Vurucu Bölüm 14
[Nakış]
“Birkaç milim yukarı gelse gözüne saplanacakmış.”
“Bir şeyi yok yani.”
Pislik herif. Oğlunun gözü çıksa göbek atardı mutluluktan. Ama Alp’in bir anlık refleksi, gözünü kurtarmıştı.
“Alkolden nasıl uyuştuysa artık, acı bile hissetmiyor.”
O alkolden değildi. Yaşadıklarından dolayı hala şoktaydı Alp ama bunu bu adama söyleyecek değildi. Panterini de alıp gitse Reha rahat rahat Alp ile ilgilenecekti ama şimdi sanki hiç umursamıyormuş gibi numara yaparak titreyen elleriyle iğneyi deriye batırıyordu.
Burak, Alp’e o kırık şişeyi sapladıktan sonra korumalardan ve Reha’dan bir temiz sopa yemiş, sonra da ruhen darmadağın bir şekilde sızmıştı. Onun kendinden geçişinin de alkole bağlı olduğunu sanmıyordu Reha. Ortalıkta bir şeyler dönüyordu. Kötü şeyler. Ve bu şeyler hiçbirine iyi gelmeyecekti.
Sonrasında otel doktoruna ulaşılamamış, hemşirenin de doktorun akrabası olmak dışında tıpla hiçbir ilgisi olmadığı ortaya çıkmıştı. Ertesi gün otelde kıyım olacaktı.
Alp vakit kaybetmemek için hastaneye gitmeyi kabul etmediğinde, revirde buldukları malzemelerle Alp’in gözüne ilk yardımı yapmak Reha’ya kalmıştı. Evet, daha önce defalarca seyretmişti. Hangi malzemeyle nasıl ne yapıldığını, neye dikkat etmesi gerektiğini biliyordu ama ağrı kesici iğne yapamazdı mesela. Ne ilacın hangisi olduğunu bilirdi, ne de onu nereye nasıl enjekte edeceğini. Ama yaraya viski dökmeyi akıl etmişti. Şu meret hayatlarında ilk defa bir işe yarayacaktı.
Deriyi delip ete geçen iğneye kılı kıpırdamamıştı Alp’in. Bedeni sandalyede ama ruhu ve aklı başka zaman dilimlerindeydi. Deli gibi düşünüp anlam yakalamaya çalıştığı açıktı. Oysa Reha, tamamen bu anda sıkışıp kalmıştı. İki yakayı birbirine yaklaştıran katküte attığı her acemi düğümde eli ayağı boşalıyordu. İz kalacaktı. Bu yakışıklı yüz kendi bilgisizliği yüzünden mükemmellikten uzaklaşacaktı. Ama madem Alp öyle istiyordu… O da elinden gelenin en iyisini yapardı.
“Adamdan şikâyetçi olmayın. Olayı büyütmeye gerek yok. Bırakın gitsin.”
Yok ya! Patronun patronluğu ancak yüzeyde işlerdi. Çalışanların iç dünyalarında verdikleri cevapları bilseler… Mesela başını sallıyor olsa da Reha içinden ‘Siktir git pezevenk, sana mı soracağım ne yapacağımı!’ diye geçiriyordu. Burak Özer’i bırakacaklardı elbette ama o kadar çabuk değil. Şimdi korumaların eşliğinde, depoda bekletiliyordu. Alp’in soruları cevaplanmadan o pislik hiçbir yere gidemezdi. Ama Ziya Kalaycı gitsindi artık. Defolup odasına gitsin, sabaha kadar panteriyle oynasındı.
“Tamam patron.”
Kızın meraklı gözleri hala Alp’in üzerindeydi. Onun için de oldukça aksiyon dolu bir gece olmuştu. Dudakları berelenmiş, bir tarafı hafifçe şişmişti. Boynunun her iki tarafında da renkleri koyulmaya başlamış izler vardı. Aynı izler, şeffaf kumaşın altında, göğüslerinin üzerinde de seçilebiliyordu. Ziya Kalaycı’nın hiç kibar bir âşık olmadığı zaten bilinirdi. Ama bundan şikâyet edeni de görülmemişti.
Daha odadan çıkmadan ilgisini panterinin üzerinde toplamıştı bile Ziya Bey. Kapının dışından gelen şapırtılar, patronun boş koridoru bile değerlendirdiğinin deliliydi.
Ne onu ne de Alp’i anlayamıyordu Reha. Seks nasıl bu kadar önemli ya da acil olabilirdi ki? Odaya gitmeyi bekleyemeyecek kadar… Ya da her gün başka kadınlarla tekrarlanacak kadar…
Libido işleri garipti. Reha’nın aklına günlerce seks yapmak gelmeyebilirdi. Ama eğer yanında Aylin gibi yüreğini hoplatmış biri olsa… O zaman her gün seks güzel olabilirdi. O zaman onun adı zaten seks olmaz, Aylin olurdu.
Hayatındaki tek aşk… Lise yıllarında bir sene boyunca otelden uzak tutmayı başararak yaşadığı o doludizgin aşk… Aylin gibisi bir daha olmamıştı. Kız Reha’nın annesini sahiplenişinden ürküp ilişkiyi uzatmamıştı. Lise biter bitmez de başka şehirdeki bir üniversiteye kaçmıştı.
Kız yanlış olsa da Reha’nın içinde uyandırdığı duygular çok güzeldi. O yüzden âşık olacaktı Reha. Yeniden ve gerekirse yeniden. Doğru kadını bulana kadar… Bu süre içinde de arada çok denk düşerse beklentisiz seksle idare edebilirdi. Fakat bu da kesinlikle otel sınırları içinde olmayacaktı.
Titreyen elleriyle son ilmeği de bağladıktan sonra Alp’in yüzüne baktı merakla. Sağ gözün hemen altına ters ay şeklinde yerleşen iz sadece adamın karizmasını artırmaya yaramıştı. Şanslı piç.
Burak Özer sarhoş olmasa, hedefi şaşırmazdı ve Reha hedefin kesinlikle Alp’in gözü olduğunu biliyordu. Adamın o cüsseye rağmen bir insana verebileceği en büyük zarar onu yaralamaktı. Ve nedense, Burak Alp’in bir şey kaybetmesini istemişti. Canını alamıyorsa gözünü almak istemişti. Bunun neyin cezası olduğunu düşünmek Reha’yı ürkütüyordu.
“Nerede o?”
“Depoda.”
“Gidelim.”
Ayaklanan Alp’in peşinden depoya yürürken, henüz hiçbir şey öğrenemeyeceklerini biliyordu Reha. Ne tekmeyle ne tokatla uyandıramayacağını anladığında Alp de pes etti. “Bir şeyler yapmak zorundayız Reha. Böyle oturup bekleyemem ben. En azından babamın bildiğinin ne olduğunu öğrenmenin bir yolu olmalı.”
“Housekeeping.”
Doğru!
“Naz’ın odasına bakan görevliyi bulalım.”
On dakika içinde Zeliha adındaki orta yaşlı görevli karşılarındaydı. Kadının apar topar patronun oğlunun yanına çağrılmaktan dolayı aklı çıkmıştı. Korkuyla odadaki adamlara bakıyor, tavırlarından bir ipucu elde etmeye çalışıyordu.
“Zeliha Hanım. S1’e siz bakıyormuşsunuz.”
Süit odalardan biriydi o. S1’de de adamla küçük kız kalıyorlardı. Acaba ne olmuştu ki? Bir şey mi kaybolmuştu?
“Evet Reha Bey.”
“Bize onlar hakkında ne anlatabilirsiniz?”
Bu soru nedense içini rahatlattı Zeliha’nın. Onlar misafirleri öğrenmek istiyorlardı. Tam adamını bulmuşlardı. O hafiye Zeliha idi. Kimin karnında kimin dölü olduğunu bile bilirdi.
“Ayrı odalarda kalıyorlar. İki yatak da kullanılıyor.”
Düşündü…
“Sevgili değiller. Çarşaflarda leke yok.”
Başka…
“Kız kendi başına yürüyemiyor. Sadece üç beş adım atıp kesiliyor. Ama ayakta durabiliyor.”
Ne kadar yazıktı… O güzelim kız.
“Kimse bilsin istemiyor. Tabii genç kız sonuçta. Adam onu tutuyor, birlikte yürüyorlar.”
O bile zor geliyordu kıza sanki.
“Çok ağrısı var yavrucağın. Ağrı kesici kullanıyor. Hatta dört değişik ilacı var her gün aldığı. Ama faydası olmuyor herhal, uykusunda hep inliyor.”
O yaşta bu acılar… Nasıl da güzel kızdı oysa.
“Havuz iyi geliyor ki aylarla buradalar. Havuza onu adam götürüyor. Sonra odada bacaklarına masaj yapıyor.”
Aslında kızı soyup giydiren de hep adamdı ama nedense Zeliha’ya yanlış gelmiyordu bu. Zaten tek bir kere görmüştü. Onların döndüğünü fark etmeden odaya girdiğinde… Adam Zeliha ile ilgilenmemişti bile. “Yavaşça dön prenses, yapabilirsin.” demişti kıza. Kız da olduğu yerde inleyerek dönmüş, kızın mayosunu çıkarmışlardı. Havluyla kurulamıştı kızı adam. Zeliha hiç ses etmeden öylece beklemişti kenarda. “Sondanı takayım mı?” diye sormuştu üstünü örttükten sonra. Başını sallamıştı kız, istememişti.
“Sonda kullanıyor. Ağrısı çok olup da birkaç gün yataktan çıkmayacaksa, adam takıyor.”
Ha bir de… “Ellerinde de bir şey var. Bazen bardak falan tutamıyor, düşürüyor.”
Ay çok acıydı ama… “Altına kaçırıyor. Ben görmemiş gibi yaptım ama. Genç kız. Bilinsin istemez.”
Adamlardan hiç ses çıkmadığını fark ettiğinde gözü önce Reha Bey’e ilişti. Sonra da patrona… İkisi de bembeyaz kesilmiş kendisine bakıyorlardı. Bakışları… Çok garipti. Boş gibi.
Başka bir şey söylemese miydi? “Gitmeden önce çok fena kavga ettiler.” Odanın dışındaydı ama seslerini duymuştu.
“Kız bir şey yapacaktı, adam itiraz ediyordu, kız şansımı deneyeceğim dedi, adam geber de gör gününü, dedi. Böyle bir karışık konuştular. Sonra adam ölürsen sorun değil, ya ölemezsen dedi, kız ağladı. Sonra adam kapıyı vurdu gitti, kız daha çok ağladı. Pek fenaydı, pek.”
Sustu. Daha ne diyeceğini bilemedi. Beş dakika sussa onlar da beş dakika boyunca hiç konuşmadan ona bakacaklarmış gibiydi. Reha Bey, “Gidebilirsiniz.” dediğinde, uzun süredir hiçbir şeye bu kadar sevinmemişti.
Kapı kapandıktan sonra neredeyse yarım saate yakın iki adam da hiç konuşmadı. Konuşma zamanı değildi. Algılama ve anlamaya çalışma zamanıydı.
“Onun aklını karıştırmamamı söyledi bana.”
Burak… Evet. Gitmelerinden önce…
“Bense Naz’a gel dedim.”
Fena.
“O… bir şey yaptı. Benim için…”
Lanet.
“Ben ona gel dediğim için.”
Lanet!
“Hiç ettin dedi.”
Neydi hiç? Ne demekti!
Alp’in ruhundaki canın onu terk edişine şaşırmadı Reha çünkü aynı farkındalık, adını koyamasalar da onun da bedenini ele geçirmişti.
“Burak’la konuşmam gerek Reha. O hiçi öğrenmem gerek.”
Yerinden fırlayan genç adamın peşinden Reha da koşarak depoya ulaştı. Ortalığın bomboş olması, son bir saatteki saçmalığın kaçınılmaz devamı gibiydi. Alp kapıda donup kalırken Reha telsizle korumaya ulaştı.
“Metin! Gel lan buraya!”
Koşarak gelen korumanın tedirgin yüzünde aslında her şey yazılıydı.
“Abi, Patron geldi, adamı bırakın, dedi.”
Tabii. Neden şaşırmışlardı ki. Ziya Kalaycı’nın dediğinin dışına çıkmaya cüret etmek…
“Yalnız abi ben…”
Dikkat kesildi ikisi de.
“İyilik olsun diye onu Cemal ile gönderdim. Gideceği yere bırak dedim.”
Gideceği yer?
“İstanbul’a kadar götür, dedim abi.” Reha ve korumanın havada birbirine vuran elleri, zaferdi, kutlamaydı. Alp ise hiç olmanın nasıl bir şey olduğunu keşfediyordu. Naz’ı görene kadar… Onun gözlerine bakana kadar… Alp bir hiçti.