünmüyor. Erhan’ın hala hayatımda var olmasının tek nedeni bu. Dürüstlük, her eksiğin, hatanın telafisini de beraberinde getirir. Tabii yeterince akıllıysan…
Erhan akıllıydı. Ben daha akıllıydım, çünkü kadındım. Biliniz ki dünya üzerindeki en ezik kadın bile, üzerinde baskı kuran adamı aslında gizlice parmağında oynatıyordur. Belki kendisi bile farkında değildir bunun ama olan budur. Her ilişkide aslında kadın ne isterse o yaşanır. Kadının kendisinde ne isteme hakkını gördüğüne bağlıdır belirleyici olan.
“Gitmiyorum.”
Güzel. Ben de senin gitmeni istemiyorum zaten. “Neden?”
“Seni istiyorum.”
Biliyorum. “Aldın ya.”
Gözlerini kapattı. Alnı kırışmış belki de sinsiden bir ağrı zihnini ele geçirmişti. “Bacaklarının arasını değil, seni istiyorum.”
Oltanın ipini biraz sıkılaştıralım. “Ama bana orospu diyorsun.”
Gözlerini açtığında içinde gizli bir pişmanlık gördüm. Söylediğine değildi ama olduğumaydı. “Melis sen orospusun.”
Buna gerçekten inanıyor farkında mısınız? Buna rağmen beni istiyor. Ey anneler, tehlikenin farkında mısınız?
“Ne bildin orospu olduğumu? Vesikamı mı gördün?”
Sinirlendi sanki. “Melis ben telefonla bir seks hattı arayıp karşıma çıkan bir orospuyla seks yaptım.”
Gülümsedim. Aslında konunun özü bu, gördünüz mü? Orospuyla seks. “Erhan sen telefonla bir seks hattı arayıp karşına çıkan bir kadınla seks yaptın.”
Arada ne fark var dercesine bakışı umutsuz vakaydı.
“O gece, telefonda seks ihtiyacını gideren iki insan vardı. Onlardan birisi orospuysa diğeri de orospudur. Senin vesikan var mı Erhan? Yoksa doğuştan çüküne verilen bir hakkın üstünlüğünü mü kullanıyorsun.”
Aklını biraz daha karıştıralım mı şunun? “O gece ben seks yapmak istedim. Sence o gece bir barda seninle karşılaşıp seks yapsaydık… Sabah ben senin için yine bir orospu mu olacaktım, yoksa kolay kadın mı?”
Kesin başına ağrı girdi bunun. Suratında aptal bir ifade var. Hiç de o kendinden emin Erhan’a benzemiyor artık. Daha çok, evrenin sırlarını çözmeye çalışan küçük bir çocuğa benziyor.
Onun yaşadığını küçümsememek gerek. Tüm değerlerini sarsıyorum ben onun. Doğrularını yanlışlarını birbirine karıştırıyorum. Ben onun hayatının travmasıyım. Bununla, kendisini yitirmeden başa çıkmaya uğraşıyor.
“Ben boşanmış değil de bakire olsaydım… Üç yıl telefonda seks yapsaydım… Bakire bakire seninle evlenseydim… İçin rahat mı olacaktı?” Dozu biraz azaltsam mı acaba? Kaldıramayacak bunu bence.
“Bakire olmadığım, senin deyiminle yolum açık olduğu halde, evli olmadığım bir erkekle yatmak yerine, telefonda bedenime dokunulmadan sevişmiş olmam, beni senin o bakire karından daha çok mu orospu yapacak?” Bence yeter. Birazdan intihar eder bu.
“Biraz sus.”
Gerisin geriye yere yattı Erhan. Gözleri kapalı, bütün kasları gergindi. Ne yapacağımı bilemedim. Kalkıp gitmeli miyim? Oturup beklemeli miyim? Gidersem onu bu kayboluşunda yalnız bırakacağım. Kalırsam bana yaptıklarını kabullendiğimi sanacak. Durduk öylece. Dakikalarca. Belki bir ömür…
Doğrulup oturdu. Uzanıp beni yanına çekti ve yüz yüze olacağımız şekilde kucağına aldı. “Hiçbir şey bilmiyorum Melis. İnan şu an hiçbir şey bilmiyorum. Karmakarışığım. Bildiğim tek şey, senin benim kadınım olduğun. Şu an bundan başka bir şey de bilmek istemiyorum.”
Sarılıp bedenine yasladı beni. Sırtımı okşarken dokunuşları masumdu. Sadece dokunmak istiyordu bana. “Beni çıkarma hayatından. Başından beri içimde olan bir şey var. O telefonda bile, benim seni hak etmem gerektiğini anlamıştım. Bu duygumun ne olduğunu anlamama izin ver.”
Ben sustukça tepkimi anlayamıyordu. Ben de anlayamıyordum ya, neyse. Gözlerime bakıp içindeki bütün duyguları görmemi sağladı. Gördüm. Bana söylediği her kelimede dürüst olduğunu gördüm.
“Özür dilemeyeceğim senden; çünkü şu an bunu yaparsam yalan söylemiş olacağımı fark ettim. Ama bugün, bir gün senden özür dilemem gerekeceğini de fark ettim.”
Bu cümlesiyle Erhan Keskinoğlu tarihteki en büyük felsefe düşünürlerine taş çıkartmış bulunuyor arkadaşlar. Kendisinin bile ne söylediğini anladığını sanmıyorum ama ben ne duyduğumu çok iyi anladım… Ben bu adamla evleneceğim.
(*) Pavlov’un Köpeği: Rus kimyager ve fizyolog olan Ivan Pavlov, köpeklerin sindirim sistemi üzerinde araştırma yaparken önce zil çalıp ardından köpeğe et veriyordu. Sonra köpek her zil sesine salya salgılamaya başladı. Bundan yola çıkarak Pavlov, insanlar için de geçerli olan koşullu refleksi keşfetti.