Vurucu Bölüm 43

Vurucu Bölüm 43

[Dörtnala]

“Elimi hissediyor musun?”

Alp Naz’ın yanına uzanmış, başını da avcuna dayamıştı. Gözleri gri-mavilere akıp giderken boştaki eliyle de kızın yüzünü okşuyordu.

“Hissetmek ve hissettiğini hayal etmek arasındaki farkı anlaman mümkün değil mi?”

Bilmiyordu Naz. O gözyaşında sanki ilk defa hissettiğini sanmıştı ama… Artık hiçbir şeyden emin olamıyordu.

“Okuduğum o kitapta diyordu ki beyin bedenin anahtarıymış. Ve sen neye inanırsan, beyin de ona inanırmış. Bu da demek oluyor ki, bedeninin anahtarı sensin.”

Naz Alp’e inanıyordu. Bu sayılır mıydı?

“Kapat gözlerini ve sana ne yaptığımı anlamaya çalış bakalım.”

Karanlık. Olsun, Alp yanında nasıl olsa. O yüzden bu sadece bir karanlık.

Nefesi yaklaşıyor… yaklaşıyor…

Dudaklarının olduğu yerde nefes sesi. O zaman… Öpüyor mu?

Evet evet. Öpüyor Alp! Burnunu sürtüyor kendisininkine. Nefesi üst dudağın hemen üzerinde. Dudaklarının arasına alıyor onu. Islatıyor diliyle. Boydan boya. Dişler… Isırıyor! Çok güzel! Çok! Bu duyguyu bir daha yaşayabileceğini hiç sanmazken… Çok güzel! O hızlanan nefes kimin? Kendisinin mi?

“Aç gözlerini.”

Hayır. Açmak istemiyor ki. Alp onu biraz daha öpsün istiyor.

Kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır.

“Bunların hepsini hissettin mi?”

Kıpır.

“Güzel miydi?”

Kıpır.

“Aşkım… Çok çapkın bir beynin olduğunu kabul et.”

Kıpır.

“Yerimden kıpırdamadım ben. Hepsini hayal ettin.”

Kısa bir an duraklamanın ardından bir gözyaşı damlası gri-mavilerden kopup düşünce telaşlandı Alp.

“Hey! Neden üzüldün ki şimdi? Hey!”

Eğilip o dudakları tam da Naz’ın anlattığı gibi öptü.

“Aşkım… Anlamıyor musun? Beynin hatırlıyor. Onu kandırdın. Onu öpüldüğüne inandırdın.”

Kıpır.

“Sen inanacaksın, o zaman beynin de inanacak. Anladın mı?”

Kıpır.

“Ona, ben sana dokunduğumda hissetmeyi yeniden öğreteceğiz. Tamam mı?”

Kıpır.

“Nasıl da söz dinlermiş benim aşkım.”

Ödülü de arka arkaya dudaklarına kondurulan öpücükler oldu. Öyle uzun sustular ki, düşünceleri birbirine karıştı, dokunuşlar yoğunlaştı.

“Naz.”

Kıpır.

“Bebeklerimizi istiyor musun?”

Bekledi adam ama göz kapakları titreşmedi.

“Cevap vermek mi istemiyorsun, cevabı mı bilmiyorsun?”

Gözyaşı.

“A, ama sen her sıkıştığında ağlayarak mı kurtulacaksın benden?”

Kıpır.

“Ben de çok korkuyorum. Birlikte korkalım.”

Kıpır.

“Bence herkes ilk başta böyle korkuyordur.”

Kıpır kıpır.

“Ameliyat sırasında kullanılan ilaçlar yüzünden mi?”

Kıpır.

“Doktor dedi ki, eğer sorun olsaymış zaten en başta düşerlermiş. Şu anda onların engelli olma ihtimali herhangi bir bebeğinki kadarmış.”

Kıpır.

“Tamam. Ben sadece sordum. Asla zorlamam seni.”

Kıpır.

“Evet isterdim.”

Kıpır.

“İçinde senin yer aldığın bir ailem olurdu çünkü.”

Kıpır.

“Babanla konuştuk bunu. Eğer sen kabul edersen bize destek verecek.”

Kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır.

“Evet, bugün söyledi. Ama bence düşüncelerini kendisinden duy. Ben taraflı olabilirim.”

Kıpır kıpır.

“Bir tek şeyi yüreğine, beynine, bedenine iyice işle Naz. Seni seviyorum. Sen kendini ne şekilde iyi hissedeceksen öyle olsun istiyorum.”

Kıpır.

“Ben olsam bana uysal demezdim. Maymun ettin beni kendine.”

Kıpır.

“Pars olduğum günler eskidendi aşkım. Havuzda diktin gözlerini üzerime, önce kedi oldum sonra maymun.”

Kıpırpırpırpır.

“Şımarık.”

Sonra da öptü Naz’ı.

Bir öksürük sesinin ardından, kınayan bakışları Alp’e dikilmiş Süreyya Ural dikkati üzerine çekti.

“Nasılsın kızım? Rahat mısın odanda?”

Gözlerini tek bir kere kırpınca bunun onaylamak olduğunu biliyordu Süreyya.

“Kalabalıksa boşaltayım. İster misin?”

Gözlerinin içi güldü prensesinin. Kucağına zıplayıp bacaklarını da beline dolayıp kollarıyla sıktığı boğazından nefesini keserken binlerce öpücük kondursa görüneceği gibiydi bakışları.

“Biraz konuşalım mı kızım?”

Konuyu tahmin ettiği, Alp’in Naz’ın yanından kalkıp kendi yanına gelmesinden belliydi. Önemli durumlarda, herkesin tepkisini görebilmesi için Naz’ın baktığı noktaya topluyordu Alp odadakileri. İşte şimdi de, yatağın kenarına oturmuştu Süreyya, Alp de yanında ayaktaydı. Düğmelerle oynayarak Naz’ı biraz daha oturma konumuna getirdi.

“Bebeklerle ilgili bir karar verme zamanın yaklaşıyor, biliyorsun.”

Solmuş muydu kızının rengi?

“Rahim tahliyesi yapılacaksa, bunu doktoruna söylememiz gerekiyor.”

Alp de pür dikkat Naz’ı seyrediyordu.

“Eğer sen… onları… onları doğurmayı düşünürsen… sonuna kadar yanında olacağımı bilmeni istiyorum.”

Bir kere bile kırpmadı gözlerini Naz. Hatta nefes almadı. Gözlerini babasından hiç ayırmadı.

“Başta, tek başıma onlara bakabileceğimden emin değildim.”

Huzursuz olduğu öyle anlaşılıyordu ki, Alp elini uzatıp adamın omzunu tuttu.

“Ama şimdi… biz Alp ile konuştuk.”

Süreyya bu desteğe minnettardı.

“Onların bakımını ikimiz rahatlıkla sağlayabiliriz diye düşündük.”

Parlamıştı. Naz’ın gözleri parlamıştı!

“Reha da artık bizimle çalışıyor biliyorsun. O ve Alp fabrikadaki işleri öğrenip yükü üzerimden alırlarsa, seninle daha fazla zaman geçirebilirim.”

Soru işaretleri… işaretleri… işaretleri…

“Alp de ilk kattaki odalardan birine yerleşirse…”

Şok?

“İş dışındaki saatlerde seninle ve bebeklerle olabilir.”

Şimdi bayılacaktı herhalde Naz. Rengi gerçek anlamda beyaza dönmüştü.

“Naz?”

Alp’in tedirgin sesi Naz’ın bakışlarını ona çevirdi.

“İyi misin aşkım?”

İyi miydi? Şu anda Naz’ın çok mutlu olması gerekmiyor muydu?

“İstersen sen biraz düşün, aklına takılan bir şey olursa ikimizle de konuş, sonra da kararın neyse, ona göre yaşamımızı biçimlendirelim. Olur mu kızım?”

Ses seda çıkmadı Naz’dan. Ne evet, ne hayır. Alp’in tedirginliğini de tam arkasında olmasına rağmen hissedebildi Süreyya.

“Hadi bakalım, bir şey gerekirse yukarıdayım ben.”

Ve tam anlamıyla kaçarak uzaklaştı adam. Dışarı çıktığında, içeride ne olduğunu bir türlü anlayamamış olmanın verdiği huzursuzlukla bir süre merdivenlerin başında bekledi. Birkaç basamak henüz çıkmıştı ki Alp peşinden geldi.

“Ne oldu içeride, sen anladın mı?”

Suratı kararmış oğlanın da bir şey anlamış gibi bir hali yoktu.

“Hayır.”

“Sen neden çıktın peki?”

“Yalnız kalmak istedi.”

Eyvah. Yanından hışımla geçip yukarı çıkan adamın arkasından üzüntüyle baktı Süreyya. Bir şey kaçırıyorlardı. O şey ne ise, ikisi de göremiyorlardı. Geri döndü. Naz’ın gözleri kapalıydı. Ama yaklaştıkça gözyaşları belirginleşti

“Naz.”

Açıldı gözler. Damlalar birbiri ardına döküldü gözlerinden.

“Sorun ne Naz?”

Kıpır kıpır kıpır kıpır kıpır.

“Bekle.” Cebinden kağıdı çıkarıp düzeltti, “Tek tek… Ben sizin gibi çabuk anlayamıyorum.”

Kıpır.

Kıpır.

Kıpır.

“O bunu göze aldığını söylüyor Naz.”

Kıpır.

Kıpır.

“Her ilişkide böyle bir risk vardır kızım. Ki… Sizinki nasıl bir ilişki ben bunu da çok anlamış değilim ama Alp o kadar kendinden emin ki, bana sanki zaten bundan başka türlüsü olamazmış gibi hissettiriyor.”

Kıpır.

Kıpır.

“Naz… Biraz yavaş kızım.”

Kıpır.

Kıpır.

“Kızım…”

Kıpır.

Kıpır.

“Anlıyorum da…”

Kıpır da kıpır. Kıpır da pır. Hatta kıpırpırpır. Üstelik kıpırıkpıkpık yani.

Süreyya yorulmuş, ama tek bir harfi kaçırmadan Naz’ı anlamayı başarmıştı. Artık kâğıda bakmıyordu. Zaten dehşet içinde Naz’a bakmaktan başka bir şey elinden gelmiyordu.

“Bunu kabul etmez.”

Pır.

“Tamam, ben söylerim.”

Ve Naz gözlerini kapattı. Süreyya yatağın başını aşağı indirdi, çekinerek kızını alnından öptü.

“Sen mükemmel bir kadınsın. Ne zaman bu kadar büyüdün?”

Ve ardından odadan çıktı.

Tam on beş dakika sonra, Alp Kalaycı kapıları çarparak Uralların villasını terk etti. Sesler alt kata ulaştığında, Naz’ın gözleri açıldı, bir süre henüz gökyüzü olmayı başaramamış sevimsiz tavana baktı, sonra karanlık bir yalnızlığa yeniden kapandı.

***

Tesisin biraz uzağında, bir ağacın altına park etmiş arabada oturan adam gördüklerini elindeki dosyayla karşılaştırıyordu. Her yer o kadar yeşildi ki, bir süre burada dinlenmek, tedaviyi bu ortamda gerçekleştirmek ona çok iyi gelecekti.

Elindeki dürbünle etrafı santim santim inceledi. Kapıdan içeri girildiği andan itibaren asfaltın yerini çim ve toprak alıyordu. Beş yüz dönümlük arazide şehirden çok orman iklimi hüküm sürüyordu. Koşan atlar, iplerinden tutan insanlar, yürüyenler, çitlere dayanmış seyirciler, atlara ait yaşam alanları oldukça iyi düşünülerek tasarlanmış bu tesiste bambaşka bir dünyada yaşandığı hissini veriyordu.

Görebildiği yapıların tümü sarmaşıklarla doğal ortama entegre edilmişti. Dışarıdan bakan kimse, atların dışında bir yaşamın burada hüküm sürmekte olduğunu tahmin edemezdi.

Yeniden dosyaya yoğunlaştı.

…bla bla ebatlarında kapalı manej, açık manej…

…bla bla  yumuşatma sahası…

…bla bla çim padok…

…kulvar…

…açık ve kapalı lonj tesisleri…

…klinik hm burası mı olacaktı acaba tedavinin yapılacağı yer?

…laboratuvar

…nalbanthane

…yürüme makinası

…kum pist, çim pist

…kafeterya, restaurant

…seminer, toplantı, projeksiyon odası

…Pony Club sevsinler ponylerini. Kendi kulübü yanmıştı. Her şeyi yanmıştı. Lanet olsun.

…Butik

…Soyunma odaları

…Şömine köşesi

…Cafe, vitamin bar

Dürbüne gözlerini dayayıp okuduklarına benzeyen yapıları dolaşırken atın üzerindeki bir figüre takıldı gözleri. Yüzünü göremiyordu ama diri, taze beden gözlerini okşuyordu. Padoktaki diğer figürlere baktı. Atkuyruğu yapılmış saçlar… Kızarmış yanaklar… Ellerde eldivenler… Pek sosyaldi canım burası.

Madem bir süre burada kalacaktı… Küçük bir şişe çilek şurubu getirmesinde bir sakınca yoktu. Bir de minik makinesini. İnsanın ne zaman görüntü almak isteyeceği belli olmazdı. Bir atın üzerinde mesela.

İlk seferini atın üzerinde yaşamak avına ne hissettirirdi acaba? Dizginleri tutan ellerinin arasında, atın üzerinde özel olarak tasarlanmış bir eyere bağlanmış,  bacakları beline dolanmış… hem kendisinden, hem de düşmekten korkarak… Of! Bunu neden hiç denememişti ki? Yaşı ilerledikçe zihni açılıyordu galiba.

Dörtnala giden bir atın üzerinde… Çıplak bir bedenin içinde… Atın ritmine uyarak ileri geri… ileri geri… kulağında rüzgarın sesi… çığlıklar… çığlıklar… çığlıklar… Sırf bunun için yeniden ata binebilirdi.