Tünel Bölüm 58
Kafeden çıkıp sokakta yürümeye başladığında kendisini kirlenmiş hissetti Mira. Kirli, evet… Çirkin sözcükler teklifsizce girmişti dünyasına.
Fiziksel bir çirkinlik rahatsız etmezdi Mira’yı. Altındaki güzelliği bulmak kolaydı çünkü. Ama çirkin olan düşünce, davranış, yargılar olunca… Güzellik de ilişmezdi onların altına. Sadece yıkım, mutsuzluk ve acizlik barınırdı eteklerinde.
Kendisi şanslıydı. Güzel ruhları biriktirmişti evreninde. Ailesi güzeldi. Arkadaşları güzeldi. Ama Gamze kendisi kadar şanslı değildi. Çirkin bir ruha aile bağlarıyla bağlıydı. Zarar görmeden hayatını kurabilmesini diledi içinden.
Eve gitmek istemedi. Bu ruh haliyle dayısını üzebilirdi. Yürüdü yol boyu… Sahildeki boş bir banka oturdu… Karşısındaki maviliği, üzerindeki martıları, uzaktaki balıkçı teknelerini seyretti.
Çirkin ve güzel… Yanlış ve doğru… Tuna ve Emre… Farklı insanlar, farklı yaşamlar. Birisi cehennem azabıydı, diğeri evrenin armağanı.
Mira insanların hayatlarında belirli kalıpları oynamayı seçtiklerini bilirdi.
Asaleti oynardı kimisi. Ama konuşmanın bir yerinden fırlayan avam bir kelimenin ya da ses tonunun o kalıbı yerle bir etmesine engel olamazlardı.
Kibarlıktan kırılırdı bazıları da. Eşlerinin ya da çocuklarının gözlerine gizlenen korkuda bütün gerçeğin gizlendiğini bilmezlerdi.
Kalender görünen, aslında basiretsizliğini örtmeye çalışırdı.
Çok fazla konuşan, cehaletini…
İnsanların öne çıkarttıkları her özelliğinin, özünde bunun tam tersini barındırdığını Mira bilirdi…
Bir şeyi göze sokmakla uğraşmayan insanlar doğaldı. Mira da sadece o insanların yanında kendisini güvende hissederdi.
Emre’nin yanında güvendeydi.
Ama kapıdaki bakışı…
Kafasının karışmasını istemedi. Emre’yi düşünmeyecekti. Emre, sevdiği ve ulaşılmazıydı. Yanlış bir zamanda her şey doğru olmuştu sadece… Bir daha hiç yaşanmayacaktı.
***
“Abi sen ne yaptın!”
Hala sinirle Mira’nın ardından bakan Tuna, kardeşinin sorusuyla toparlanıp aile yüzünü takındı.
“Ne gibi?”
Gamze dehşet içindeydi. Hele ki Tuna’nın yüzündeki değişim karşısında kafası iyice karışmıştı. O abisini sevecen tanırdı, nefret dolu değil… Ama biraz önce Mira’nın gidişini seyrederken, o yüzde aşağılama vardı… Öfke vardı… Zarar verme isteği vardı…
“Mira kendinden büyük erkekle geziyor, yatakta deneyimli erkekler falan ne demek? Neden ona böyle şeyler söyledin?”
O karanlık, abisinin yüzüne geri dönünce ürktü.
“Sen arkadaşının nasıl bir insan olduğunu biliyor musun Gamze Hanım? Kiminle arkadaşlık ettiğini biliyor musun?”
Ne oluyordu ya? Ailesinin, arkadaşlık etmesinden gurur duyacağı bir insandı Mira. Annesi de babası da sadece bir kere görmelerine rağmen bayılıyorlardı ona. Şimdi bu laflar neydi?
“Kimlerle dolaştığını görmek için arkadaşın hakkında biraz araştırma yaptım Gamze.”
Ne? Manyak mıydı bu adam?
“Onun evli bir adamı ayartıp ondan hamile kaldığını biliyor musun?”
Ne!
“Karısından ayırıp onunla evlendiğini?”
Mira mı? Bir tek erkeğe göz ucuyla bakmayan arkadaşı mı? Dört senedir kendisinden hoşlanan erkeklere kibarca ret cevabı veren kız mı?
Açılan ağzını kapatmayı beceremedi.
“Kadın üzüntüden perişan olmuş. Buralarda barınamayıp yurtdışına gitmiş.”
Zevk alıyordu Tuna kardeşinin yüzündeki şoktan. Orospunun takındığı hanım hanımcık havalar, gün gelir böyle suratına patlardı işte.
“Bebeği düşürünce adam da bırakmış bunu, karısının peşinden gitmiş. Seninki burada piç gibi kalmış.”
Yok, bir kâbustu bu. Şimdi uyanıp kendisini yatağında bulacaktı. Başka türlüsü olamazdı.
“Boşanmamış ama adamdan. Tabii, buldu yağlı kuyruğu… Adamın evinde oturuyor, parasını yiyor, boşanır mı?”
Mira’nın evi her zaman çok şaşırtmıştı Gamze’yi ama o, arkadaşının yaşamak için dayısıyla birlikte nasıl çalışıp didindiğini de görmüştü.
“O okulda nasıl böyle prenses edasıyla dolaştığını sanıyorsun? Bir öğrenciye ne diye öyle iş verilmiş olsun ki? Hem de daha birinci sınıf öğrencisiyken!”
Adamı kendi tuvaletine sokmadığı aklına gelince, gülümseyecek gibi oldu Gamze.
“Adamın altına yatınca bu işler bu kadar kolay oluyor tabii.”
Ama gülümseyemedi. Canı acıyordu. Sanki kendisi hakarete uğruyordu. Kendi abisi, bunca çirkin sözü bir araya getirip Mira için nasıl kullanabiliyordu?
“Abi.”
“Bir de ortalarda masum bakire havalarında dolanmıyor mu, hasta oluyorum!”
“Abi!”
“Ne!”
Hızını alamamış, söyleyeceklerini kusamamıştı. Gamze’nin yüzüne yerleşen o dehşette bir yabancılık vardı. Sanki kendisine kim olduğunu çıkaramıyormuş gibi bakıyordu.
“Bu söylediklerinin bir tekine bile inanmıyorum abi.”
İşte o zaman sırıttı Tuna. Avını yakalamış bir sırtlan edasıyla cebinden kâğıdı çıkardı. Mira Kıraç yazıyordu en üstte. Altında da şeceresi… Fırlattı masaya.
Gamze çok uzun okudu. Bir okudu, iki okudu… bir daha okudu… Evet, Mira evlenmişti. Adam Mira ile evlenmeden bir hafta önce eski karısından boşanmıştı. Mira bebeğini kaybetmiş, boşanmamıştı.
Gözlerini kapatıp Mira’yı düşündü. Dört sene boyunca her gününü birlikte geçirdiği kızı… Kendisi cinsellikten rahat rahat bahsederken, yüzü kızaran kızı… Salih’i kırmadan, onunla sadece çok iyi arkadaş olabileceklerini söylemeye çalışan kızı… Cihangir Bey’in kendisine dalgın gözlerle bakışının bile farkına varmayan kızı…
O kız, kendisine dünyaya farklı gözlerle bakmayı da öğretmişti. Gösterilenin ardına bakmayı… İnsan davranışlarının altında yatan nedenleri anlamaya çalışmayı…
Demek Mira evli bir erkekle beraber olmuştu. Peki. Neden?
Adam karısından ayrılıp Mira ile evlenmişti. Bebek düşmüştü. Adam gitmişti. Neden?
Altına yatmış, ayartmış, parasını yemiş… Kendi tanıdığı Mira bu anlatımlarla yan yana gelmiyordu. Hayır. O Mira idi. Gamze de aptal değildi.
“Sana saygı duyarım abi. Çünkü önce abimsin. Ama arkadaşımı da tanırım.”
Kâğıdı geri uzattı.
“Okuduklarımın bir açıklaması olduğuna eminim ama bunları Mira’dan duymayı tercih ederim.”
Doymuş sırtlan gülümsemesi yüzünde donan Tuna, boş gözlerle kız kardeşine baktı.
“Ne diyorsun lan sen? Ben yalan mı söylüyorum!”
Hayır. Yalan söylemiyordu. Söylediklerine inanıyordu. Dünyayı algılayış biçiminin insanları farklı yönlere götürebileceğinin en bariz örneğiydi.
“Yalan söylemediğine eminim. Sadece düşünmeye gerek duymuyorsun abi. Mira’ya bir kez baksan, onun bu anlattıklarını söylediğin şekilde yaşayacak biri olmadığını da bilebilirdin.”
Masaya inen yumrukla yerinden sıçradı. Tuna’nın gözleri çakmak çakmak, yüzü kaskatıydı.
“Lan! Bacak kadar boyunla bana racon mu kesiyorsun! Sen ne bilirsin! Ne yaşadın! Ben kadınları gözünden tanırım kızım!”
Gerçekten mi?
“Ben olsam bu kadar emin olmazdım abi.”
Aha, şimdi elinde kalacaktı bu kız! Bu Mira neydi lan! Gamze’nin gözünü de boyamıştı!
“Ulan elimden yüzlerce orospu geçti benim! Hepsinin ruhunu bilirim!”
Gamze’nin bütün dünyası değişiyordu. Yaşam ve insanlar hakkında öğrendikleri ile şu an yaşamakta oldukları bir dengeye geliyor, tek bir düzlemde birleşiyordu. Bakış açısının, her şey demek olduğunu görebiliyordu.
“Seval’in ruhunu da biliyor musun abi?”
Ne alakaydı şimdi Seval?
“Onu da biliyorum! Düzgün, oturmasını kalkmasını bilen, namuslu, senin arkadaşın gibi değil! Evimin kadını olmaya yakışan bir kadın Seval. Çocuklarımın anası olacak. Onca kadın içinden onu seçtim ben. Sen de onun gibi ol, Mira gibilerle takılma diye uğraşıyorum.”
Daha sonraları, tam da o anda büyüdüğünü düşünecekti Gamze. Yaşamı, insanları anlamayı ilk o anda başardığını…
Dünya üzerindeki yalnızlığı, çaresizliği bitmişti. Bakmayı öğrenmiş, kendisine kavuşmuştu. Artık biliyordu. Ne yapacağını olmasa da nasıl yapacağını biliyordu.
Öncesinde, dünya çok büyük bir yerdi, kendisi çok küçük… Herkes ondan fazlasını biliyordu, kendisi çocuk… Abisi ne derse yapardı. Annesi ne derse… Hocası ne derse… Onlar doğruydu, kendi doğrusu yoktu…
Abisi bugün, onun ‘benim’ diyebileceği birkaç doğrusundan birisini sınamıştı. Ona inanmaya devam edebilirdi elbette. Mira’yı tanımamış olsaydı…
Tuna Alsan’ın ne kadar yanılabileceğini, hayatını yanlış değerler üzerine kurabileceğini, onun da aslında hataları olan sıradan bir insan olduğunu da Seval göstermişti Gamze’ye.
Herkes yanılabiliyordu. Herkes hata yapabiliyordu. Kendisi de yapacaktı. Ama bunlar kendi hataları olacaktı. Başkasının yargılarıyla değil, yaşamı kendi algılayış biçimiyle yapacağı hiçbir hatadan da korkmayacaktı.
Çantasını aldı, yerinden kalktı. Kendisine anlamadan bakan abisinin yanına geldi. Uzanıp yanağını okşadı.
“Korkma abi… Seval bakire. Evine çok güzel bir kadın, çocuklarına çok iyi bir anne olacak. Çünkü doktor çok iyi dikmiş. Orijinalinden sağlam.”
Bir anda boka dönüşen surata baktı.
“Annesiyle telefonda konuşurken duydum. Ne demişti tam bakayım?” Gözlerini kısıp hatırlamaya çalıştı. “Hah!” Seval’in ses tonuyla cırladı. “Tabii ki elletmedim anne, boşa mı diktirdik? İlk geceye kadar beklesin!”