Vurucu Bölüm 25

Vurucu Bölüm 25

[Müjde]

Gerçek tektir, bakış açısı ise kör. Olaylara farklı yönlerden bakmayı beceremediğimiz sürece gerçeğin kendisinden mahrum kalırız. Mesela…

Bir yerlerde bir abla gazetesine gömülmüş olan babaya bakar, sonra yanı başında kendi halinde oyuncağıyla oynayan kardeşine tırnaklarını batırıp bebeğine döner. Kardeş canının acısıyla ablaya saldırır.

Baba adildir. Çocukları arasında ayırım yapmaz. Ceza ve ödül sistemiyle onlara doğruyu öğretir. Zayıfı korur. Yalanı sevmez. Gerçeği gözleriyle görmüştür. Yalancıyı dinlemez. Giderek hırçınlaşan kardeşe karşı sertleşir.

Abla, kardeşinin henüz küçük olduğunu söyleyerek babasından onu bu seferlik affetmesini istediğinde kardeş yeniden ablaya saldırır. Ve baba, suçunu itiraf edip ablasından ve kendisinden özür dileyene kadar kardeşi dışlar.

İşte psikopatlar insanlarla oynamaya böyle başlar.

Psikopat olmak, diğerlerinden farklı olmak değildir. Aksine, psikopat kişilikler kısa süreli ilişkilerde çevrelerince keyifli, karizmatik, hatta iyi bir insan olarak tanımlanabilirler. Çünkü onlar, böyle tanımlanmak için insanları manipüle ederler. Sevemezler, seviyormuş gibi yaparlar. Duyguları anlamazlar, anlıyormuş gibi yaparlar. Vicdan ve ahlak duyguları gelişmemiştir, utanmazlar. Aksine, bunları aptalca bulurlar. Umursadıkları tek şey kendileridir. Amaçları ve arzularının önünde kimsenin durmasına izin vermezler.

Ziya Kalaycı’nın doğuştan var olan psikolojik sapmaları kendisini bebekliğinden itibaren göstermişti aslında.  Ama tarih boyunca sayılamayacak kadar örneği verilebileceği üzere güzel bir yüz bozuk bir ruhu her zamanki gibi maskeledi.

Etrafına her zaman iyi ve anlayışlı insanı oynadı Ziya. İyi bir evlattı. Akıllı bir öğrenci. Koruyucu bir ağabey. Sıkı bir takım arkadaşı. Adil bir işadamı. Örnek bir koca ve destekleyici bir baba. Zayıfları koruyan, ailesinin parasını ve gücünü her zaman iyilikten yana kullanan karizmatik bir toplumsal figür. Gerçekte ise acı yerine korku üzerinde yoğunlaştırdığı sadizmi ile ardında delil bırakmadı. Görünmezlik zırhına büründürdüğü kötülüğüyle sayısız hayatı hakkıymışçasına mahvetti.

Kurbanlarından ilki, kendisinden üç yaş küçük kız kardeşi oldu. Şebnem Kalaycı. Masmavi gözleri, sarı lüleleri ve tombul yanaklarıyla ağabeyi tarafından henüz emeklerken keşfedildi. Acı ve gözyaşı ile başlayan serüvenleri cezaya, tehdide, şantaja kadar uzandı. Korku her an küçük kızın gözlerindeydi ve ağabeyi için her türlü hazzın kaynağıydı.

Kurallar vardı. En katısı da sadakatin cellada olması gerektiğiydi. Şebnem Kalaycı, kimseye tek bir kelime söylememesi gerektiğini daha annesine ilk şikâyetini yapamadan önce öğrendi. Örümceklerle dolaba kapatıldı. Zaten mükemmel ağabeyinin onu inciten herkesi öldüresiye dövdükten sonra kulağına ‘seni sadece ben incitebilirim.’ diye fısıldadığına kim inanırdı ki?

On beş yıla sığan kısacık hayatında Şebnem Kalaycı ağabeyinin müsvedde kâğıdı oldu. Ziya her şeyi önce onun üzerinde denedi. Bayılmadan önce ne kadar nefessiz kalabileceğinden tut, iz bırakmadan canını ne kadar yakabileceğine kadar bedenini hırpaladı. Bunları yaparken uyanan bedenini tatmin etmesi için ruhunu hırpaladı. Avının bedenini ne şekillerde tatmin edebileceğini öğrenirken de kişiliğini hırpaladı. Yetmedi, polaroid fotoğraflarla her anı belgeledi.

Büyüdükçe avlağını çeşitlendirmek için yine kardeşini kullandı. Okulda zaten çoktan kendisine âşık olan kızları birer birer eve getirmesini sağladı. Kardeşinin bedeninde öğrendikleriyle onları daha ne olduğunu anlamalarına fırsat vermeden yatağına aldı. Kamera Şebnem’in elindeydi. Hepsi de anılar albümünde yerini aldı.

Yaşananlar kızların özgür seçimi değildi ama zorla da değildi. Sadece manipüle edilmişlerdi. Onları da bu yıktı. Kendilerine güvenleri hasar aldı. Çoğu depresyonla darmadağın oldu.

Kolay lokmalar bitince sıra dişlilere geldi ki Ziya için esas oyun o zaman başladı. Odasına sesli olmasa da görüntü kaydı yapabileceği sistemini kurdu. İlaçlı içecekler… Yine Şebnem tarafından kayıt altına alınan sahneler…

Her seferinde arşive atılan filmle şantaj kıskacına giren aile sayısı artıyordu. Kimse konuşmuyordu. Herkes Ziya ne isterse onu yapıyordu. Korku, tam da istediği gibi Ziya’nın etrafındaki gözlere yerleşiyordu.

Oysa dışarıdan görünen, mükemmel aileydi. Herkes onlara gıpta ediyordu. Zengin baba Denizli civarındaki bütün arazileri kapatıyordu. Şifalı suları altın havuzlarına dönüştürme projesi için girişimler başlamıştı. Anne, babayla birlikte her işe koştururken, ağabey küçük kardeşine sahip çıkıyordu. Herkes mutluydu.

İşte tam da o sırada, Şebnem’in sınıfına Nermin Kırcı geldi. Denizli’nin kalburüstü ailelerinden birinin kızı. On beş yaşındaydı. Annesinin dillere destan güzelliğine o da sahipti. Babası geçen ay kalp krizinden vefat ettiğinden, hayata karşı kırıktı. Ziya ile ilgilenmedi. Aksine, girişimlerini küçümsedi. İşte bu yüzden de filme alınan kızlar arasındaki tek tecavüz sahnesi ona ait oldu.

Elindeki filmin başına büyük iş açacağının farkındaydı Ziya. Kız reşit değildi ama kendisi on sekizdi. O güne kadar suça dair delil bırakmama prensibi Nermin Kırcı yüzünden yerle bir olmuştu. Ve bu kız tehlikeliydi. Gözü kara, annesine güveni tamdı. Ziya’yı adalete teslim etmeyi amaç edinmişti.

Sadece o değil, artık Şebnem de zayıf halkaydı. Kendi başına gelenleri bir şekilde kaldırabilmiş olsa da Nermin’le yaşananlar sonrasında kâbuslar görmeye, ağabeyini gördüğü yerde irkilmeye başlamıştı. Mahkeme olursa, ilmeği kaçmış çorap gibi söküleceği gün gibi ortadaydı.

O zaman… Ziya hayatının en büyük oyununu oynadı. Önce Şebnem’i hizaya getirdi. Ailelerini skandaldan korumak adına son bir film çekip sonra bunu bırakacaklardı. Ziya okumaya yurt dışına gidecekti. Özgürlük denilen yeme Şebnem karşı koyamadı.

Nermin annesine olanları anlattı. Anne, dağları taşları yerinden oynatmak ve mahkemede hesap soracağını haykırmak üzere öfkeyle Kalaycılara geldi. Anne ve baba Kalaycı elbette şehirde yoktu ama Şebnem en masum haliyle kadına maden suyu ikram ederken annesinin birazdan yanına geleceğini söyledi. Gelen Ziya Kalaycı oldu. Kıpırdayamayacak kadar uyuşmuş kadını defalarca boşaltırken filmlerini Şebnem çekti.

Artık Ziya güvendeydi. Bu filmi gazetelere gönderirse, Nermin ile ilgili iddialara herkes kıskanç annenin genç sevgilisine iftirası olarak bakacaktı. Ama öfkesi dinmek bilmedi. Kızı da getirtti eve. Annesinin görüntüleri ekranda oynarken, onun gözü önünde kızıyla yine birlikte oldu. Yine şiddet vardı ve Ziya durdurulmazdı. Nermin’e bunu annesi seyrederken yapmak çok ama çok hoşuna gitti.

Plan o dakikada şekillendi zihninde. Ziya gereken izinleri alacak, anne de sesini çıkarmadan onay verecekti. Ziya ve Nermin evleneceklerdi. Sonrasında üçü birlikte yaşayacaklardı. Mutlu aile. Mutlu barınak. Sahip ve iki süs köpeği. Hayat muhteşem olacaktı.

Üç gün sonra nikâhtan dönerken damadın kardeşi ile gelinin annesinin, geçirdikleri elim bir kaza sonrasında hakkın rahmetine kavuştuklarını yazdı gazeteler. Oysa tanıklar, araba yoldan çıkıp aşağı düşmeden çok önce ikisinin birbirine sarıldıklarını söyledi. Daha ne yaşadıklarını bile anlamayı başaramayan anne ve baba Kalaycı yıkılırken Ziya küçük karısıyla yasların en güzelini tuttu. Eğitim başlamıştı.

Ah… Yıllar… Yıllar… Ziya için hızlı ve zevk doluydu. Kamera odasında gizli duvarın ardında otuz yıllık bir tarih yatıyordu. Her döneme ait filmlerle birlikte makinası da yanında duruyordu. Swinger, Nikon F, Kodak Instamatic, Pentax Spotmatic, Kodachrome, Kodachrome II, Kodak Photo CD… Son yıllar zaten tamamen CD kaydıydı. Özellikle kulüp kayıtları… Mükemmeldi.

En alt rafta ise… Gülümsedi. İyi patron ganimeti paylaşandı, iyi koruma da suça ortak olan. Ziya’dan iki üç gün sonra ellerinde kulüp görüntüleriyle birer birer son ava çökmeye başlarlardı. İlk korumanın seansı mutlaka arşive girerdi. Çünkü o kayıtta Ziya kurbanın gözlerinde tam da istediğini bulurdu. Şebnem’i.

Nermin, Şebnem gibi uysal olmamıştı hiçbir zaman. Hep karşı koymuştu. Gözlerindeki o isyan hiç gitmemişti. İtaat etmiyordu. Katlanıyor ama kişiliğinden ödün vermiyordu. Teslim olmuyordu. Bu da Ziya’yı deli ediyordu.

Zaten çocuk istemeyen Ziya doktorun Nermin’in sağlığı ile ilgili uyarısını duyduktan sonra azami dikkat göstermişti. Kaygısı kızın sağlığına değil, isyankâr kölesiyle oynama zevkinden mahrum kalmayaydı. O yüzden kız karşısına geçip sırıtarak “Hamileyim Kalaycı.” Dediğinde delirmişti. “Ve sen bundan ancak bebek erkek olacağı için haberdar olabiliyorsun. Kız olsaydı, cesedimi en yüksek binanın dibinde bulmanı sağlardım, emin ol.”

Hala her aklına geldiğinde içindeki köpürmeyi bastıramıyordu Ziya. On yedi yaşındaki kaltak kendisini oyuna getirmişti. Doktora yaptığı şantaj bile kürtaj yapmasını sağlayamamıştı. Üstelik sevgili karısının isteği üzerine adam konuşmalarını kayıt etmişti. Bebeğe bir şey olursa, kaydı polise verecekti.

Nermin kaçmayı başarmıştı. Doğumda, daha piçi karnındayken ölüp gitmişti. Pekâlâ… O halde yeni kurbanı o piç olacaktı.

Ama aynı şey değildi işte! Bir çocuk olacaksa, kız olmalıydı. O kız… Şebnem olurdu. Mükemmel yani.

Masanın üzerinden bir zarf alıp üzerine Alp’in adını yazdı. İlginç, her şey zamanla nasıl da değişiyordu. Eskiden yazısı çok okunaklıyken şimdi harfleri küçülmüş, şekilleri bozulmuştu. Ama arşivindeki kayıtların bozulmaması için her türlü önlemi almıştı Ziya. Bantlardaki kayıtları bile CD’lere kopyalamıştı. Onlardan iki tanesini zarfa koyduktan sonra ağzını kıvırdı.

Konsola uzanıp kamerayı eline aldı. Başparmağındaki anlamsız titreme yüzünden bir süre kayıt düğmesine bastığını ve kaydı başlattığını fark etmedi. Duvardaki ganimetinin bir kısmı, daha da önemlisi duvarı kaydıran mekanizmanın düğmesi görünecek kadar… Sonra parmağı yine titredi ve kayıt durdu.

Yıllardır kullanıldığı belli olan tripoda kamerayı monte edip kaydı başlattı ve yerine oturdu.

“Merhaba oğlum.”

Yanlarında birisi varken sesine iliştirdiği o sevgi tınısı çınladı odada.

“Vedalaşma zamanımız gelmiş görünüyor. Dönmeyi düşünmediğini anlamak için kâhin olmaya gerek yok.”

Onu dışarıdan seyreden bir olsa, o an babacan bir tavırla konuştuğunu düşünebilirdi. Oysa Ziya içinde avını sıkıştırmış, bıçağı boğazına dayamış bir avcının gururundan başka bir şey barındırmıyordu.

“Annene benziyorsun. O da gitmekte aceleciydi. Yaşanacak onca haz varken ölmeyi tercih etti.”

Ve o sevimli Ziya kaybolup ekranda mavi gözlü bir şeytan belirdi.

“Pekâlâ. Ama itaatsizliğin herkes için bir bedeli olması gerekir. Seninki de bu zarfın içinde. Annen ve anneannenden sevgilerle.”

Görüntüleri seyrederken Alp’in yüzünü görmüşçesine haz duydu. Ah, intikam mükemmeldi. Karısı bu anın yaşanacağını bilse, giderken piçini geride bırakmamak için elinden geleni yapardı.

“Para musluğunu kapattım. Artık tamamen meteliksizsin. O arkadaşın… Reha. Onun ve annesinin de bileti kesildi. Seninle ilişkisi olan kimseyi otelde görmek istemiyorum.“

İşte bu kadar basitti. Yılların yatırımı, semeresini vermek üzereydi. Uyuşturucu parası bulamadığı ilk anda Alp sürünerek geri dönecekti.

“Bütün yolların tıkandığında geri dönmek isteyecek olursan, ağzına tasmanı da alarak gel sevgili oğlum. Bundan sonra sadece köpeğim olarak hayatımda var olabileceksin çünkü. Aynen annen gibi…”

Telefonun sesi, odayı saran nefreti bastırıp Ziya’nın kulaklarına ulaşmak için epey mücadele verdi.

“Ne var!”

Karşı tarafta Avukat Nihat Bostancı, duyduğu kükremeyle irkildiyse de belli etmemeyi başardı.

“Ziya Bey, çok ilginç haberler vermek üzere rahatsız ettim sizi. Bunu duymak için yarını beklememi istemeyeceğinize eminim.”

Derin soluklarla sakinleşmeye çalıştı. Pekâlâ. Güzel haberlere bu ara gerçekten ihtiyacı vardı.

“Sakat kız… Hamile. Dede oluyorsunuz Ziya Bey.”

O andan sonra, otelin her yanı Ziya’nın kahkahaları ve gülümseyen yüzüyle doldu. Odadan çıkmadan duvarı kaydıracak mekanizmayı çalıştırmayı güç bela akıl etti. O gece, kendisini Barbielerinin maharetli ellerine teslim etti. O gece, bebeğin kız olması için şeytanla ruhu üzerine içten içe pazarlık etti. Ve CD’leri Alp’e göndermemiş olduğuna defalarca şükretti.

Şimdi torununu… Alp’i ve çok gerekiyorsa da bodrum kata tıkacağı sakat kızı ele geçirme zamanıydı. Bebek… Elini pantolonuna götürüp hazdan şaha kalkmış aletini okşadı… Bebek kız olmak zorundaydı. Küçük finosu yola çıkmış geliyordu.

Ah! Hayat muhteşemdi!