Seksi Numara Bölüm 23
Nesrin
O tabloyu almıştım. Almış ve yatağımın tam karşısına asmıştım. Bir anlamda yas tutmak gibiydi. Geceleri Erhan’ın gözleri o tablodan dışarı süzülüp yatağımda vücut buluyordu. Bana dokunuyor, fantezilerimin tümünü gerçekleştiriyordu. Ama onu içime girerken asla hayal edemiyordum. Birleşme eylemi sanki zihnime yasaktı. İlki, ardından ne geleceğini bilmediğim için, diğeri de hayatımı darmadağın eden o dakikaları bilincimin yüzeyine çıkarmamak için…
Onu içime, hayatıma, ruhuma, özüme kabul edişimi bir çöpmüş gibi buruşturup attığı o an, benliğimin en yıkıcı hasarı aldığı andı. Ruhumu toparlayamıyordum. Bir kadın olarak kendime olan güvenim sarsılmış, kapılarım Erhan dâhil tüm erkeklere kapanmıştı. Belki de Eray’a karşı bomboş oluşum bundandı.
Eray, benim ona bir kadın olarak yaklaşmayışımdan o kadar hoşnuttu ki, ruhunu benim yanımda özgür bırakmıştı. Hüznünü görebiliyordum. Kırıklığı, aldığı her nefesin hemen ardına gizliydi. Aşka, sevgiye karşı diktiği duvar sadece isimsiz çiçeğiyle karşılaştığımız gün çatırdamış, sonrasında yeniden ruhsuzluğuyla sıvanmıştı.
Beni merak ediyordu. Ama hiç sormuyordu. Sadece izliyor, olaylara verdiğim tepkilerden bir sonuca varmaya çalışıyordu. Galeride yanlarına darmadağın döndüğümde Mert ve Tolga’nın etrafa bakınarak fısıldaşmalarına ve beni oradan apar topar çıkarışlarına şahit olmuştu. Onlara bir şey sorduğunu sanmıyorum. Onlara yabancıydı. Ama gördüklerini tanımlayabilecek kadar da akıllıydı.
Arabada, “O resmi istiyorum.” diye mırıldanmış, sonra dış dünyayla olan bağlantımı tamamen koparmıştım. Ertesi gün, ofise bir kurye ile gelen paketi “Umarım doğru bir şey yapmışımdır.” diyerek bana vermişti. Anlamıştım. Açmamıştım. Sadece dolan gözlerimle ona bakıp bu adamın çok özel olduğunu yüreğimin derinlerine kazımıştım. Benim adamım değildi, ama birisi için çok özel olacaktı. Belki çoktan olmuştu.
Bir gün o kadının gizemini çözmeye işte o an karar verdim. İsimsiz çiçeğin adını koyacaktım. Bunu Eray’ı ya da kızı yaralamadan nasıl yapabilirdim bilmiyordum ama bir yolunu bulacaktım.
Eray hayatımdaki herkesle tanışmıştı. Kanka olmamıştı elbette. Onun tarzı bu değildi. O herkese mesafeli olmayı seviyordu. Biz, onun hiçbir teklifimizi geri çevirmemesinden anlıyorduk bize olan yakınlığını.
Hayatı yaşama kalitemizi de bir tık yukarı taşımıştık sayesinde. Yemeğe gitmemizi önerdiğinde, hepimiz giyiniyorduk. Ben bile onun yanında süslü dolaşmaktan hoşlanıyordum. Çünkü doğaldı. Başkasına göstermek isteyerek değil, kendisine, yanındaki kadına ya da erkeğe saygı duyduğu için bakımlı ve tiril tiril oluyordu. Sandalyemi tutan, suyumu dolduran, ama benzer özeni Yıldırım’a, Mert’e ve Tolga’ya da gösteren bir adamın yanında avam olamıyordum. Küfürlerimi içime gizliyordum. Bunu gönülden yapıyor, kendimi kısıtlanmış ya da yönlendirilmiş hissetmiyordum.
Onu tanıdıktan sonra, önceki hayatımda beni rahatsız eden bütün o sosyetik ikiyüzlülüklerin, sadece birer taklit oluşları nedeniyle midemi bulandırdığını anladım. Onların dünyasından kaçmıştım ama Eray’ın dünyası beni kucaklamıştı.
Bu kez Bebek’te çok popüler bir restorandaydık. Doğum günümdü. Bekârdım, yirmi yedi yaşıma girmiştim ve ufukta bir ilişki ihtimali de yoktu. Sabah aynada gözaltlarımın bu kadar mor olmasının normal olup olmadığı üzerine kafa yormuş ama bir sonuca varamamıştım. Siktir! Yaşlanmaya başladığımı biliyordum.
Bir kadın bunu bilir. Hisseder. Aynada yakalar. Sallamıyorum der, ama çoktan yas tutmaya başlamıştır. Çoğunlukla o ilk tespitin ardındaki bir iki ay içerisinde evlenir ve ilk çocuğuna anında hamile kalır. Ben değil ama… Göğüslerim henüz bir tükenmez kalemi düşürmeden tutabiliyor(*) olmasa da yer çekiminin etkisinin başladığını keşfedeli bir seneye yakın olmuştu. O zaman evlenmediysem daha da evlenmezdim. Zaten evlenebileceğim kimse de yoktu.
Yıldırım iş yerinden bir kızla gelmişti. Hoştu. Daha fazlasını bilmiyordum. Sadece hoştu.
Mert ve Tolga artık her yere birlikte gidiyorlardı ve bunu teklif aşamasını geçip doğallaştırmışlardı. Mert bir çift gibi davrandıklarını kendisine itiraf etmiyorsa bile, çift olmanın her türlü gereğini yerine getiriyordu. Acaba öpüşmüşler miydi? Eski kocamın yataktaki halini hatırlayınca, bu konuyu düşünmekten anında vazgeçtim.
Ya Yıldırım ile bu kız? Yatmış olabilirler miydi? Sana ne, demeyin. İnsanın bu kadar tekdüze bir hayatı olunca etrafındakilere sarmak hoş oluyor.
Tolga garsonlardan birine işaret edince, adam elinde dikdörtgen bir paketle masamıza geldi. Tolga üzerindeki kâğıtları özenle kaldırarak paketi açtı ve beni adının Karanlıkta Turuncu Bir Çığlık olduğunu ezbere bildiğim bir tablo ile baş başa bıraktı. Söz verdiği gibi, beni çizmişti. İlk tanıştığımız gün üzerimde olan turuncu stilettolarım ve bandanam siyah bir zeminde parıl parıl parlıyordu. Bedenim gölge halinde o karanlıkta belli oluyordu. Siyah tonlarda ama kesinlikle gülümseyen bir eser ortaya çıkarmıştı benim harika ressamım.
Mert bana inci bir kolye almıştı. Kibarım. Aşağısı kesmez. İlla hava atacak. Ama art niyet yoktu bunda. Öyle öğrenmişti hayatı.
Yıldırım rengârenk saç bantlarından oluşan bir kutu bırakmıştı kucağıma. Aynı tonların papyon ve mendilleri de kutunun gizli bölmesinden çıktığında restoranı kahkahalarımla inletmekten hiç gocunmadım.
Eray kibardı. Çok pahalı olmayıp böylece özel bir anlam taşımamasına özen gösterdiği bir bilezikle beni onurlandırmıştı.
Yıldırım’ın kız arkadaşı da aldığı bir kitabı verdiği an gözüme daha sevimli görünür oldu. Ortama uymak için çaba harcamıştı. Bu onun Yıldırım’a değer verdiğini gösteriyordu. Aferin ona.
Yemeğimiz keyifli, kahkahalı ve bol alkollüydü. O kadar alkollüydü ki, kız yerinden kalkarak “Erhan Bey, Nesrin Hanım merhaba, ne güzel tesadüf.” dediğinde algılayamadım. Nesrin Hanım da kimdi. Erhan benim Erhan’ım mıydı? Burada mıydı? Başımı yanımızda duran iki kişiye çevirdiğimde bana bakmayan bir Erhan gördüğüm an, onun benim Erhan’ım olmadığını anlamam da hızlı ve ayıltıcı oldu. İki saniye önce sarhoştum, şimdi ise bedbaht.
O, her gece karşımdaki tablodan süzülüp beni yatağımda yakıp yıkan Erhan değildi. O gözünü yanındaki Nesrin cadısına dikmiş, bizim masamızda da o kız üzerine atladığı için zorunlu olarak duraklamıştı.
Erhan bakmıyordu bana. İçime girmişti değil mi? Saplantısıydım ben onun. İçimi doldurmuş, nabız gibi orada atmış, benim kalbim de ona eşlik etmişti. Yüzündeki huzur şu anda orada değildi. İşte o an, Erhan’ın en yalın halinin içimde olduğu o an olduğunu anladım. Orada bütün maskelerinden sıyrılmıştı. Şimdi ise, yine maskelerin, duvarların, yalanların ardındaydı. Ben kazanmıştım. O Nesrin cadısı her kimse, onun yanında yalandı Erhan. Bu düşünceyle gülümsedim.
Masamızdan uzaklaşan çiftin ardından, Yıldırım ile aynı yerde çalışan o kız bir anda onlar hakkında bildiği ne varsa anlatmaya başladı. Bense duyduğum ilk cümlede kaldım. Erhan’ın karısı. Hani çocuk yapmak istemeyen, o yüzden ayrıldığı karısı… Erhan o kadının içine boşalmıştı. Defalarca hem de. Benim içime hiç boşalmamışken, onun içine bütün zevkini haykırmıştı… O kadın Erhan’ın içinde gidip gelmesinin nasıl bir şey olduğunu biliyordu. Ben bilmiyordum. Kendimi o kadar zavallı hissettim ki.
Eray’ın yüzümü ellerinin arasına alıp kendisine kaldırdığını, gözlerime sevgi dolu gözlerle bakıp alnıma küçük bir öpücük kondurduğunu, beni kaldırıp belime sarılarak restorandan çıkardığını hayal meyal hatırlıyorum. Bir de kulağıma “Güce sahip olmadığın anlarda bile güçlüyü oyna tatlım. O zaman kimse seni yıkamaz.” dediğini…
Eve girip yatak odama geçtiğimde ışığı bile açmadım. Kapının yanında durup öylece tablonun içinde beni bekleyen gözlere baktım. Alev alevdi. Hazırdı. Tek amacı bana sahip olmakmış gibi içimi yakıyordu. “Hayır.” dedim. “Artık olmaz.” Sinirlendiğine yemin edebilirim. Arkamı dönüp yatağa yürüdüm. Ensemden tutulup yatağa fırlatıldığımda ne olduğunu bile anlayamamıştım. “Demek artık olmaz…” diye fısıldadı kulağıma.
“Olmaz.”
“Karşı koy bana o zaman.”
Kulağımı dudaklarının arasına alıp emmeye başladığında tepeden tırnağa her tüyüm havalandı sanki. Bedeniyle beni yatağa bastırıp hareket etmemi önledi. Başımı bile çeviremiyordum. Dili kulağımdan enseme kaydığında inledim.
“Olmaz.”
“Ben sana dokunduğumda, zevk almamak elinde değil.” Her hücrem bunun doğruluğu ile sarsıldı sanki. Elini bedenimin altına sokup elbisemin göğüs kısmını çekiştirmeye başladı. Ağzıyla da omuzlarımdaki bantları kenara çekiyordu.
“Yapma.”
Sanki bunu söylememi beklemiş gibi elbisemi bir anda sıyırdı bedenimin üst kısmından. Hoyrattı. O elbiseden, onun bedenimi sarışından nefret ediyordu. “Sen bana aitsin.” Kumaşın üzerimde kalan kısmını da bir çırpıda sıyırıp beni yüzüstü yatağa bastırmaya devam etti.
“Sen de bana ait değilsen, ben sadece kendime aitim.”
Ne ara soyunmuştu? “Bana ait değilsen, karşı koy o zaman.” Elleri göğüslerimi sarmalarken bedeniyle beni yatağa iyice bastırıp karşı koymama engel oldu. Çıplak bedeni sırtıma, kalçalarıma, bacaklarıma sürtünüyor, beni kendisine hazırlıyordu. Bacaklarımın arasındaydı ve içime giden yoldaki tüm engelleri ortadan kaldırmayı başarmak üzereydi. Islanmıştım. Titriyordum. Onu, hayatımdaki her şeyden çok istiyordum. Diliyle boynumu keşfederken kalçalarımın arasında dolaştırdı sertliğini. Oynuyordu benimle. Yalvarmamı bekliyordu. Bedenim onun bedenine doğru havalanıyor ve her hücrem onu istediğimi haykırıyordu.
“Hayır!”
O hoşlanıyordu bundan. Her itirazım zevkini artırıyor, önüne yenilecek bir engel çıktıkça zevki bileniyordu. Sertliğini kalçama bastırarak “Durdur beni hadi.” dedi.
“Dur!”
“Asla durmayacağım.” Kendini bedenimin üzerinden biraz kaldırdı. Elini bedenimin altına koyup beni kendisine doğru kaldırdı. Güç uygulamamış, bedenim kendiliğinden uzanmıştı ona. Benden uzaklaşıyor, ona gitmemi sağlıyordu. Eliyle bedenimi buna yönlendiriyordu. Teslim olmamı sağlıyordu.
“Durduracağım seni.”
Çok eğlendiğini kulağımı dolduran kahkahasından anlıyordum. “Bana açsın. Sana vereceğim zevke muhtaçsın. Sırılsıklam ve sıcacıksın.” Eliyle bacaklarımın arasını kavradı ve beni kendisine doğru kaldırdı. Kocaman cüssesi için ben bez bir bebektim. Nereye isterse kaldırıyor, çekiyor, yapıştırıyor, sürtüyordu. Tek eliyle benim bedenimle istediği gibi oynuyordu.
Orgazmım yaklaştıkça bedenindeki zafer heyecanı beni daha da uyardı. Yine kazanacaktı. Ben yine onun sınırları içerisinde bana lütfedilen zevke karşılık kimliğimi, kişiliğimi verecektim. Eliyle beni kendisine iyice yapıştırdı. Yanağını yanağıma yaslamış, nefesimi dinliyordu. Bütün girişlerim onun bir iteklemesiyle büyük bir zevki karşılamak üzere hazırdı. Eline akıyordum. Yatağa akıyordum. Arkadan dayandı bana. Eliyle bastırarak içime girmeye hazır olan aletini daha çok hissetmemi sağladı. Hazırdım. Açılmıştım. Biliyordu. Gülüyordu.
“Hayır!”
Daha çok kaldırıp bastırdı beni kendine. İtirazım umurunda değildi.
“Hayır!”
İçime girmek üzereydi. O kadar ıslaktım ki, yuvasına kavuşmaya hazırdı.
“Evet. Beni istiyorsun. Söyle hadi.”
“Hayır!”
Beni sadece eliyle kaldırarak kendisine sürtüyordu. Benim bir şey yapmama gerek yoktu. O ne isterse o oluyordu. Nasıl zevk alırsa bedenimi oraya dokunduruyordu. Bedenimden alabileceği tüm zevki ben vermeden, küçücük bir çabayla alıyordu.
“Al beni içine. Sarmala. Her yerini doldurup sana hazzın en büyüğünü yaşatayım.”
“İçime girmeyeceksin. Bir daha olmaz.”
Biraz daha bastırdı. “Hazırsın. Bedenin beni istiyor.”
“Ama ruhum istemiyor. Seni içime almayacağım. Seninle zevk almayacağım. Sana zevk vermeyeceğim. Sana ait değilim ben. Bırak beni.”
Durdu. Beni kendisine daha da yasladı. Biraz daha itse içimdeydi artık. Durdum. Ruhum kabul etmedikçe beni sikebileceğini ama bana sahip olamayacağını anlamasını bekledim. İstediğimin sikilmek olmadığını anlamasını bekledim.
Yatağa doğru bıraktı beni. Bedenim yumuşak örtüye dokunduğu an, kazandığımı anladım. Elleri çekildi bedenimden. Nefesini duyuyordum. Kendimi yatağa daha da bastırıp uzaklaşmaya çalıştım onun sıcaklığından.
Kalktı. Sırt üstü dönüp ona bakmadım. Arkamda bir süre bekleyip kararsız kalışını dinledim. Sonra bedeninin yavaşça havalanıp resmin içine dönüşünü duydum. Karanlıkta alevlerin çıkardığı çatırdama seslerini dinledim bir süre. Sonra sessizlik…
Bitkindim. Sarhoştum. Buna rağmen kalkıp ışığı açtım. Yatağımın karşısında duran resme bakıp, “Ben istemezsem bana sahip olamazsın.” diyerek çerçeveye uzandım. Duvardan indirip çalışma odasına götürdüm. Dolabın kapağını açtım, içine koyup kapağı kapattım.
Odama dönüp kendimi duşun altına attığımda, hala “Ben vermezsem kimse alamaz beni…” diye tekrarlıyordum.
(*) Erkeklere özel açıklama. Bilmezsiniz belki… Bizim göğüslerimizin dikliği, altına koyduğumuz tükenmez kalemi tutmayı becerip becerememeleri ile ters orantılıdır. Kalem düşüyorsa, yaşasın! Bizim bızdıklar hala bomba demektir. Düşmüyor da tutuluyorsa… Vah ki ne vah…