Vurucu Bölüm 13
[Hiç]
Kulübü yerinden zıplatan yüksek müzikten kaçılacak en iyi nokta, hem pisti gören hem de mucizevi şekilde hoparlörlerin yaydığı sesin dışında kalmayı başaran bar sandalyeleriydi. Arkalarını piste dönmüş iki adamın önlerindeki viski bardağına 3 buz atılmış, duble elma suyu doldurulmuştu. Dışarıdan görüntü, çok hızlı içiciler oldukları yolundaydı. Onlar için ise bu görüntü, bu dünyada var olmanın en temkinli yolu…
“Bir saattir çırpınıyor mini etekli. Son ver bence şunun ıstırabına.”
Alp kızın farkındaydı elbette. Farkına varılmayacak gibi değildi ki. Çok gençti. Naz kadardı neredeyse. Belki daha bile genç. Korumaların kimlik kontrolünde gevşek davranması hoşuna gitmedi. Ama onlar da haklılardı. Kız çok güzeldi. Gerçekten çok güzel. Üzerindeki bluza benzeyen şeffaf kumaş parçası göğüs uçları tarafından ileri itiliyordu. Etek ise mini sınıfının bir üst sürümüydü. Kalçasının yuvarlak hatlarını örtmeye tenezzül etmiyordu. İki adamın kendisine baktığını gördüğü an bara yaklaştı.
“Merhaba Alp.”
Ah elbette ki kız daha yanına gelmeden adını biliyordu. Naz bilmiyordu oysa. İlk karşılaşmalarından sonra çaktırmamaya çalışarak garsonlardan öğrendiğinden Alp’in haberi vardı. Şimdi neden aklına geldiyse…
Ama bu kızınki… Merhaba Reha, değildi mesela. Merhaba Alp ve Reha da değildi. Merhaba Alp. Merhaba zengin hayat. Merhaba yaşama sebebi… Amerika’ya gittiğinde bu vıcık vıcık insanlardan kurtulacaktı.
Bir an içine bir huzursuzluk çöktü. Amerika… O ülkeyi düşünmek içinde bir yerlerde anlam veremediği bir kayıp duygusuna neden oluyordu. Oysa orası onun hayatının başladığı yer olacaktı.
Tabi gidene kadar da… Süzdü kızı. Kapkara gözler, simsiyah uzun saçlar, kırmızı dolgun dudaklar… Suratında o kadar makyaj olmasa belki daha bile güzel olabilirdi. Nefesi çileği andırıyordu. Öpülesi… O da kızı kolundan tutup bacaklarının arasına çekti ve öptü. İtiraz etmek bir yana, kız sadece adını bildiği adamın ona dilediği gibi davranmasına coşkuyla izin verirken elleri de aynı teklifsizlikle onun bedenine dokundu.
Bedeni bu sokulgan, taze ve leziz sunuma çok hızlı tepki verdi. Dudaklar kadar istekli beden kendisiyle bir yapboz gibi birleşti. Kızı burada alabilirdi. Korumalar aksiyonu gördükleri an arkada perdeleme yaparlardı. Reha uzaklaşır, onu yalnız bırakırdı. Kızın içinde kaybolabilirdi bir süre… Dünyadan uzaklaşır, ne geçmişi ne geleceği düşünmeden bulutlarda dolaşırdı.
Siyah gözleri seyretti. Rengi, şekli, minyon yüze yerleşimi muhteşemdi. Alev almış zeytindi. Ve içlerine tatmin duygusu çoktan yerleşmişti.
Tatmin… Elinin altındaki her bedenin kendisine hissettirdiği kullanılma duygusu yine zihnini ele geçirdi. Dış görünüş, önüne gelen her kızı sikip atan Kalaycı varisiydi. Parasıyla bütün bacakları ardına kadar açabilen şanslı pislik. Ama şu an bu sahnede kendisine bir çöp kadar bile yer bulamayan ruh, o pisliğinkiydi.
Yılbaşından sonra… Sana gelebilir miyim? Zihninde dolaşan ses o kadar canlıydı ki bir an etrafına bakıp o burada mı diye kontrol etmeyi bile düşündü genç adam.Nereden aklına gelmişti ki şimdi bu?
Amerika… Naz otele giriş yapacak, hevesle etrafa bakınacaktı. Her kapı açılışına ya da sese dönüp Alp’i görmeyi umacaktı. Havuzda belki de derisi buruşana kadar bekleyecekti. Sonra… Bir görevliye Alp’i soracaktı.
Müziğin sesi çok yüksekti. Kollarının arasındaki kız çok kıvrak, talepkârdı. İçi bulandı. Beş gündür dokunduğu her bedende zevke giderek yabancılaşıyordu. Zirve giderek uzaklaşıyor, erişmek çaba istiyordu. Naz o soruyu sormasın istiyordu. Naz o soruyu sorduğunda kimse ona “Alp Bey gitti,” demesin istiyordu. Naz.
Kızı itti.
“Git buradan.”
Sahnenin sonrasına ruhu dâhil olmadı. Ne kızın şaşkınlığını, dehşetini, öfkesini ve çirkinleşen hatlarını gördü; ne ağlamasını, sonra bağırmasını, suçlamasını duydu.
Ben gerçekten senin sevgilin olabilir miydim?
Olabilirdi, lanet olsun! Neden olmasındı ki? Naz neden Alp’in sevgilisi olamasındı? Naz Alp’i Alp olduğu için istemişti. Naz Alp için her şeyi yapacak tek kadındı ve o… yılbaşından sonra gelecekti.
Alp kızın o tapılası saflıktaki gözlerini özledi. Saf… Habersiz, bilgisiz değil… Temiz. Çıkarsız. Yalansız. Naz. Alp’in ihtiyacı olan şeydi. Alp Naz’ın gözlerinde nefes alabilirdi. Onunla sevgiyi deneyebilirdi. Naz belki gerçekten de onun sevgilisi olurdu. Yani… Bilmiyordu sevmek nasıl olur ama sanki Naz ile olurdu. Naz ona belki amaç olurdu.
“Endişelenmeli miyim?”
“Şu kız…”
Reha dönüp pistte arkadaşlarına söylenen kıza baktı.
“Naz.”
Vay.
“Yılbaşından sonra geldiğinde beni soracak.”
Klasik. Hepsi sorardı.
“Ona aniden gitmem gerektiğini söyle. Yanıma gelmek isterse… Bunu benim de istediğimi söyle.”
Duyduğu cümlede mantıklı hiçbir taraf olmadığından Reha Alp’in ne kastediyor olabileceğine kafa yorsa da altındaki entrikayı çözmeyi başaramayacağını biliyordu.
“Niye?”
Bir omuz silkişiyle geçişti cevap. “Sen sadece söyle… Olur mu?”
Hayır, Reha bunu yapmazdı. Alp o kızı küçük parçalara ayırsın diye kızı dünyanın öteki tarafına gönderecek değildi.
“Derdin nedir oğlum senin o kızla? Hırsını bu kadar besleyecek ne yaptı sana?”
Alp de en az Reha kadar anlamadan dinledi duyduğunu.
“Ne hırsı?”
Reha sinirliydi. Alp masum. Alp… Belki bebekliğinden bu yana ilk kez masumdu.
“Oğlum buradaki ahtapotlar gibi değil o. Görmeye niyetli baksan sen de görürsün. Kızın babası en az seninki kadar zengin. Nemfomanyak da değilse eğer, neden onunla hesabını bitiremedin?”
Bak sen. “Sen Naz’ı mı koruyorsun benden?”
Reha’nın yüzüne yayılan kızıllık öfkeden mi… yakalandığından mı? Yo, hayır! Yılanın başını bebekken ezerdi Alp.
“O benim! Bas geri!” Bedeni adeta üç beden genişleyip uzamıştı. Reha’yı karşısında küçücük görüyor, tüm o koruyucu kollayıcı davranışın ardına ince hesapları yerleştiriyordu. Tabii ya… Başından beri hep o ‘Naz küçük… O kızdan uzak dur.’ muhabbetinin altında Reha’nın Naz’a olan ilgisi vardı… Öyle mi?
Oyuncağını yitirme riski belki… Oysa Reha kabul etmemiş olsa bile daha önce bütün kızlarını ona sunmuştu. Yarım kalmışlık? Naz ve o başlamamışlardı ki! Ne olursa olsun, Reha’nın Naz’a yeltenmesini kaldıramazdı. Onu yok ederdi! Onu ve annesini bu dünya üzerinden silerdi!
İşte o an Reha, senelerdir Alp’in dönüşebileceği adam için pay bırakmakta ne kadar haklı olduğunu gördü. Karşısında arkadaşı ya da senelerdir kıçını kolladığı çocuk değil, patronun oğlu vardı. Kaderini iki dudağının arasında tutan adam…
Kimse konuşmadı. Sadece gözler… Yılları yeniden tartarak baktı birbirine. Ve o an… Alp Reha’yı gördü.
“Sen benden korkuyor musun lan?”
Tepki yoktu. Evet ya da hayır… Reha kapanmıştı. Biraz önce Alp’in Naz için yaptığını şu an o yapıyordu. Ailesini koruyordu. Alp’ten.
“Sen benden korkuyorsun.”
Reha’ya bakan gözlerinde şaşkınlık vardı. Keşfettiği gerçek canını yakıyordu.
“Sana zarar verebileceğimi düşünüyorsun.”
Hayal kırıklığı bütün bedenini ele geçirirken çevresindeki her ses, her nefes önemini yitirdi.
“Sen bana kardeş ya da arkadaş değilsin. Sen bana eşit değilsin. Ben senin için her an babam gibi davranacak bir pisliğim. Öyle mi?”
İçini yakan öfkeyi nasıl zapt edeceği hakkında hiç ama hiçbir fikri yoktu artık.
“Sen beni hiç görmemişsin! Hiç!”
“Alp…”
Yumuşayan kahverengi gözler şu an Alp’i daha da çileden çıkarıyordu.
“Neydim Reha? Arkadaşın değilsem… Oyuncağın mı?”
Ben gerçekten senin sevgilin olabilir miydim?
İşte buydu.
Alp nasıl Reha’nın arkadaşı olamadıysa… Naz da kimsenin sevgilisi olamayacağına inanmıştı. Naz Alp idi. Alp Naz. O gri-mavilerde gördüğü hep kendi duygularıydı. Kendi yalnızlığı… Şaşkınlıkları… Naz… Alp’in ruhunun eksik yanıydı.
Derin bir nefes aldı Alp. İçindeki incinmiş çocuk hızla iyileşti. Ruhundaki olgunlaşmayı ilmek ilmek her hücresine işledi. Dünya, insanlar, babası… Naz ile hepsi yerli yerine oturdu.
Onun üzerine yerleşen sakinlik Reha’yı da sarstı. Bir bilimkurgu filmi izler gibi arkadaşının bambaşka bir adama dönüşmesine adım adım şahitlik etti.
“Pekâlâ. Sanırım başka türlüsünün olması mümkün değildi. Bunca zaman hissettiklerin konusunda seni suçlayamam.”
Hani hayal kırıklığı? Öfke? Kavga? Asıp kesme?
“Naz. Benim sevgilim.”
Reha o an sadece kendisinin değil, Naz’ın da Alp’in gözlerinde farklı bir yere oturduğunu anladı. Alp büyümüş, değişmişti. Burada, iki dakika içerisinde Alp bambaşka bir insana dönüşmüştü.
“Ve ben de sana kızgın olduğum zaman seni kızgın yağlarla dağladığımı düşünebilirim. Ama bunu yapmam. Seni ve önem verdiğin şeyleri yok etmenin hayalini kurabilirim ama bunu yapmam. Ben… Babam değilim Reha.”
“Bakın burada kimler varmış!”
İki adam da başlarını aynı anda çevirip aynı sahneyi görerek irkildi. Ziya Kalaycı, esmer kıza sarılmış, onlara bakıyordu.
“Baba.”
“Patron.”
Ayağa fırlayan Reha’ya eliyle oturmasını işaret eden Ziya Kalaycı’nın yüzünde tatmin olmuş ama biraz daha can yakmanın zararı olmayacağını düşünen bir gülümseme vardı.
“Keyfinizi bozmayın. Biz de minik panterimle size katılalım.”
İki adam da biraz önce Alp’in bacakları arasına sızmaya çalışan minik panterin büyük patronun koluna nispet yaparcasına yapışmasını izledi. ‘Bak,’ diyordu kız. ‘Sen olmazsan baban olur. Kaçırdın beni.’
Kaçan sadece bir delikti. O delik dünya nüfusunun yarısında bulunurdu. Ama o gri-mavi gözler sadece tek kadında vardı. Alp gülümsedi. Onun rahat tavrı Reha’yı da sakinleştirdi.
“Lütfen baba. Varlığın bize hep mutluluk vermiştir.”
Adam sinirlendi. Alp isyan etmedikçe, sınırları çiğnemedikçe hep sinirlenir, özellikle onu tahrik etmeye uğraşırdı. Ama onu oyun alanına bir türlü çekemezdi.
Ziya Kalaycı, yaşlandıkça daha da çekici olmayı başaran erkeklerdendi. Kırk beş yaşındaydı ama çarpıcı bir şekilde yakışıklı yüz hatları servetiyle birleşince, yaş farkı gözetmeksizin kadınlara hitap etmesi yadırganmazdı. Kara panterin de adamın yaşıyla ilgilenmediği çok açıktı.
Babasının onlar gelmeden önceki konuşmalarını duymuş olacağından endişelenmesine gerek yoktu. Hayal kırıklığı yüksek seslerle ifade edilmezdi. Daha çok kendi kendine konuşurdu kırılan. Ama Ziya Kalaycı’nın panteri keşfedecek kadar onları izlediği açıktı. Yine de kızın peşine düşenin babası olmadığını rahatlıkla söyleyebilirdi Alp. Adam, oğluyla sidik yarıştırmıyordu. Neyse ki…
Sergilenen sahne komik miydi trajik mi, bilmiyordu Alp. Ama Reha ile karşılaşan gözlerinde bastırılan kahkaha kadar tiksinti de yer alıyordu. Kız bu kez babasının bacakları arasındaydı. Adamın elinde gerçek bir viski kadehi vardı, bardağı tutan parmaklarının dış tarafıyla kumaşın üzerinden kızın göğüs ucunu okşuyordu. Diğer eli eteğin altına süzülmüş, muhtemelen çamaşırı da kenara itmişti. Panterin bundan çok keyif aldığı anlaşılıyordu.
Gözlerini yumup Naz’ı düşündü. Onu burada, bacaklarının arasındayken okşadığını düşündü. Kasıklarına hücum eden kanla nefesi kesildi. Naz. O gri-mavi bakışları her şeyden çok istedi.
“Oğlum seni bana bıraktığı için şanslıyım minik panter. Şu fazlalığı çıkar üzerinden.”
Korumaların arkalarına paravan gibi dizildiği aynadan görünüyordu. Daha önce şahit olmadığı ya da yaşamadığı bir durum değildi ama şahit olmak istemiyordu. Onun Naz olabileceğini, bunu ona kendisinin yapmış olabileceğini düşünmek canını sıkıyordu. Naz… Ona kendisini yeterince değersiz hissettirmiş olmalıydı. Yapmamış olmayı diledi. Ama başka bir yol bilmiyordu. Belki bundan sonra… Naz ile birlikte keşfederdi.
“Genelde bir uçan bir kaçan kurtulur onun elinden.”
Neden işine bakmayıp ilgisini hala üzerinde tutuyordu ki bu adam?
“Özürlü bir kızın bile bacak arasına girmenin bir yolunu bulur o.”
Artık olay iyice çirkinleşmeye başlıyordu. Reha’ya bakıp işaret etti. Bir yolunu bulup buradan gitmeleri gerekiyordu.
“Sakat olanlarını havuzda beceriyor.”
Müzik… Çok yüksekti. Hava… Çok sıcaktı. Kanı… Beynine hücum ediyordu. Yanlış bir şeyler oluyordu. Gözleri Reha’ya ilişti. İki adam birbirlerine bakarken içlerine çöreklenen dehşeti gizlemeye çalıştı. Kolundan tutulup piste doğru sürüklendiğinde hala nefes almamıştı. Reha önde, o arkada, insanlar her yerdeydiler. Durdu.
Müzik… Çok yüksekti. Hava… Çok sıcaktı. Nefes alamıyordu. Reha da durdu. Gri gözler kahverengi gözlere bir yardım çığlığı gönderdi.
“Ne dedi o?” Sesi sanki yoktu.
“Şşş tamam, gel çıkalım buradan. Öğreniriz ne dediğini.”
Kolundan sürüklenmeye devam etti.
Dışarı çıktıklarında havanın serinliği ile birkaç nefes almayı başardı ama sonra yine tıkandı göğsü.
“Sakat dedi.”
Alp’in şoku o kadar belliydi ki Reha onu daha fazla sürüklemeye cesaret edemedi. Otelin dışında, bahçede put gibi duran bir adam normalde çok dikkat çekebilirdi. Neyse ki ortalıkta kimse yoktu.
“Kime dedi onu Reha?”
“Kim bilir, öylesine konuştu bence,” dese de onun da bundan çok emin olmadığı belliydi.
Alp’in boş bakan gözleri sanki zaman içinde seyahat edip ipucu arıyordu.
“Naz için diyemez, öyle değil mi?”
Ne saçmaydı zaten bu.
“Naz yürüyordu. Yani ben ondan başka bir sürü kadınla havuzda seviştim son zamanda. O… Yok o yürüyordu. Gördük.”
Umutla baktı Reha’ya.
“Sen de gördün, değil mi? Hem lobide ayakta duruyordu o gün. Yok… Yok, saçmaladı sadece. Oh. Bir an… Bir an korktum. Tanrım. Bir an çok korktum!”
Reha hala rahatlamamıştı ama.
“Bakmadıkça gördüğümüzü mü varsaydık acaba?”
Ne demekti şimdi bu?
“Yani ben kızı hep o herifin üzerinde gördüm açıkçası.” Bir cam kırılma sesi duyuldu… Reha’nın gözleri arka tarafa ilişti.
“İti an…”
Arkasını döndüğü an suratına doğru hızla gelen bir karaltıydı tüm gördüğü. Refleks olarak başını hafifçe yana çevirip gözlerini kapattı. Tam gözünün altına çarpan, delen, yırtan, sarsan bir öfke… Gece kırmızıya boyandı. Ağlıyorum, diye düşündü. Ama sadece tek gözünden yaş geliyordu.
Reha’nın bağırtılarını, korumaların seslerini, ete vuruluşunu, kemiğin kırılışını, öfkeyi, nefreti, şiddeti duydu.
“Mutlu musun hayvan!”
Arnold.
“Yok ettin onu! Mutlu musun!”
Canhıraş bir çığlıktı duyduğu. Çaresizlik, tükenmişlik… Bir yerlerde hıçkırıklar…
“Yapma dedim sana.”
Giderek azalan bir ses…
“Yapma dedim.”
Hıçkırıklarında boğulan bir adam… Neredeyse duyulmayan bir inleme…
“Hiç ettin onu.”
Tanrım!
“Hiç.” TANRIM!