Vurucu Bölüm 34
[Zibidi]
Sadece bir gölgeydi. Asansör kapısının kapanmasına milim kalmışken odanın önünde belirmişti. Normalde fark etmezdi ama o kemik yapısı… İçgüdülerini dinlemiş, hareket etmeden hemen önce kapıları açan düğmeye basmıştı. Ödülü, içeriyi seyreden adamı görmek olmuştu.
Cengiz’in hazırladığı dosyada Ziya Kalaycı’nın fotoğrafı olmasa bile, onun Alp’in babası olduğunu anlardı Süreyya. O da tıpkı oğlu gibi her şeyin fazlasıydı. Üstelik akranı olmasına rağmen kendisinden en az on yaş genç ve diri görünüyordu. Aralarındaki fark, oğlanın zibidi lakabını taşıyacak kadar doğal olmasıydı. Oğlan gerçekti, baba görüntü.
Ve Süreyya Alp’e başından beri neden inandığını Ziya Kalaycı’ya bakarken anladı. Oğlan asla olmadığı gibi görünmeye çalışmamıştı. Süreyya duymaktan hoşlanmamış olsa bile duygularını saklamamış, cömertçe ortaya dökmüştü. Onun doğallığı, kendiliği, babasının özenle parlatılıp dış görünümüne yedirilmiş sinsi mükemmelliğiyle yan yana geldiğinde ışıldamıştı.
İyi de zibidinin neden burada olduğu anlaşılabilirdi, kendisini Naz’ın beyaz atlı prensi sanıyordu. Peki ya baba Kalaycı? O neden buradaydı? Süreyya onların aralarında baba oğul ilişkisi olmadığını biliyordu. Hem Cengiz’in anlattıklarından hem de gördüklerinden. Hoş, anladığı kadarıyla Ziya’nın kimseyle bir ilişkisi yoktu. Ne bir akraba, ne bir arkadaş, ne de sevgili. Adamın hayatında, neredeyse hiç değişmeyen bir düzineye yakın korumadan başka kimse yoktu.
Kimdi bu Ziya Kalaycı gerçekte? Cengiz’in söylediği gibi görünmez bir suç makinesi mi yoksa kendi yalnızlığında kaybolmuş bir adam mı? Belki oğluyla ilişkisini yoluna koyma yöntemini bulamayan yitik bir baba…
Ziya odaya girdiğinde, Süreyya adamlarına beklemelerini işaret edip oda kapısına yürüdü. Onunla birlikte hareketlenen Burak, adamlardan birinin kolunu tutmasıyla durmak zorunda kaldı. Oysa Ziya Kalaycı’yı tanımıştı, neler olacağını deli gibi merak ediyordu ama anlaşılan bu yeni korumaları ikna etmesi mümkün olmayacaktı.
Artık kapıdan içeriye bakan Süreyya idi. Sahne bıraktığı gibiydi. Naz tepkisiz, Alp yaralı ve öfkeli. Davetsiz misafir memnun görünüyordu. Fazla memnun.
Kıpır. Kıpır. Kıpır…
Süreyya gülümsedi. Zibidi yine Naz’a ulaşmayı başarmıştı. Ama bunun karşılıklı bir konuşma olmadığını hemen anladı. Naz tek bir şey söyleyip sustu çünkü. Süreyya Alp’in donup kalışını, yüzüne bir maskenin yerleşmesini izlerken ürperdi. Oğlan o maskeyle alıştığı, neredeyse sevmeye başladığı Alp olmaktan çıkmıştı. Değişmiş, matlaşmış, her türlü duygudan arınmıştı. Babasına benzemişti.
Ziya’nın uyuşturan sesi odaya yayıldığında, algıladığı kelimeler ve yüklenen anlamlar kanını dondurdu. Ziya Alp’e parayı, gücü, her şeyi veriyor ve ondan torunlarını istiyordu. Alp’i değil… Kızını ve torunlarını…
Neden?
Reha’nın titremeleri ve hiç durmaksızın kusma ihtiyacı bile sanki bu sorunun cevabı yüzündendi. Ve o cevap CD’lerdeydi. Ama Süreyya medeni olmak adına kızını neye karşı koruyacağı hakkında bilgi edinme ve önlem alma şansını bilmeden feda ettiğini şimdi anlıyordu.
Korku ve öfke pişmanlıkla yoğrulurken duydu Alp’in kelimelerini. Konuşan, kendi zibidisi değildi. Duydukları, bildiklerine uymuyordu. Hele Naz için kullandığı o boş vermiş ses tonu… Keman yayı gibi gerilmesine neden oldu.
Annesinden bahsederken düşen omuzlar tanıdık geldi sadece ama onun dışında babasıyla barışmaya doğru adım adım ilerleyen bir evlattı artık o. Naz’ı boşlayan, yok sayan, kendini o ilişkiden riyakârca sıyırıp yeni hayatına yol alan…
Cengiz’in uyarıları, Burak’ın nefreti çığlık çığlığa haklı olduklarını bağırırken ‘Hayır,’ dedi içinden. ‘Benim zibidim gerçek. Bu değil.’
Buna karar verdikten sonrasında onun kendisi hakkındaki cümlelerini gülümseyerek dinledi. Oğlan oynuyordu. Gerçeklere gerçek olmayanları karıştırıyordu. Alp’in babasını bilinçli olarak o son soruya taşıdığını anladığında, Süreyya zibidisiyle gurur duydu. Yatalak bir kız ve iki bebeğini neden bu kadar çok istiyorsun?
Evet… Neden?
Gizlice odalarına girip mastürbasyon mu yapacaksın?
Ne?
Ne!
Bedenindeki bütün kaslar neredeyse kilitlendi. Sakin kalabilmek için kesik kesik nefesler almaya uğraştı. Öldürürdü! Süreyya tam da şu anda Ziya Kalaycı’yı rahatlıkla öldürürdü!
Sakin.
O muydu Naz’ın odasına giren?
Sakin.
Kızını seyrederek zevk mi almıştı?
Naz’ın sana ihtiyacı var. Sakin.
Nasıl bir insan, nasıl bir yaratık böyle bir trajediden zevk üretebilirdi ki?
Nefeslerin aralarını uzatıp yüzündeki dehşeti ve öfkeyi geri gönderdi. Öfke, kızını korumasına yardımcı olmazdı. Akıl. Sadece akıl… Ona gereken buydu. Gözlerini kapattı.
O an orada, Süreyya Ural değişti. İçindeki medeni, iyiliğin gücüne inanan adam un ufak olup yerini yavrusunu korumak için her şeyi yapabilecek bir adama bıraktı. Büyük ihtimalle Ziya Kalaycı’nın hayatı boyunca en büyük yanılgısı da Süreyya Ural’ın üzerindeki etkisini es geçmesi oldu. Arkasını döndüğünde gördüğü ezik, sümsük, libido yoksunu adam onun için bir tehlike oluşturmuyordu.
Süreyya gülümsedi. Eskisi gibi… Sorunları konuşarak çözmeye alışık bir adam gibi.
“İnsanın evladı ile ölüm kelimesini aynı cümlede kullanabilmesini anlamakta zorlanıyorum. Pişmanlığı büyük olabilir.”
Ziya da gülümsedi. Sırtlan gibi… Adamın kızıyla ilgili konuşmaları duymadığına bu yorumla emin olmuştu.
“Ah, elbette oğlumun ölmesini istemiyorum Ural.” Dönüp Alp’e baktığında o gülümseme silindi.
“Önce süründüğünü göreceğim.” Nefret akıyordu dilinden. Onca güzellikteki yüzün bu denli çirkin olması şaşırtıcıydı.
“Kalacak yer, yiyecek yemek bulamadığında aç köpekler gibi sokaklarda sürünmesini izleyeceğim. Asfaltın üzerinde mal bulamadığı için titremesini seyredeceğim.”
Alp’in hiç umursamadan dinleyişi adamı sinirlendiriyordu besbelli. Oğlan babasına hiç koz vermiyordu.
“Köpek gibi gelecek bana. Sürünerek. Hepsi gelir. Ruhunu kaybetme noktasına geldiğinde, hepsi yalvararak geri döner. Ve ben de o anı sabırla beklerim.”
Vız… Vız…
Ziya kendinden emindi. Süreyya temkinli. Alp? Alp sineği izliyordu.
“Sen oğlunu hiç tanımıyorsun değil mi Kalaycı?”
Alp’in içi cız etti o an. Bütün hayatı bir kayıp olarak önüne dikiliyordu. Ruh hastası bir pisliğin elinde yok olmaktan kıl payı kurtulan ruhundan kalanları toparlamayı başaramayacaktı. Çünkü bunu yapmasının tek yolu Naz’dı ve Alp artık Naz’ın hayatında var olamazdı.
Vız…
Alp Naz’ı koruyamazdı.
Vız…
Alp Naz’ı bu sinekten bile koruyamazdı. Onu gebertse başka sinek olacaktı. Babası şimdi gitse, başka gün yine gelecekti.
Vız…
Bebekler doğamazdı.
Vız.
Keşke kendisi de hiç doğmamış olsaydı. Naz’a baktı. Ama doğmasa, Naz’ı tanıyamazdı. Onun gözlerine o aşkı da yerleştiremezdi. Alp’e âşık olmayan gri-mavi gözlü güzel kız şu an otelin havuzunda olurdu.
Naz’ın burnunun ucuna konmadan önce elini savurdu ve sineğin büyük bir hızla duvara çarpmasını seyretti. Sersemleyip yere düşen hayvanın üzerine bastı. Artık odada sinek yoktu.
Babasının Süreyya’ya hiç cevap vermemiş olduğunu da o an fark etti. Adam kendisini seyrediyordu. Gözlerindeki nefrete garip bir merak eşlik ediyordu bu kez.
Ziya, merak ediyordu, evet. Seks delisi oğlunu kendisine bu denli köle edecek ne vardı bu kızda? Sonuçta muhteşem bir afet değildi. Kızı otelden hatırlamıyordu. Sakat bir kadına dönüp bakmakla vakit kaybedemezdi. Ama sırf oğlu ilgilendiği için kamera kayıtlarına bir göz atmış ve kıvırcık saçlı renkli gözlü bir şey olduğunu görmüştü. Kan kaynatacak bir dişi olsa, Alp’ten önce kendisinin altında yerini alırdı. O yüzden, kızda göremediği şeyin ne olduğunu anlayamamak şu an onu deli ediyordu.
Yatakta bir hareket oldu o sırada. Beklenmedikti. Bu yüzden refleks olarak dönünce bir çift gri-mavi göze rastlayıp şaşaladı. Kız kendisine bakıyordu. Meydan okur gibi. Nermin’i gördü o gözlerde. Küçümseyen, boyun eğmeyen, gördüğü şeye en ufak bir değer vermeyen kızı… Sinirlendi. Anlaşılan, yeni bir mücadele kendisini bekliyordu. Ama bu kez… Nermin’in aksine kızın kaybedeceği çok şey vardı… Karnındaki iki bebeği… Finoları. Kıza gülümsedi. Yakında… Çok yakında… Alp’in onda ne bulduğunu ilk elden öğrenecekti. Ve sadece korku değil, dehşet yerleştirecekti bakışlarına.
Arkasını dönüp odadan çıktığında oksijen odaya geri gelmiş gibi nefesler daha rahat alınır oldu. Ama bu artık Alp’e yetmiyordu. Hayatının bundan sonrasında hep böyle kesik kesik, yetersiz soluk alacağını düşünerek Naz’ın yanına oturdu.
“Nasıl tanıdın?”
Kıpır kıpır kıpır.
Hızla yatağa yaklaştı Süreyya da.
“Ne oluyor?”
Kıpır kıpır.
Alp Naz’ın saçlarına ve yüzüne minik dokunuşlar bırakırken yüzüne yerleşen özlemi açık ettiğini bilmedi. Çok özleyecekti. Sevdiği bu gözler ölene dek zihninde kendisine eşlik edecekti.
“Ben söyleniyordum, o yine benimle ilgilenmiyordu. Bir anda bana bakıp ‘O BURADA’ dedi. O olabilecek tek kişi dünkü sapıktı.” Alaycı bir gülümseme ilişti dudağının kıyısına. “O da babam çıktı.”
Kıpır kıpır kıpır.
“İnanmayacağını biliyordum.”
“Neye inanmayacağını?”
Süreyya kızının söylediği şeyleri duyamamaktan, konuşmaya dâhil olamamaktan çok mutsuz olduğunu artık saklayamıyordu. Yatağa, yanlarına oturdu, kızının yüzünü o da okşadı bir süre.
“Bana da söyle onun dediklerini. Ne hissettiğini bilmek istiyorum. Kızımı özledim. Onu geri istiyorum.”
O an Alp’e baksa, gözlerinde biriken pişmanlığı görebilirdi. Neden olduğu derin yıkımı tüm hücrelerinde hissediyordu.
“Babamın Naz’ın benim için önemsiz olduğunu düşünmesini istemiştim. O sözlerime hiç inanmamış.”
“Ben de inanmadım ki.”
Naz’ın babasına bakışı, o kadar duygu yüklüydü ki, kızının sözcüklerine ihtiyaç duymadı Süreyya. Şaşkın, hayran, gururluydu Naz. Şükran dolu, umutluydu. Alp de bir an gülümseyerek baktı kendisine ama onun hüznü bütün diğer duyguların önünü tıkıyordu.
“Naz’la yalnız kalabilir miyim?”
Odaya çöken kasvet, daha henüz önemi fark edilememiş bir felaketin habercisi olmaya hazırlanıyordu. Naz ve Alp hiç kıpırdamadan birbirlerine bakıyorlardı. Süreyya yataktan kalktı ama odadan çıkmadan büyülenmiş gibi ikisini izlemeye devam etti.
“Başarabilirdik. Biliyorum.”
Biraz daha yaklaşıp burnunu dayadı Naz’a.
“Ama dün ve biraz önce yaşadıkların… Senin hayatına bu çirkinliği taşıyamam ben. Bunu sana yaşatmayı kaldıramam.”
Biri ağlıyor. Kim?
“Çok özür dilerim Naz. Gerçekten.”
Naz mı o ağlayan?
“Ben hayatından çıkınca… Bebekler de” titreyen sesinin düzelmesi için bir an sustu, “bebekler de gidince…”
Sessizlik.
“Seni rahat bırakacaktır. Baban seni güvende tutar.”
Sessizlik.
“Ama ben senin kapının önünde bile olsam, seni babamın aklında tutacağım. Seni tehlikeye atacağım. Bunu göze alamam Naz. Onu senin hayatına sokamam.”
Kıpır kıpır.
“Evet, çok güzel bakardık biz onlara.”
Kıpır kıpır.
“Onların tek ihtiyacı, senin şu gözlerindeki bakış Naz. İnan bana.”
Kıpır.
“Benim de…”
Bir daha Naz kıpırdamadı.
Alp Naz’ın yanına yerleşip yüzünü yüzüne dayadı. Gözleri birbirinde, nefesleri tenlerindeydi. Bedensel yakınlığın en arı hali şu an Süreyya’nın gözlerinin önündeydi. Ve ağlayan kendisiydi.
Odadan çıktığında bir süre nefesini toparlayamadı. Yanına koşan adamlara, içeri kimseyi almamalarını söyledi. Çok gerekli değilse, hemşireleri bile…
Acelesi vardı. Ofisten çıkmadan önce Burcu’dan listenin hazır olan kısmını almalıydı.
Mesai saati bitip de herkes ofisi terk ettikten sonra odasının kapısını kilitledi. Kimse geleceğinden değil, izleyeceği görüntülerin sadece kilitli kapılar ardına yakışacağını tahmin ettiğinden. Tıpkı Reha gibi, Süreyya da o görüntüleri seyrederken hasta oldu. Her bir kurbanın gözyaşına onunki de karıştı. Ama en çok… Alp’e ağladı. Annesine… Anneannesine… Alp’e.
Cengiz’in ihtiyacı olan her şey bu CD’lerdeydi. Ama Süreyya, bunun zaten mahvolmuş pek çok hayatı daha da rezilleştirmekten başka bir şeye yaramayacağını çok iyi biliyordu. Mahkemeler… Ziya’nın parasını sevecek hâkimler… Polisler… Yıllar sonra hortlayacak kâbuslar…
Hayır.
Sistem 30 sene boyunca Ziya Kalaycı’yı kurbanlarıyla baş başa bırakmıştı. O halde Süreyya’nın cevabı tüm iyi niyetine rağmen Cengiz değildi. Ve ayrıca bu, bir aile meselesiydi. Yine aile arasında çözülmeliydi.
Burcu’nun dünden bu yana neredeyse tamamlamış olduğu listeye baktı. Sekreteri gece bile çalışmış olmalıydı. Eksik sadece on beş kişi kalmıştı. Onlar da yarın gelecek bilgilerle tamamlanmış olacaktı. Sekreteri gibi o da bütün gece çalıştı. Her CD’deki görüntüyü listedeki isimlerle eşleştirdi. Kimlikleri, adresleri, telefonları, ölenlerin aileleri, ne varsa bütün bilgileri döktü ortaya. Aile üyelerinin mesleklerine göre ayırdı. İçlerinden polis, devlet görevlisi, hâkim, doktor, iş insanı olanları ayrı bir yere topladı. Gazete kupürlerinden en öfkeli olanları belirledi. Ardından en sessiz kalanları… Hepsini. Hepsini tek tek sınıfladı. En son… İki kişi belirledi. Birisi on, diğeri on üç yıl öncesinden içinde öfke biriktiren iki kurban yakını. İkisi de emekli hâkim ile polis. Saatin geç olmasına aldırmadan aradı onları. İkisi de farklı şehirlerdeydi ama ikisi de söz konusu kişinin adını duyduğu an, ertesi akşam Süreyya Ural’ın ofisinde olacağını söyleyerek telefonu kapattı.