Tünel Bölüm 57
“Efendim Emre!”
Telefonu biraz sinirli açtığı doğruydu ama dünkü olay Aslan’ın içine sonradan oturmuştu.
“Konuşmamız gerek. Akşam uygun musun?”
“İkimiz mi?”
“İkimiz Aslan.”
“Teke tek diyorsun yani.”
Emre’nin derin nefesleri telefondan duyuluyordu. Sırıttı adam. Onu sinirlendirmeyi seviyordu.
“Tamam mı?”
“Tamam Emre. Ararım.”
Emre, Mira’dan önce Aslan’la kozlarını paylaşması gerektiğini biliyordu. Bunu da bu akşam yapacaktı.
Pansiyonda geçirdiği saatlerde Mira’nın kapıdaki halini düşünmekten sarhoş olmuştu. Onun kendisine hala âşık olduğunu biliyordu. Ama kendisini kollarını açarak karşılamayacağını da biliyordu. Mira hayatının tümünde Emre’ye âşık ama uzak kalabilirdi.
Ona kendini anlatması gerekiyordu. Ancak barışabildiği Emre’yi…
Lukas gelene kadar motosikletsiz kalmak canını sıktı. Şimdi atlasa Siyah atına, sahil şeridinden uzasa… arkasında Mira olsa…
Kıyafetlerinin yan çantalardan hiç çıkmadığını bilse ne düşünürdü acaba Mira?
Sanki kendisi o şeyi düşünmüştü de… ‘Yazık,’ demişti, ‘sağda solda tozlanır. Dursun burada işte…’ Mira’ya ait bir şeylerin kendisinde kalmasını istediğini itiraf edememişti kendine. Hep saklanmış, hep kaçmıştı.
Hayatı boyunca çuvalladığı tek konu aşktı.
Almanya’da yaşadığı süre içerisinde Berna ile olan ilişkisini tamamen çözümlemeyi başarmıştı. Onu gerçekten sevdiğini biliyordu. Sevdiği, onun yaralı haliydi. Ona ilaç olmayı sevmişti Emre. Onu korumayı, ihtiyaçlarını karşılamayı… Mahrum kaldığı her şeyi vermeyi…
Sevgilerinin özü, Alper’e rağmen Emre’nin şefkatinin seçilmesine dayanıyordu. Evet, Emre Berna’nın Alper’e duyduğu ilgiyi biliyordu. Onun ihtiyacını Alper’in veremeyeceğini de biliyordu. Sadece o ihtiyacın, doyurulduktan sonra arka plana itileceğini bilmiyordu.
Buna kırılmamıştı. Bu insan doğasıydı. Eksiğinin ardına düşerdi. Tamamladığında diğer eksiğine sıra gelirdi…
Kırıldığı, kendi ilgisizliğiydi. Berna yıllarca ona her ipucunu vermişken, Alper onlar evlenene kadar gerçeği gözüne sokmuşken… Umursamamıştı. Sevgiye hak ettiği özeni göstermemişti. Sadece sevmişti. Çünkü bu Berna’ya yetmişti.
Oysa sevgi emek isterdi. Her gün, ilk gün gibi dikkat isterdi. Kanıksadığın an sonu gelirdi. Gelmişti, Emre fark bile etmemişti.
Bir gün ansızın Mira girmişti hayatına. Öngörülemez, önlenemezdi.
Mira yaralı değildi. Emre ona ilaç değildi. O, Mira’nın hiçbir ihtiyacının karşılığı değildi. Mira da Emre’nin…
Kızın karakteri çarpıp geçmişti Emre’yi. Zekâsı, cesareti, ölüm karşısındaki dimdik duruşu… Ona orada âşık oluvermişti. Daha dokunmadan önce…
Yaşama dönüp, elinde karısına ihanet etmiş olduğu gerçeğiyle kalıverince; bilinçaltı, vicdan azabı ile işbirliği yapıp, aşkı gömmüştü derinlere. Vicdanı 12 yaş fark var, diyordu. Çok küçük, diyordu. Genç kızlığa yeni adım attı, diyordu. Hayatı bilmiyor, yaşamalı, deneyimlemeli, öğrenmeli diyordu. Bilinçaltı da bunların gölgesinde ‘Kaç!’ diyordu.
Kaçmıştı Emre de… Almanya’yı seçmişti kendisine saklanma yeri olarak. İşe vermişti kendisini. Ama Mira’yı izlemekten de hiç vazgeçmemişti.
Berna ile olan döneminin adını koyduktan sonra Mira’ya olan duygularını da kabullenmişti. Neden kaçtığını artık biliyordu. Ve yine kendisine kırgındı.
O aşk, Berna’ya olan sevgisine ihaneti de beraberine getirmişti. Berna’nın ihanetinin anlaşılabilir nedenleri vardı, kendisininkinin yoktu. Bununla yüzleşmek yıllarını almıştı. Ve Berna’yı Emre de anlamıştı. Sevgi iki kişilik olabiliyordu.
Evet, aşkta çuvallamıştı. Çünkü onu şefkatle karıştırmıştı. Gerçeğiyle yüz yüze gelince de korkup kaçmıştı.
Ama artık çuvallama lüksü yoktu. Mira’yı kaybetme lüksü yoktu. Bunu anlaması için Alper gerekmişti. Ayakları yere basan dostu. Emre’nin hatalı olduğunu düşünüyorsa, ona asla acımayan arkadaşı. O fotoğrafı burnunun dibine dayayıp Emre’yi kıçının üzerine oturtmuştu.
Emre bütün düğümleri Cihangir’in gözlerinde çözmüştü. Onun Mira’ya bakışında. ‘Hayır!’ diye bir çığlık yükselmişti yüreğinden. ‘Hayır! Bu sefer olmaz! Ben Mira’ya aitim!’
Bunu Aslan’a da anlatacaktı. Onu yolunun üzerinden çekecekti. Mira ile arasında kimsenin durmasına izin vermeyecekti.
“Onu seviyorum.” dedi masaya oturduğu anda. Oyunlara gerek yoktu. Bunu beklemeyen Aslan, hazırladığı tüm cümleleri unuttu.
“Onu kazanmak istiyorum. Onunla evli olmak, birlikte çocuklar yapmak, onunla yaşlanmak istiyorum”
Aslan’ın ağzı açıldı, kapandı. Mavi gözler teslim olmuştu. Teslim olup savaşa çıkmıştı.
Garson geldi. Yemek söylendi. Gözler birbirinden hiç çekilmedi.
“Berna?”
“Bitti.”
Mavi gözler savaştaydı.
“Beni değil, Mira’yı ikna et.”
“Ederim. Sadece çekil.”
Tek kaş kalktı. Koca Aslan’a çekil demek… Bu Emre sinirini bozuyordu.
“Çekil Aslan. Seni ezmek istemiyorum. Ama gerekirse ezerim. Yanımda ol. Senin sevdiğini seviyorum.”
Kaş indi. Aferin lan. Yürekli adam. Yine de o kadar kolay çekilmek istemedi.
“Cihangir’le kapışabilirsin.”
Tek bir kası bile oynamadı Emre’nin. Gözlerinde, farklı tek bir duygu belirmedi.
“Kimseyle kapışmam. Sadece sen önemlisin. Mira’nın sevdiğisin.”
E tamam. Madem öyle, Aslan da seyrederdi bundan sonrasını.
Eve döndüğünde, Mira kitap okuyordu. Bir dolandı, iki dolandı…
“Pansiyonda tek başına sıkılıyordur şimdi bu adam.”
Mira dayısına bakıp bir şey demeden kitabına döndü. Dakikalar geçti, hiç sayfa çevrilmedi.
“Çağırsa mıydık buraya? Yalnız oturmasın.”
Yeniden baktı Mira. Bir süre sustu. “Uygun olmaz Dayı.”
Allah allah. “Niye kız? Ben varım evde?”
“Canımın acısına sen ne yapabilirsin ki?”
Hah, buyur bakalım. Otur aşağı Aslan Efendi. Sen kim, çöpçatanlık kim. Emre’nin işi hiç kolay değildi.
Aslan adama acıdı.
***
Ertesi gün iş çıkışı Mira Gamze ile bir kahve içmeye çıktıktan biraz sonra damladı Tuna. Teklifsizce masalarına oturdu.
“Abi?” Şaşkındı Gamze.
“Buralarda işim vardı. Sizi görünce katılayım dedim. Özel bir şeyler konuşmuyordunuz değil mi?”
Bu da neydi şimdi? Mira kaşlarını çatarak baktı ikisine. Bu soru çok teklifsizdi.
Gamze’nin bu işten haberi olmadığı belliydi. Gerçekten şaşkındı ve Mira’nın arkasından iş çevirmezdi.
Mira, onun Tuna’nın aklından geçenlerden haberi bile olmadığına emindi. O abisiydi. Yanlış yapmazdı. Abiler bir yabancıyı inceler gibi incelenmezdi. Onlar ne yaparsa doğruydu…
“Yok abi, sohbet ediyoruz işte.”
“İyi, o zaman ben de bir kahve alıp geleyim.”
Masadan kalkan adamın ardından şaşkınca bakan Gamze, Mira’nın huzursuzluğunun farkında değildi.
“Bir garipleşti bu ara abim. Bana çok düştü. Seval’i postaladı İzmir’e, her gün ne yapacağımı, nereye gideceğimi soruyor.”
Ya, tabii tabii… Ne zor bir durumdu bu. Mira, Gamze’ye abisi ile ilgili rahatsızlığını anlatmanın yakında kaçınılmaz olduğunun farkındaydı. Tek dileği, bunun ikisinin arasını açmamasıydı.
Masaya döndüğünde, Tuna bir yandan kahvesini içerken bir yandan da iki kızı süzüyordu. İçindeki öfkeyi dizginlemek çok zordu. Orospu, masum kız havalarında, burnu bir karış havada, kendisine bakmıyordu bile.
“Söyleyin bakalım, erkeklerle aranız nasıl?”
Ne?
Gamze, abisinin aslında kendisini sorguladığını zannederek kızardı.
“Sadece arkadaşlarımız var abi. Erkek arkadaş için henüz erken.”
Miraya bakarak sırıttı Tuna.
“Sen kendi adına konuşuyorsun herhalde. Baksana Mira kendisinden kaç yaş büyük bir adamla rahatça geziyor.”
Ne? Yüzüne basan ateşten kıpkırmızı kesildiğinin farkındaydı kız. Hiç konuşmaz, cevap vermezse susar mıydı? Ama neden cevap vermeyecekti? Şu an resmen hakarete uğruyordu.
“Anlaşabildiğim insanlar genellikle otuz yaşın üzerinde oldu bugüne kadar. Onların sohbetlerini daha seçici ve paylaşımcı buluyorum. İnsan onları dinlerken bir şeyler öğrenebiliyor ve söylediklerinin anlaşıldığını hissediyor. Bu da benim için tercih nedeni oluyor.”
Adamın şakağında atan damardan, imayı anladığı açıkça belliydi. Tuna yirmi sekiz yaşındaydı. Mira konuşurken kibar ama soğuktu. Bir arkadaş sohbeti yapmadığı her halinden belli oluyordu. Gamze de bunu fark etmiş, huzursuzlanmıştı.
“Olgun erkekler… tabii… Genç kızları her zaman çeker. İş ve para sahibi, yatakta deneyimli… Çok dikkatli olmalısın Mira. Kardeşimin en yakın arkadaşı olduğun için sen de benim kardeşim sayılırsın. Ona ne söyleyeceksem sana da aynısını söylüyorum. Üzerine alınma.”
Hadsiz yaratık. Oyunun iki taraflı olduğundan haberi yoktu.
“Haklısınız Tuna Abi. Ben de sizi aynen öyle görüyorum. Bir abi gibi. Başka türlüsü mümkün değil. Diğer insanları bir yana bırakalım, herkes kendi çamurunda boğulur zaten. Siz nasılsınız? Nişanlınız ne zaman geliyor İstanbul’a?”
Kırmızı renk, Tuna’ya Mira’ya yakıştığı kadar yakışmıyordu. Burun deliklerinin açılıp kapanmasından adamın sinir içinde olduğu belliydi. Mira bundan mutlu olmadı. O her durumda cevabını verirdi ama Gamze’nin arada olması kızı çok mutsuz ediyordu. Buradan bir an önce kalkmalıydı.
“Nişanlı da olsak, Seval’in evlenene kadar o kadar ortalarda olması uygun değil. Ben karımı el değmemiş isterim. Evlenene kadar ne kadar az görüşürsek o kadar iyi. Sonuçta erkek ve kadın yan yana geldiğinde istenmedik şeyler olur ve kızlar ilk gecelerinde mahcup olabilirler.”
Yok artık!
Adam bunları söylemekten sadistçe zevk alıyordu. İyi ama neden? Bu konuların kendisiyle nasıl bir ilgisi olabilirdi ki? Alt tarafı adamın ilgisini kabul etmemiş, tavrını belli etmişti. Bunun karşılığı bu ise, adamın psikolojik olarak rahatsız olduğu kesindi.
“Bir insan istemezse hiçbir şey olmaz ve istediği bir şeyi yapmışsa da mahcup olmaz. Tabii biri mahcup etmeye baştan niyetliyse, diğeri de buna çok kolay çözüm bulur. Mağdurun kim olacağı tartışmalı.”
Kahvesini itip yerinden kalktı. Gamze’ye her zamanki gülümsemesini gösterdi. “Ben kaçıyorum Gamzecim. Sizin abinle konuşacaklarınız var sanırım. Konular benim dışımda, o yüzden seninle başka zaman yeniden buluşuruz.”