Seçilmemiş Bölüm 3

Seçilmemiş Bölüm 3

Hayatın bonkör yönlerinin kendisiyle köşe kapmaca oynadığını küçük yaşta keşfetmişti Elif. Çocuklar acımasızdı. Şehla göz demek, her çocuğun arkasından en az bir kez “Şaşı şaşı, gel sırtımı kaşı” diye bağırması demekti.

Annesi kimsenin Elif için ‘güzel, sevimli, tatlı’ dediğini duyamamıştı. Bunun yerine gizli gizli Elif’e bakarak konuşan teyzeler ‘büyüyünce düzelmek,’ ‘bir doktora danışmak,’ ‘ameliyatla bu tür hataların düzeltilebildiğini duymuş olmak’ gibi fısıltılı yorumlarla kadını bunaltırlardı.

Yaşıtlarıyla birlikte olmanın sadece oyunlarda ebe olmak olduğunu, kitapların çok daha iyi birer arkadaş olabileceğini keşfettiğinde henüz ilkokuldaydı. Farklı hayatlar yaşayan insanların hikâyelerinde kendisini kaybeder; başrolde kendisi olsa, hikâyenin nasıl bir seyir izleyeceğini uzun uzun düşünürdü.

Genç kızlığa adım atarken, güzel olmadığını çoktan kabul etmişti. Sivilceli erkekler bile ona beğenerek bakmayacaklardı. Bunun için üzülmek yerine, elinde olanı kabul edip, bir erkeğe verebileceği neyi olduğunu bulmaya yoğunlaşmıştı. Listelediği özellikler, sadece iyi bir insanın özellikleriydi. Elif’in günlük alışveriş listesi bile bundan uzundu. 

İnsanın kendisine karşı dürüst olmasının, onu diğer insanlar karşısında güçlü kıldığını keşfettiğinden, tüm eksik ve zayıf yönleriyle korkmadan yüzleşirdi. Asla kendini kandırma yoluna sapmaz, hepsini gidermenin ya da diğer insanlardan gizlemenin yollarını arardı. İnsanlara kendisini üzme fırsatı vermeden, önlemini alırdı.

Bir tek seks yaşamında çuvallamıştı. Bir erkeğin dokunuşu kendisinde en ufak bir duygu uyandırmıyordu. Sonuna kadar gitmiş, değişik tipte erkekler denemiş, bir keresinde asla seçmeyeceği bir erkekle bile birlikte olmuş; ama hepsinde başarısızlığa uğramıştı.

Seksin, bilinçsiz bir arayışı sürdürmeye değecek bir konu olmadığına karar verdiğinde, onu da hayatındaki yetersizliklerinin sıralı olduğu listeye ekleyerek yoluna devam etmişti.

Sıradanlığı, onun erkeklere karşı en büyük silahı, aslında ilk zekâ testiydi. Bunu geçemeyen hiçbir adamla uğraşmazdı. Ne komik ki sadece seçilmemişler geçebilirdi bu testi. Kendisi gibi, birilerinin tercihi olmayanlar…

O hiç seçilmemişti. Hayat onun dışında yaşanır, o geriye kalanla yetinirdi. Okulda aynı sıraya oturmak isteyenler bir kenara ayrıldığında, o, geriye kalan seçilmemiş son kişiyle otururdu. Oyunlarda herkes takımını seçtikten sonra, eksiği kalan son takıma katılırdı. Mezuniyet balolarında partneri olmayan son seçilmemişle dans ederdi.

Kitaplarla zenginleşen kişiliği, zehir gibi zekâsı ve kendine güveni, zaman içerisinde insanların gözündeki görünürlüğünü artırır; ilk seçimlerinden sıkılanlar Elif’e yakınlaşırlardı. O ise, seçilmemişliğini hiçbir zaman unutmaz, bu yakınlaşmaları biraz da küçümseyerek belli bir sınırda tutardı. Sonradan gelişlerin değeri yoktu. Sonradan gelişler, onun seçilmemişliğini daha çok vurgulardı.

Ceren’in kapıdaki birine el sallamasıyla, ajanstaki çizerlerden Zeynep coşkuyla yanlarına geldi. Son iki haftadır deli gibi bir medikal şirketinin reklam kampanyasını hazırlamışlardı. Bugün sunuma giden grupta Zeynep de vardı ve gözlerindeki ışıltıdan müşterinin işi beğendiği anlaşılıyordu.

Zeynep’in gelişiyle bardaki bütün bakışlar ona döndü. İnci gibi dişler, her an gülümseyen kışkırtıcı dudaklar, uzun sarı saçlarının arasından kalp şeklinde görünen yüzde incecik kaşlar ve ‘önceki yaşamımda bir aristokrata aittim’ diye bağıran minik, kalkık bir burun. Kimsenin bu detayları atlama gibi bir şansı olmazdı. Kısa yeşil eteğinin üzerine giydiği dar beyaz bluzu bedenini bir manken gibi sarıyor, uzun topuklularının üzerinde sanki sahildeymişçesine rahat hareket ediyordu. İnce bedeni ve upuzun bacakları ile dışarıdan bakanlar için tam bir afetti. Onu yakından tanıyanlar ise bal rengi gözlerin içindeki haylaz yeşil gölgelerin, henüz tam anlamıyla büyümemiş bir kız çocuğunun ipuçlarını verdiğini bilirdi.

Zeynep elindeki dosyaları bara fırlatır gibi bıraktıktan sonra toplantının özetini bir çırpıda anlatıverdi. Değiştirmeleri gereken sadece bir bölüm vardı. Sabah düzeltilmiş haliyle müşteriden son onay alınacaktı. Akşam yemeğinden sonra Elif’in evinde bir saatte bunu halledebilirlerdi. Sinan kendisini Elif’in evine bırakır, işleri bitince de alırdı.

Zeynep konuştuğu sürece Sinan Elif’e özgürce bakabilmenin tadını çıkarmıştı. Aynadan göremediği her detay gözlerinin önüne serilmiş; kadının dar alnını, yüzüne göre kocaman duran ve gülümsediğinde bembeyaz dişlerinin tamamını gösteren büyük ağzını, makyajın zerresinin değmediği hatlarını inceliyordu. Zeynep’ten biraz daha uzun olan kadın tüm dikkatini genç kıza vermiş, onun söylediği her kelimeyi yutarcasına heyecanını paylaşıyordu.

Yanı başında duruyor olmasına rağmen, kendisinin farkında değildi. Oysa Sinan yan gözle bile fark edilir, gözler onu yakalar, bir daha da ayrılmazdı. İçinde hissettiği hayal kırıklığını anlamlandırmaya çalışırken, Zeynep kendisinden bahsetti ve koyu kahve gözler ancak ondan sonra Sinan’a döndü. O ana kadar ne düşüneceğini bilmiyorduysa, şehla gözler kendisininkiyle buluştuğunda genç adam bildiği her şeyi unuttu.

Elif Zeynep’in Sinan adında birisiyle nişanlı olduğunu biliyordu ama onu hiç görmemişti. Selam vermek üzere adama döndüğünde, üzerine dikilmiş duygularını gizleyen bakışların derinliğiyle bir anda sersemledi.

Çok yakışıklı olduğu su götürmezdi. Zeynep’in yanında bir manken gibi dikiliyor, çevresine ‘dünya benim eserim, ben uzaktan seyrediyorum’ elektriği yayıyordu.

Doğrudan gözlerinin içine, oradan ruhuna, oradan gizlediği tüm sırlara ulaşır gibi gözünü bile kırpmadan izliyordu adam onu. Bugüne kadar kendisine hiç böyle bakılmadığını düşündü genç kadın.

Elif’in gözlerinde gördüğü uzaklık, Sinan’ın alışık olduğu bir şey değildi. Ayılıp bayılıp kendisine yaltaklanan bakışlar yoktu. Şaşkın, ama dizginleri bir an olsun bırakmayan, karşısındakini tartan, bir anda duvarının arkasına çekilip kendisini uzaklaştıran bakışlar vardı. Daha tanışmadan kadın kendisini etiketlemişti. İçinden yükselen öfkeyi perdeleyemedi.

Aralarında görünmez bir koridor açılmış, geri kalan her şey bunun dışında kalmıştı. Elif’in aklında bir arenada çırılçıplak ve silahsız dikilmiş, aslanlara yem olmayı bekleyen bir kurbanın görüntüsü belirdi. Bir an nefes alamadığını, adam buna izin verene kadar da alamayacağını düşündü. Sinan’ın gözlerinden kendisine doğru bir öfkenin aktığını görebiliyordu. Tüm sinir uçları alarma geçmiş, kendini koruma güdüsü kontrolü anında ele almıştı. İçini saran soğukluk, dosdoğru gözlerine tırmandı.

Sinan, kadının önüne diktiği duvarın yükselişini adım adım izledi. Sanki yaşamının devamı bu duvarla engellenmişti. Kendisini tehdit altında hissettiğini fark ettiği an, bütün bedenine bir gerginlik yayıldı. İçgüdüleri alarma geçerek tehdidi algılamaya, onu ortadan kaldırmaya yoğunlaştı. İçindeki öfke buza dönüşürken, kalıcı bir hasar aldığı duygusuyla sersemledi.

Söze dökülmeyen bir çarpışmada buzdan kılıçlar birbirine vurdu, dokundukları noktadan başlayarak buzu önce bedenlere, oradan yere, çevredeki her eşyaya, canlıya, dünyaya, atmosfere yaydı ve kendi kendini parçalayarak evreni tuzla buza dönüştürdü.

Zeynep’in adresi sormasıyla, dağılan dünya yeniden toparlandı ve Elif yapay bir koruma kalkanına kavuşmuşçasına buna sarıldı.

Daha önce hep birlikte gittikleri için sokak ya da daire numaralarını bilmeyen arkadaşına adresi yazdıktan sonra kendisini ortamdan tamamen soyutlayarak bara döndü ve barmenle şakalaşmaya başladı. Her gelişinde ona değişik kokteyller hazırlamayı adet edinmiş olan barmen, bundan sonraki içkisine neler katacağını hevesle anlatırken, Elif içindeki üşümeyi geçirebilmek için içkisinden büyük bir yudum aldı.

Bu adam kendisinde neden bu kadar derin bir sarsıntı yaratmıştı ki? Şu an hala kendisine baktığına neredeyse adı gibi emindi. Ela gözlere yerleşmiş olan o öfkeye geçerli bir neden bulamıyor, biraz önce yaşananları bir mantığa oturtamıyordu. Daha önce tanışmadıklarından, yollarının hiçbir yerde kesişmediğinden emindi. Onu öfkelendirecek bir şey yapmaya vakit bile olmamıştı.

Düşündükçe, adamın yanlarında bulunduğu süre içerisinde gözlerini sadece kendisine dikmiş olduğunu fark ediyor ama nedenini anlayamıyordu.

Elif güzel bir kadın değildi. Hele Zeynep ve Ceren’in olduğu bir ortamda, ancak onların makyözü sanılabilirdi. Sinan kadar güçlü bir çekiciliğe sahip bir erkek, Elif’e hiçbir durumda bakmazdı. Başka bir şey olmalıydı.

Gözleri bir an aynaya iliştiğinde, barın koyu renkli siluetinin arasında bir çift ela gözün kendisine kilitlenmiş olduğunu gördü. Ağzına götürmekte olduğu bardak elinde kaldı, bir an için o gözlerde kayboldu. Hata falan yoktu. Bu adam, Zeynep’in nişanlısı olan bu yakışıklı nevale ona bakıyordu.

Nedeni ne olursa olsun, bir şeyler çok yanlıştı. Elif kendisine yanlış nedenlerle yaklaşan herkesle baş etmeye alışıktı. İçindeki öfkenin yanına küçümseme de eklendi. Bu adam her neyin peşindeyse, kendisinden uzak duracaktı. Bunu ona öyle ya da böyle anlatacaktı.

Aynadaki siluete bakmak bile bir zaman kaybıymış gibi kafasını çevirdi ve tüm ilgisini barmene verdi.