Tünel Bölüm 63
“Anlamıyorum! Sizi hiç anlayamıyorum!” diye söylendi Lukas. Sinirle pansiyonun garajında dolaşıyor, Emre’nin anlattıklarını hazmetmeye çalışıyordu.
“Adam, sen Türkiye’nin ta bilmem neresinde yaşarsın. Sana ne öteki uçta yaşayan kızın ne yaptığından? Hayır, işi mi yok, gücü mü yok? Ruh hastası mı? Hem öldürmek ne demek?”
Emre başını iki yana sallayıp elindeki yağ çubuğuna baktı. Gelirken motoru bakıma sokma şansı olmamıştı. Acaba yağa takviye mi yapsaydı?
“Sen polis misin? Hâkim misin? Suç ne? Ceza ne? Sana ne? Hangi çağ? Kadın ister evli adamla birlikte olur ister bekâr. Adamın karısı keser bileti. Boşar adamı, yeni koca bulur, bitti. Sen kimsin? Öldürmek ne?”
Belki de servise götürse iyi olurdu. Yağı tamamen değiştirirdi.
“Burası Türkiye Lukas.”
Daha da sinirlendi adam.
“Ben de Türküm, babam da Türk! Ama böyle şeyler bize hep yanlış. Karnım acıkırsa yemek yerim. Kadın istersem, yatarım. O istemezse yatmam. İstersem evlenirim istersem evlenmem. Daha önce yattın mı demem. Ben yattım. Kaç yaşındayım, neden seks yapmayayım? Kadın neden yapmasın? Kime ne?”
“Yaşadığın ülkedeki genel eğilime bağlı bunlar. Ailelerinden nasıl öğrenirlerse öyle devam ettiriyorlar.”
Yağ çubuğunu üstüpü ile silip yerine taktı Emre. Gözü yan çantaya ilişince gülümsedi. Nasıl güzel bakmıştı çantaların içine… Uzaktan uzaktan… Elini uzatmıştı sonra. Çıkarıp giymişti.
“O zaman okulda öğretirsin Emre! Anaokulunda öğretirsin. Arkadaşına saygı göster. Kız erkek eşitsiniz, birbirinize saygı duyun. O kadar! Medeni olmak zor değil. Karşındaki insana saygı duyacaksın, o kadar! Öldürmek ne? Sinyal vermemek ne? Anayola dalıp benim hayatımı risk etmek ne? Hepsi aynı şey!”
Lukas’ın siniri Emre’yi biraz huzursuz etti. Acaba fazla mı kanıksamışlardı cehaleti? Neden artık sinirlenmiyorlardı? İnsanca yaşama taleplerinden vaz mı geçmişlerdi?
“Ben gelmem buraya. Yaşamam burada. Almanya iyi. Orada da Türkler var ama böyle değil.”
Belki orada, evet. Ama Edirne’den sonra onların da çoğu buradakilere benzerlerdi. Ülkeye girer girmez yere tüküren, gaza basan yabancı plakalı araba çoktu.
Orada tükürmezlerdi. Cezalar Euro cinsinden burunlarına girerdi. Burada cehalet bedavaydı.
Zaten cezayla medeni olunmazdı, küçücükken öğrenmekle olurdu. Bunu da en çok anneler yapardı.
Yapmamasını istersen, anneyi eğitmezsin, olur biterdi. Böylece yığınla cahil insan yetişirdi. Cahil insanı kullanmak kolaydı. Neyi yapmasını söylersen onu yapardı.
Medeni insan sorardı. ‘Neden yapayım bu dediğini? Kanunlara uygun mu? Benim iyiliğime mi, senin iyiliğine mi?’ İşte bunu istemezlerdi. Onlar cahil insan severdi. Cahil insan, her şeye evet derdi.
“Niye kızı görmeden döndük?”
Ne diyecekti Emre? ‘Adamın tekini senin yüzünden dövdüm’ mü? Gerçi çok da iyi yapmıştı.
Adamı duyduğu an kulaklarına inanamamıştı. Mira’dan bahsediyordu. Mira’dan! O naif, insanlar üzülmesin diye kendisini parçalayan kızdan!
Pisliği oracıkta öldürmek istemişti. Aynı dürtüyü, Mustafa’nın telefon konuşmasını duyduğunda da hissetmişti. Mira söz konusu olduğunda Emre değişiyordu. Uzlaşma, anlaşma bitiyor, yırtıcı bir hayvana dönüşüyordu.
Bu arada Cihangir Avcı’ya da büyük saygı duymuştu. Tavrı, konuşması, Mira’yı kollayışı… O adamın geçmişinde kesin bir numaralar vardı. Çok profesyoneldi. Pansiyona dönüp buz koymasalar, Emre’nin eli kesin şişmiş olurdu. Ama adam tık dememişti. Hem de öyle okkalı bir yumruktan sonra bile…
‘Oğlum sen de liseden bu yana ilk defa yumruklarını kullandın.’
Sırıttı. Alper’le gençken biraz vukuatları olduğu doğruydu. Ama hayatın farkına varmaya başladıklarında, beyinlerini kullanmaya yoğunlaşmışlardı. Sonu da Hukuk Fakültesi’ne kadar uzanmıştı.
“Emre, sen beni yine dinlemiyorsun.”
Of. Lukas’ı unutmuştu.
“Mira beni öyle görsün istemedim.”
“Mantıklı. Kızı korkuturdun. Boğa gibi bakıyordun.”
Ellerini silip telefonunu aldı. “Arayalım bakalım dayı beyi.”
Aslan işbirliği yapacaktı. Mira’yı da alıp akşam restorana geleceklerdi. Lukas’la tanışması bahaneleriydi. Karısını görebilmek için ne hallere giriyordu. Of Mira. Of.
Akşam olmak bilmedi. Emre bir an bu kadar çok konuşan bir adamla üç sene nasıl birlikte olduğunu bile düşündü. En sonunda onu garajda bırakıp odaya çıktı. Duşunu yaptı. Özenle giyindi. Kokusunu sürdü. Bir saat önceden hazırdı. Yatağa yatıp gözlerini tavana dikti.
Bugün önemliydi. Dün, Mira’ya söyleyebileceği her şeyi söylemişti. İstese hayatı boyunca onu ikna etmek için konuşabilirdi. Ama Mira söz konusuysa, buna gerek yoktu. O kararını kendisi verirdi.
Zaten bilinmesi gereken her şeyi birlikte yaşamışlardı. Emre’ye, dört sene eksik kalan kısmı tamamlamak kalmıştı. Gerisi…
‘Lütfen Mira. Birlikte aşka yeniden inanalım…’
Lukas’ın hazırlanması bitmedi. Bu yaştan sonra tırnak yemek iyi bir fikir değildi. O yüzden kendini sokağa attı. Lukas aşağı inmeden, neredeyse restorana koşmaya başlayacaktı.
Dakikalar öncesinden masalarına oturdular. Garson etraflarında dolaşıp durdu, Emre’nin sinirini bozdu. Her an ağzından bir kükreme çıkabilirdi. Restorandaki herkesi kovabilirdi. Her şey gözüne batıyordu. Garson kız, kasadaki adam, girişteki adam, yandaki kadın, Lukas…
Sonra kapıdan içeri Aslan ve Mira girdi… Ve dünya derin bir sessizliğe büründü. Sular duruldu. Fırtınalar dindi. Restorana bahar geldi…
Kendilerine yürüyen kızın üzerindeki beyaz elbiseye daldı önce. Sonra toparlanıp kızarmış yanaklarına takıldı. Belli ki yine heyecanlanmıştı.
Yüzünden bir şeyler anlamaya çalıştı. Sanki alnında evet ya da hayır yazacak… Ama insan kendisini çaresiz hissedince her şeyden medet umuyordu.
Parlayan gözleriyle selamlaştı Lukas’la. Emre’ye gülümsedi. Ama ikisine de dokunmadı.
Tanrım nasıl güzeldi. Emre nefesinin kesildiğini hissetti. Sanki dünya üzerindeki varlığını sürdürebilmesi için gereken bütün enerji Mira’nın üzerinde toplanmıştı. O olmadan nefes alamıyordu. O olmadan yaşayamıyordu.
Garson geldi yeniden. Ne yiyecekti? Ne fark ederdi? Getirsindi işte bir şeyler… “Aynısından,” dedi, kiminkine dediğini bilmedi.
Lukas ile Aslan çabuk kaynaştılar. Doğal insanlar bir araya geldiklerinde huzur gibi bir lüksü paylaşırlardı. Onlar da bir anda kırk yıllık dost gibi, ‘Memleket neresi?’ ile başlayan bir sohbete giriştiler.
Emre dinlemiyordu. Ama artık Mira’ya gözünü dikip bakmıyordu da. Onu tedirgin etmek istemiyordu. Kaçamak bir ziyafet çalıyordu arada sadece. Yan masaya bakarken gözü Mira’nın üzerinden geçiyordu mesela. Aslan’ın ne anlattığını bilmeden gülümserken bir kez daha ilişiyordu.
İçindeki heyecanın yerini usulca ümitsizliğe bırakmasına aldırmamaya çalıştı. Daha erkendi. Mira henüz kabul etmediğini belli edecek bir şey yapmamıştı. Ama kara bulutların içine çöreklenmesine engel olamıyordu. Çünkü Mira aslında geldiğinden bu yana hiçbir şey yapmamıştı.
Nazikti. Çok nazik. Emre’ye arada sıcak bir gülümseme bahşedip masadaki sohbete dönüyordu. Emre de dinlemeye çalıştı.
“…Zonguldak İstanbul’a hiç benzemez. Orada doğa…”
“…bir kez Nürnberg’de benzinim…”
“…farklılar, daha canlar. Başın sıkışsa…”
Fakına varmadan kendini yine Mira’yı izlerken buldu. O da dinlemiyordu sanki. Neşeli gülümsemesinin altına gizlenmiş bir hüzün, arada başını çıkarıveriyordu. Kendisine direk soru sorulmadıkça konuşmamıştı geldiğinden beri. Evet, hayır, gerçekten mi? Yemeğini yiyordu sessizce. Yemek ne zaman gelmişti?
Çatal ve bıçağı eline alıp yiyormuş gibi görünmek istedi. Mira’nın gözleri, Emre’nin kızarıp şişmiş eline takıldı. Kaşları çatıldı, gözlerine baktı. Soracak gibi oldu, vazgeçti, tabağına döndü.
Ve Emre o anda bitti.
İnanmayan bir Mira, Emre ne yaparsa yapsın onunla mutlu olamayacaktı.
Gitmeliydi belki de. Almanya’ya dönmeli, Mira’yı özgür bırakmalıydı. O şansını kaybetmişti. Mira’ya başka biri ile mutlu olma şansını vermeliydi.
Cihangir mi? Kalbi sıkıştı. O adam Mira’yı mutlu ederdi. O adam Mira’ya sahip çıkardı. Mira Cihangir’in aşkına inanırdı. Ya sonra? Bir başka Berna Alper vakası mı yaşanacaktı?
Hayır. Mira buna izin vermezdi. O, Emre’ye olan aşkını yüreğinde tutarken başkasına sığınmazdı. O yalnızlığı seçerdi.
O zaman neden gidecekti ki? Kalıp şansını denemek zorundaydı. Varlığı her an Mira’nın ulaşabileceği bir yerde olacaktı. Ona ihtiyaç duyarsa, seslenmesi yetecekti. Emre hayatının bundan sonrası için sadece bunu bile kendisine amaç olarak seçebilirdi. Kararını verdiği an yüreğindeki kıpırtı duruldu. Çatalını tabağındaki tavuğa batırıp bir lokma aldı. Soya sosluydu. Nefret ederdi. Ama artık fark etmezdi.