Vurucu Bölüm 12

Vurucu Bölüm 12

[Örümcek]

“Cennette kavga başlamış.”

“Kimin cennetiyse hayırlı olsun.”

Reha bu kez işin ucunu bırakmayacaktı ama. Alp’in üç gündür bu içe kapanıklığı yetmişti.

“Senin Japon balığınınki.”

Sadece gözdeki o ufak seğirme ele verdi Alp’in tepkisini, sonra aynı aldırmazlıkla elindeki dergiye bakmaya devam etti.

“Ona da hayırlı olsun.”

Demek ne olduğunu öğrenmek istemiyordu, peki. Ama Reha, ikizlerle neler olduğunu kesinlikle bilmek istiyordu. Alp’i odalarına kapatmış, bu sabah gidene kadar da bırakmamışlardı. Babaları ile çalışması için aklını çelmeye çalışmış olmalıydılar. Ama kimse Alp’e seksle bir şey yaptıramazdı. O yüzden Reha rahattı.

“Kızlar gitti diye değildir herhalde bu mahzunluğun.”

Yine tepki alamadı ama Reha Alp’in sinirlendiğinden adı gibi emindi. Bu tür şakalar onun sınırları içinde kabul görmezdi.

“Yoruldum Reha. Ve sıkıldım. Gerçekten ben artık bu karı kız işlerinden çok sıkıldım. Mümkünse bir süre seks yapmak istemiyorum.” Gözlerini kaldırıp Reha’ya baktı. “Kadınlar hakkında konuşmak da istemiyorum.”

İlginç. “Ne yapmak istiyorsun peki?”

Dergi, yıllar öncesinin ters tutulan kitapları kadar umutsuzca yer bulmaya çalışıyordu genç adamın parmakları arasında.

“Bilmiyorum Reha ama bir şeyler olmalı. Yani çabalamaya değecek bir şeyler. Anlık zevk yerine uzun soluklu gülümsetecek… Heyecanı diri tutacak… Bilmiyorum.”

Reha biliyordu. Alp, amaçsız bir yaşamın içinde yavaş yavaş yitip giden insanların kaybolmuşluğu ile dünya üzerinde kendisine bir yer bulamıyordu.

“Gitmek korkutuyor mu?”

“Gidip orada da bedenlerden başka hiçbir şey bulamama ihtimali korkutuyor.”

Alp’in gözlerinde, kaybolmuş bir çocuğun çaresizliği açığa çıkmıştı.

“Ya sorun bendeyse Reha? Ya ben anlık zevkin dışında hiçbir işe yaramayan sıradan bir bedenden fazlası değilsem?”

Bildiği bütün küfürleri Ziya Kalaycı’ya bir kez daha salladı Reha. Adam başarmak üzereydi. Alp yolunu kaybetmiş bir meteor gibi önündeki her şeye çarpa çarpa ilerlemeye başlamıştı. Rotası yoktu. Onu sakinleştirecek bir limanı yoktu. Ve artık paniklemeye başlamıştı.

“Alp, bana güveniyor musun?”

Çok uzun baktılar birbirlerine. Gözlerini kısıp bütün yıllarını yeniden seyredermiş gibi…

“Evet.”

“Bir amaca kavuştuğun an, kendini ait hissedeceğin hayata da kavuşacaksın. Amacın seni tek başına mutlu ederken o mutluluğa birilerini ortak etmeye başlayacaksın. Karın, çocukların, evine gitmek için bir nedenin olacak.”

Masal dinler gibi dinliyordu Alp. Hayal olduğunu bilerek ama yine de sonunu merakla bekleyerek…

“Senin amacın ne?”

“Baba olmak.”

Bu, Alp’in duymayı beklediği şey değildi. Bugüne kadar Reha’dan çocuklarla ilgili hiçbir şey duymamıştı. Kucağa alınıp sevilen bebekler, oyun oynanan çocuklar olmamıştı ortada.

“Öyle değil,” Alp’in şaşkınlığına güldü genç adam.

“Benim babam yoktu. Sadece annem ve ben vardık.” Hasret miydi o gözlere yerleşen? “Öyle istedim ki bir babam olmasını… Fark etmeden ilişkilerimde onun rolünü üstlendim. Annemin çocuğu değildim sanki. Ona baktım, güvende tuttum. Ya da sen mesela… Yaşıtın değil, kollayanındım. Hayatına örülen tuzakları temizleyen… Geleceğini planlayan. Otelde yaşayan herkes… Kendi isteklerimden çok onların istekleri ilgilendirdi beni. Sağlıkları, aileleri… Kaybettiğim babama öyle sahip oldum işte. Herkese baba olarak.”

Kapının teklifsizce açılıp Burak Özer’in içeri dalmasıyla oturdukları yerde dikildiler. Konuşmanın en olmadık yerde bölünmesine sinirlenen iki adam belanın kokusunu almış, olası bir fiziksel saldırıya anında hazırlanmışlardı.

“Kalaycı!”

Cevap vermedi Alp. Oturduğu yerde kıpırdamadı bile. Personelin ona boşuna Arnold demediğini düşünerek gülmesini bastırdı. Adam tüm haşmetiyle karşısına dikilmiş, geniş omuzlarını bir tehdit gibi kabartmıştı. Gözlerine biriken öfkeden, bir şeylerin sorumlusu olarak Alp’i gördüğü belli oluyordu.

“Naz’dan uzak durmanı istiyorum.”

Hah! Bayılırdı böyle tehditlere Alp de. Bir sıkımlık canı olan şişirilmiş oğlanı yere sermesi iki saniyesini almazdı aslında ama nedense bu sefer kendisini tehdit eden bu adamın susmasını değil, konuşmasının istiyordu.

“Ne yaptığından, neye neden olduğundan haberin bile yok.”

Tek kaşını kaldırıp cevap vermeyerek özellikle daha da tahrik etti onu. Ama üzerine atlamak yerine sakinleşmeye çalışmasını izlemek şaşırtıcı oldu. Normalde şu anda yerde alt alta üst üste olmaları gerekiyordu.

“Kalaycı, lütfen. Senden rica ediyorum.”

Vay canına. Medeniyet bu sahnede çok eğreti kalmıştı. Ricalar… Lütfenler… Alp’in Naz’dan uzak durması Arnold için çok önemli olmalıydı.

“Bana değil, sevgiline söyle. Üzerimden inmeyen o.”

Kaşıyordu. Karşısındaki adamı zevkle kaşıyordu. Gerildi kasları ve olası bir hamleye hazırlandı. Oysa sadece gözlerini yumup daha da derin nefesler aldı Arnold.

“Kalaycı. Lütfen. Bak bu oyun değil. Sidik yarıştırmıyoruz. Bir insandan bahsediyoruz. Lütfen. O çok küçük. Senin oyunlarını anlamaz, sana inanır. Lütfen.”

Reha’nın huzursuzluğunu buradan bile hissedebiliyordu Alp. Neden? O da başından beri Naz’dan uzak durmasını istiyordu. Alp’in göremediği ne vardı? Ya da onlar Alp’in gördüklerini göremediklerinden miydi bütün bu tantana?

“Ah evet, gerçekten de inanıyor. Ve Naz küçük falan değil.”

Burak Özer kavga etmeyecekti. Tüm duyduklarına rağmen derin nefeslerle sakin kalmaya uğraşıyordu. O Alp’i ikna etmeye oynuyordu. Ne komik. Alp’in baştan vazgeçtiği bir şey için çırpınıyordu. Bir an bunu ona söylemeyi düşündü.

“Kalaycı, biz aynı hamurdanız.”

Eh, bu doğru olabilirdi.

“Naz senden çok etkileniyor. Senin bedenini değil kendisini istediğini sanıyor. Hayatı boyunca hiçbir şey istememişken şimdi seni istiyor. O senin için her şeyi yapar, sense onu siker atarsın. Rica ediyorum senden. Lütfen. Bir kere olsun bir kızı es geç.”

“Neden?” Burak Özer’inki kadar boş bakışlarla baktı ona Alp. “Aynı hamurdansak, sen neden umursayasın?”

Burak’ın ağzı açıldı. Kapandı. Kelimelerin dudaklarının ucuna kadar gelip geri kaçışını adeta gördü Alp. Adam hepsini yuttu. Alp’e baktı.

“Çünkü ben onun hakkında senin bilmediğin her şeyi biliyorum.”

Öyle mi?

“Onun ne kadar cesur bir kız olduğunu biliyorum. Benden daha korkusuz olduğunu hatta. Daha güçlü olduğunu… Hiçbir darbenin, acının onun gülüşünü soldurmayı başaramadığını biliyorum. Yenilmekten nefret ettiğini… Yenilgiyi reddettiğini… Sevdikleri üzülmesin diye her durumda gülümsediğini biliyorum. Korktuğunda, canı acıdığında, yalnız kaldığında…”

Şimdi de arabeske bağlamıştı. Ne kadar sıkıcı…

“Bunların sana hiçbir şey ifade etmeyeceğini de biliyorum ama yine de rica ediyorum. Lütfen. Lütfen Naz’dan uzak dur. Onun aklını daha fazla karıştırma.”

“Derinden etkilendim. Ama yine de söylemek zorundayım ki bana verdiğini sana vermemiş. Sıkıntın bundan olmasın?”

Sustu Burak. Alp’e öylece baktı. Kaybetmiş bir adamın adım adım çöküşü gibi önce omuzları düştü. Sonra… Bir şey söyleyecek gibi açıldı ağzı… İşe yaramayacağını bilir gibi kapandı… Reha’ya baktı… Yere baktı… Odanın içinde dolaştı gözleri. Görmeden… Sonra… Arkasını dönüp odadan çıktı.

“Neydi şimdi bu?”

Alp’in aklında dönüp duran soruyu Reha dile getirmişti. Burak’ın bu sahiplenişi… çabalayışı… Kızı elinden kaçırmamak için ne yapacağını şaşırmıştı.

“İki gün önce restoranda gördüm ikisini. Kız durgundu. Adam şaklabanlık yapıp kızı güldürmeye uğraşıyordu. Sonra Naz bir şey söyledi, adam delirdi. Yemeği bırakıp durmadan kızla konuştu. Tek bir cevap alamadı. O an iki şey düşündüm. Bir, kız çok inatçıydı. Ya da kararlı… İki… O ne derse o oluyordu.”

Güldü Alp.

“Çünkü para kızda.”

 Bütün cevaplar parada değil miydi zaten?

‘O senin için her şeyi yapar, sense onu siker atarsın.’

Yapar mı? Alp için… Alp’in sahip olduğu varsayılan para için değil… Alp için.

Bir an, başını okşayan teyzelerin çok nadir de olsa “Baban nerede ufaklık?” demek yerine “Sen neden burada tek başına oynuyorsun?” diye sorduklarında hissettiği o ani kalp çarpıntısını hissetti. Naz Alp için gerçekten her şeyi yapar mıydı?

Animatör üç gencin odaya dalmasıyla konuşmaları kesildi, konu kapanıp gitti ama Alp’in içindeki kıpırtı uzun bir süre kendisini hissettirdi. O yüzden akşamüstü Naz Ural’ı resepsiyona yaslanmış görünce yürüyüp gidemedi. Onu fark ettiğinde kızın gözlerine yerleşen o umut dolu bakışı da görmezden gelemedi.

‘O senin için her şeyi yapar.’

Yolunu değiştirmeden, gözlerini üzerinden çekmeden yanına gitti. Giderek pembeleşen yüze bakmak içini hazla doldurdu. Bankonun yanında durup hiç konuşmadan seyretmeye devam etti kızı. “Naz Hanım da sizi soruyordu Alp Bey.” diye mırıldanan görevli kızı duymadı bile. Naz ile sohbet etmeye de niyeti yoktu. Sadece ona bakmak istiyordu. Yüzünden geçip duran ifadeleri seyretmek… Ona dokunmak… Eğilip öpmek… Gözlerinin kapanışını görmek…

“Merhaba.”

Cevap vermedi.

“Nasılsın?”

Cevap vermedi. Kızın giderek kızaran yüzünü, cevapsız kalışına utanışını seyretti.

“Ben…”

Kızın dudaklarına indi gözleri. Kurumuşlardı. Alp bakınca ıslattı.

Uzunca bir süre Naz da susup ona baktı. Resepsiyondaki kız, bu yoğunlukla başa çıkamayıp bankodan çıktı ve biraz ileride kendisine iş yarattı.

“Ben gerçekten senin sevgilin olabilir miydim?”

Ne?

Neden geçmiş zaman?

Keskin gözleri kızınkilere kenetlenip sorunun altını görmeye çalıştı. Nefes almadan cevabını bekliyordu Naz. Sevgilisi olabilir miydi? Olamazdı. Çünkü Alp’in sevgilisi olmazdı. Bir gece odasında misafir olabilirdi ama. O da artık kendi odasında değil, Naz’ın odasında. Eğer istiyorsa, bunu ayarlamak ona düşecekti. Eh, bu da o sorunun cevabı sayılabilirdi, öyle değil mi? Naz’a istediğini vermek onun bacaklarının arasına girmesini sağlayacaksa…

“Olabilirdin.”

Mutluluk adamı çarparsa bu öyle bir andı. Sanki elmaşekeri uzatılmış bir çocuk gibiydi Naz. Nereye çeksen gelecekti. O şekerin mutluluğu içerisinde başına neler gelebileceğini fark edemeyecekti. Alp de eğildi kızın kulağına, diliyle dokundu bir süre. “Hala olabilirsin,” diye fısıldayıp çekildi. Kızın nefesi altüst olmuş, düşmemek için bankoya sıkı sıkı tutunmuştu.

Alp o an Naz’ın gözlerinde Burak’ın cümlesini tamı tamına gördü. Naz Alp’e inanmıştı.

“Tamam. O zaman, biz birazdan gideceğiz. Ben… Yılbaşından sonra… Sana gelebilir miyim?”

Alp Amerika’dayken yani…

“Gelebilirsin. Seni bekliyor olacağım.”

Naz’ın gözlerinde ‘Sen neden burada tek başına oynuyorsun?’ sorusunun şaşkınlığını tanıdı. Gri-maviler ıslanmıştı. Ne yani? Ağlayacak mıydı?

“O zaman… Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.”

“Naz.” Ah, Arnold… Sevgilisini kanatlarının altına alabilmek için koşa koşa gelmişti. Ama artık çok geçti. Alp Kalaycı ağını çoktan örmüştü.